Hz. Peygamber ve Güven Toplumu!
Bu başlık bu yıl ki “Kutlu Doğum Haftası” kutlamalarının ana temasını vurgulayan bir tanıtım şablonudur. “Güven toplumu” güvenen ve güvenilen insanların topluluğudur
“Mümin güvenendir” ve “Mümin güvenilendir” başlıkları afişlerde sergilenmektedir. Tabii ki müminden söz edilen yerde iman gerçeği ortaya çıkar.
Güvenen ve güvenilen insanın inşasında olmazsa olmaz olan imandır. O halde iman nedir?
Önce yanlış algılamalardan dolayı şu noktaya dikkat çekmemiz gerekiyor;
Peygamber Efendimizin dünyayı şereflendirmeleri ne bir günün, ne bir haftanın, ne bir ayın, ne bir yılın, ne de bir asrın olayı değildir. O’nun viladeti bir dönemin her anına ve her mekanına damga vuran bir rahmet vesilesidiır.
O (s.a.v.), ahir zaman peygamberidir. Onun için O’nun (s.a.v.), teşrifi “Kutlu Doğum Dönemi” mührünü taşır.
Evet, konumuza dönelim, iman nedir, demiştik.
“İman sözlükte, ‘bir kişiyi söylediği sözde tasdik etmek, doğrulamak, söylediğini kabullenmek...şüpheye yer vermeyecek biçimde içten ve yürekten inanmak’ anlamlarına gelir.,
Terim olarak ise, Hz. Peygamber’i, Allah Teâla’dan getirdiği kesin olarak bilinen hükümlerde (zarûrât-ı dîniyye) tasdik etmek, onun haber verdiği şeyleri tereddütsüz kabul edip bunların gerçek ve doğru olduğuna gönülden inanmak demektir.(Komisyon, İlm)”
Burada öncelikle çok vahim ve o kadar da yaygın olan bir yanılgıyı gözler önüne sermek zorundayız; Genelde Allah’ın varlığını reddetmemek mümin olmak için yeterliymiş gibi bir anlayış maalesef idrak dünyamızı kapkara kaplamış durumdadtr. Said Nursi (Rh. a.) bu tehlikeye şöyle işaret ve izah eder;
“Evet, inkâr etmemek başkadır, îmân etmek bütün bütün başkadır.
Evet, kâinâtta hiçbir zîşuûr (akıl sâhibi), kâinâtın bütün eczâsı (cüz’leri-kısımları) kadar şâhidleri bulunan Hâlık-ı zü’l-Celâl’i (celâl sâhibi yaratıcıyı) inkâr edemez. Etse, bütün kâinât onu tekzîb edeceği (yalanlayacağı) için susar, lâkayd kalır. (Said Nursi (Rh. a). Emirdağ Lâhikası-I, 312)
İnsanlık tarihine bakıldığında hiçbir döneminde inkar olayı görülmemektedir:
“Hiçbir zaman Allah’ın (c.c) varlığı inancı hakkında tartışma olmamıştır.
Allah’ın zatı, sıfatları ve yaratıklar ile arasındaki ilişkiler üzerinde çeşitli görüşler ileri sürülmüştür, fakat bu görüşleri savunanlar Allah’ın varlığını reddetmiyorlar. İnsan fıtratı bu gerçeği, yani Allah’ın varlığı gerçeğini hiçbir zaman unutmuş değildir.
