İmanlarımıza Zulüm Bulaştırmayalım
Kelime-i Şahadetin anlam ve kapsamını gönülden doğrulayarak iman şerefine ulaşıp Müslüman unvanını kazananların hem dünyada her türlü olumsuzluklardan korunmaları ve hem de ötede amellerimin boşa gitmemesi ve sonsuza değin cennet hayatına kavuşabilmeleri için imanlarını kasteden tehlikelerden sakınmaları gerekmektedir. Zira Yüce Rabbimiz şöyle buyurdu:
“İnanıp da imanlarına herhangi bir zulüm, haksızlık bulaştırmayanlar var ya, işte güven onlarındır ve onlar doğru yolu bulanlardır.”(En’am,82)
“Âyetteki zulümden maksat, Allah’a şirk koşmaktır. Çünkü zulmün asıl anlamı, ‘hak sahibinin hakkını tanımamak, vermemektir.’ Ulûhiyyet ve rubûbiyyet yalnızca Allah’a ait olduğu halde, başka varlık ve nesneleri de Tanrı yerine koymak, Allah’ın mahlûkatı üzerindeki hakkını tanımamaktır. Nitekim Hz. Peygamber de ‘Allah’ın kulları üzerindeki hakkı O’na kulluk edip hiçbir şeyi kendisine ortak koşmamaktır.’ (Buhârî, “Tevhid”, 1; Müslim, “Îman”, 48-51) buyurmuştur.
Sahih kaynaklarda nakledilen bir rivayete göre bu âyet geldiğinde müslümanlar, hayat boyunca zulümden uzak durmanın kendileri için mümkün olmadığını düşünerek telâşa kapılmışlar; bunun üzerine Resûlullah âyete şu şekilde açıklık getirmiştir:
‘Bu sizin düşündüğünüz zulüm değildir. Burada Lokmân’ın oğluna hitaben söylediği;
‘Sevgili oğlum! Allah’a ortak koşma; çünkü O’na ortak koşmak kesinlikle çok büyük bir haksızlıktır’ (Lokmân 31/13) sözündeki zulüm kastedilmiştir’ (Buhârî, “Enbiyâ”, 41) ” (Prof. Dr. Hayreddin Karaman ve Diğerleri, Kur’an Yolu Türkçe Meâl ve Tefsir, Ankara-2003, c.ıı, s.344) buyurarak dikkatleri şirk koşma tehlikesine çekmiştir.
O halde Yüce Rabbimizce çok büyük bir zulüm olarak nitelendirilen şirkten ve ona götüren tutumlardan uzak durmalıyız. Yüce Yaratıcının sadece kendine has olan hak ve yetkilerini başkalarına vermemeliyiz. Unutmamalıyız ki huzurunda kıyam, rüku ve secde vaziyeti alınacak sadece Allah’tır. Adına adaklar ve kurbanlar sunulacak da yalnız Hz. Mevla’dır. Dua mercii de yalnızca O’dur. Her halükârda, her zaman ve her yerde kayıtsız şartsız güvenilecek, sevilecek, korkulacak, emir ve yasaklarına uyulacak yalnız ve yalnız O’dur. Hayatımızın yol ve yönünü belirleme, uyacağımız helal ve haram sınırlarını tayin etme, kullanacağımız hak ve yetkileri tespit etme sadece ve sadece Yüce Rabbimize ait bir haktır. Şunu kesinlikle göz ardı etmeyelim ki Yüce Kitabımız Kur’an’a göre; Allah’a ait olan bu hakları kullanmaya kalkışmak firavunluktur. Böylelerine gönüllü olarak uymak da müşrikliktir. Yani Ebu Bekirliği terk edip Ebu Cehilleşmektir.
Bugün içinde bulunduğumuz çağ ve yaşadığımız hayat; bu noktadan şairini feryat ettiren bir tabloyu yansıtmaktadır. Öyle der:
“Biz bu dünyadan nereye
Göçelim, yâ Muhammed?
Yeryüzünde riyâ, inkâr, hıyânet
Altın devrini yaşıyor.
Diller, sayfalar, satırlar
‘Ebû Leheb öldü’ diyorlar:
Ebû Leheb ölmedi, yâ Muhammed,
Ebû Cehil, kıt’alar dolaşıyor.” (Arif Nihat Asya, Na’at’tan.)