Yalnız şu son zamanlarda hayatın özünden ve fıtratın kaynağından kopuk ateist bir grup türedi. Bu türediler Allah’ın varlığını kökünden inkâr ediyor. Fakat bunlar, kural dışı meydana çıkmış bir yaratık türüdür, varlık bütününe bağlanan bir kökü yoktur. Bu yüzden önünde sonunda yok olmaya, varlık bütününden ayıklanıp atılmaya kesinlikle mahkûmdur. Bu varlık bütününün ne yapısı ve ne de fıtrî karakteristiği sözünü ettiğimiz köksüz yaratıkların varlıklarına asla katlanamaz!” (Seyyid Kutup)
Seyyid Kutup merhumun “kural dışı meydana çıkmış bir yaratık türüdür, varlık bütününe bağlanan bir kökü yoktur” diye bahsettiği inkarcılar yani ateistler için şu değerlendirme çok yerinde ve çarpıcıdır;
“Allah’ı inkar edenin hali bana şunu hatırlatır. Uçarken bir cama çarpan sinek, görme hisleriyle dokunma hisleri arasındaki tezattan mantıkî bir netice çıkaramaz. Saatlerce önüne çıkan fakat göremediği için inanmadığı bir duvarı aşmak hırsıyla inat ederek çabalar. (Sur Dergisi, s.197, sh. 13, Lecumte Du Nouy-Lö kumpt Du Nouy-)
Mevlana “Allah’tan ancak âlim kulları korkar” (Fatır 28) âyetini tefsir ederken:
Sinek aslanın başına konmuş:
“Hani nerede or-manlar kıralı karşıma çıksın, pençeyi ben de görsün” der-miş, diye anlattıktan sonra:
“Bre sinek, aslandan kork-mak için ceylan olmak lazım. Senin gibi sinekler aslanı tanımaz ki, korksun” der. (Mahmut Toptaş. Şifa Tefsiri)
“Kâinâtın bütün eczâsı (cüz’leri-kısımları) kadar şâhidleri bulunan Hâlık-ı zü’l-Celâl’i (celâl sâhibi yaratıcıyı) inkâr edemez.”
Şu beyit ne adar manidardır:
“Her keya ki ez zemin ruyed,
Vahdehü la şerike le hu kuyed”
”Yerden çıkan her şey şöyle der; O tektir, O’nun ortağı yoktur.”
Şinasi de;
“Varlığın bilme ne hacet kürre-i alem ile
Yeter isbatına halk ettiği bir zerre bile”, der.
Allah’ın (c.c.) varlığını ispat hususunda mikrop denilen gözle göremediğimiz varlıklar bile yeterlidir.
N. F. Kısakürek merhum, “Pastör’ün mikrobu keşfettiği bir çağda artık Allah’a inanmam” diyen bir doktora şöyle cevap verir;
“Sen inkarına Pastör’ün mikrobu keşfetmesini dayanak yaparken onun bu hususda ne dediğini bilir misin? O der ki; ‘Kainatta hiçbir şey olmasa bir mikrop bile Allah’ın varlığına kanıt olarak kafidir.’
Almanya’da yayınlanan tanınmış aylık dergilerden PM son sayısında “Allah ve izafiyet” konusunu kapak haberi yaptı…
Prof. Dr. Paul Davies imzalı “Kâinat’ın itaat ettiği kanunlar Allah’tan mı kaynaklanıyor?” …
Einstein’ın izafiyet teorisinden hareketle, kâinatın kendi kendine meydana gelemeyeceği ve kâinatın kendisine itaat etmek zorunda olduğu tabiat üstü bir Yaratıcı’nın mutlaka var olduğu ve her şeyi O’nun idare ettiği gerçeği vurgulanıyor..
Fezadaki milyarlarca yıldızdan oluşan milyarlarca dev galaksinin tesbih tanesi gibi kolay ve mükemmel bir ritimle evrilip çevrilmesini müşahede eden İngiliz astronom Sir James Jeans’ın, “Allah büyük bir matematikçidir” sözüne de yer verilen yazıda özetle şu görüşler belirtiliyor:
Düşünme kabiliyetine sahip insanla çeşitli kanun ve sistemleriyle kâinatın yaratılması arasında derin bir ilişki vardır. İdrak sahibi insanın, kainat içinde belli bir mekan ve zamanda yaratılması tesadüfi bir olay değil, meselenin özüdür…
Amerikalı ilim adamı ve yazar Freeman Dyson:
“Bu kainatta kendimi yalnız hissetmiyorum. Onu ne kadar çok araştırırsam, ne kadar onun mimarisinin inceliklerini tecrübe etsem, kainatın bizim bu dünyaya geleceğimizi bilmesi gerektiğine dair daha çok deliller keşfediyorum” diyerek aslında kudret sahibi ve her şeyi bilen Allah’ı anlatıyor..
Sözün özü;
“Evet, inkâr etmemek başkadır, îmân etmek bütün bütün başkadır.
Evet, kâinâtta hiçbir zîşuûr (akıl sâhibi), kâinâtın bütün eczâsı (cüz’leri-kısımları) kadar şâhidleri bulunan Hâlık-ı zü’l-Celâl’i (celâl sâhibi yaratıcıyı) inkâr edemez. Etse, bütün kâinât onu tekzîb edeceği (yalanlayacağı) için susar, lâkayd kalır. (Said Nursi (Rh. a). Emirdağ Lâhikası-I, 312)
Süleyman Önsay.