Çağımızın şehid müfessiri Seyyid Kutub (rh.a.) iman-amel ilişkisini şu veciz tesbit ve ifadelerle gözler önüne sermektedir:
İman hayatın en büyük temelidir. İyiliğin her türü, her dalı buradan dal budak salar. Meyvelerinin hepsi buna bağlıdır. Bu iman olmadan iyiliğin her dalı ağacından koparılmış olur. Solmaya ve kurumaya mahkum olur. Yoksa bunların hepsi şeytani meyvelerdir. Onların bir sürekliliği ve devamlılığı olamaz.
İman hayatın tüm yüce iplerinin bağlarının kendisine bağlandığı eksendir. Yoksa bu bağların tamamı çözülmüş, hiçbir şeye bağlanmamış olur. Arzu ve isteklere ve ihtiraslarla birlikte çürüyüp boşa gider.
İman darmadağın haldeki hareketleri, amelleri birleştirir. Birbiri ile uyumlu, birbiri ile yardımlaşan bir düzen içine sokar. Hepsini tek bir yola, tek bir hareket içine sevkeder. Bunların hepsinin belli bir itici gücü ve hepsinin belirlenmiş bir hedefi vardır” dedikten sonra,
Dikkatlerimizi şu gerçeğe çeker ve der ki:
“Bu nedenle Kur’an bu temele dayanmayan, bu eksene bağlanmayan ve bu sistemden kaynaklanmayan bütün işleri ve iyilikleri hiçe sayar, onlara hiçbir değer vermez. Bu konuya İslam’ın bakış açısı apaçık ortadadır. İbrahim suresinde deniyor ki:
“Rabbini inkar edenlerin iyi davranışları fırtınalı bir günde şiddetli rüzgarda savrulan küle benzer, yaptıkları iyi işler karşılığında ellerine hiçbir şey geçmez. İşte koyu sapıklık budur.” (İbrahim 18)
Nur suresinde de şöyle buyuruluyor: “Kafirlerin amelleri ise engin çöllerdeki serap gibidir. Susuz kimse onu su zanneder, fakat oraya varınca hiçbir şey bulamaz. Kafir karşısında Allah’ı bulur. O da hesabını eksiksiz olarak görür. Zaten Allah’ın hesaplaşması çabuktur.” (Nur 39)
Bunlar imana dayanmadığı müddetçe tüm iyiliklerin, tüm değerlerin boşa çıkarılacağını gösteren apaçık hükümlerdir. Çünkü iman, ameli sürekli olarak varlığın kaynağına bağlayan bir faktör ve varlığın amacına uygun düşen bir hedeftir. Tüm işlerin dizginini Allah’a havale eden bir inanç sisteminin en tutarlı bakış açısıdır. Ondan kopan tamamı ile kopmuş olur ve anlamının gerçek manasını yitirmiş olur.
İman, fıtratın sağlıklı olduğunu, insan dünyasının sağlam olduğunu gösteren bir ölçüdür. İnsanın bu bünyesinin bütün bir evrenin fıtratı ile uyum içinde olduğunu gösterir. İnsan ve onun etrafını kuşatan evren arasında sağlıklı, karşılıklı anlaşmanın delilidir. İnsan bu evrenin içinde yaşar. Bünyesi sağlıklı olan insan ile bu evren arasında karşılıklı iletişimin, anlaşmanın olması gerekir ve bu karşılıklı iletişimin insanı imana getirmesi icab eder. Zira bu evrenin kendisi dahi onu bu şekilde harika olarak yaratan sınırsız kudretin delilleri ve mesajları ile doludur.
Bu karşılıklı iletişim yitirilir veya bozulursa, bu dahi tek başına algılama konumundaki şu insan bünyesinin noksanlığını ve onda meydana gelen gediklerin varlığını gösterir. Bu ise hüsrandan başka bir şey getirmeyen ve dış görünüş itibarı ile iyi görünse de hiçbir iyiliğin kendisi ile birlikte bir anlam ifade etmeyeceği kesin hüsrandır.
Müminin dünyası öylesine geniş, öylesine kapsamlı, öylesine derin, öylesine yüce, öylesine güzel, öylesine mutlu bir dünyadır ki, onun yanında inanmayanların dünyaları, küçük, sönük, düşük, değersiz karanlık ve mutsuzluk dünyasına dönüşür. Bu ise gerçekten büyük bir hüsrandır. Hem de ne hüsran!” (Seyyid Kutub, Fi Zılal’il Kur’an)
Sözlerimizi söz konusu ayet-i kerimenin mealini tekrarlayarak noktalayalım:
“İnanıp da imanlarına herhangi bir zulüm, haksızlık bulaştırmayanlar var ya, işte güven onlarındır ve onlar doğru yolu bulanlardır.”
Süleyman Önsay.