Kurbanı anlamakve yaşamak
Yüce Mevlamıza şükürler olsun bir kez daha kurban kesme ibadetini eda edebilme günlerine kavuştuk. Kurbanlarımızın Allah katında kabule şayan bulunmasını ve bizleri Rabbimize yakın olma bilincine ulaştırmış olmasını ümit ve niyaz ediyoruz.
Bu münasebetle kurban ibadeti ile ilgili olarak şu önemli noktayı tekraren vurgulamakta yarar görüyoruz. Kurban edilecek hayvanı başı yerine kuyruğundan çekerek kesim yerine götürmek ne kadar hatalı ve yersizse, kurban kesme konusuna da sadece “Vacip mi? - Sünnet mi?” noktasından bakmak ve yorumlamak o denli yanlış ve sığ bir yaklaşımdır.
Çünkü, kurban kesme eylemi Hz. Âdem (a.s.)’ın oğulları ile başlamış (Mâide, 27), Hz. İbrahim ve İsmail (a.s.) da onların kesme ve kesilme emrine uyarak teslimiyet ve fedakarlık göstermeleriyle de doruğa ulaşmıştır. (Saffat Suresi, 102-111)
Hz. Peygamber Efendimize kadar tüm dönemlerde dini yaşantının içinde yerini alan ve Peygamberimizce de “Kurban kesiniz çünkü o babanız İbrahim (a.s.)ın sünnetidir” (Elmalılı M.Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, c.8, s.620) buyrularak eda edilen bu ibadet görüldüğü gibi Hz. İbrahim (a.s.)’dan beri devam eden dînî bir motiftir.
Yine kurbanı sadece bir sosyal yardımlaşma vesilesi olarak görüp onu kesmeyip bedelini hayır olarak şu veya bu felâketin mağdurlarına veya herhangi bir muhtaçlık konumu olan bir başka yere göndermek; çıplak kalmış çaresiz kişiler için onlara bayrağı elbise yapıp giydirmek gibi sağduyudan uzak bir yaklaşımdır. Evet, ulusların bayrakları kumaştan yapılır ama artık onlar herhangi bir kumaş parçası değildir ve kumaş olarak da kullanılamazlar. Onlar ait oldukları ulusların tüm değerlerinin sembolüdür. Bunun dışında herhangi bir amaç için hiçbir şeye indirgenemezler. Muhtaç insanların giyimi için o toplumun insanlarına başka fedakârlıklar düşer.
İşte kurban da aynen böyle olup, yeryüzündeki tüm müminlerce hep bir yürekten ve hep bir ağızdan her şeyi Allah için feda etmeye hazır olmanın yılda bir kez sembolik olarak ümmet ölçeğinde yaşanmasıdır. Yüce kitabımızda buyrulduğu gibi “Şüphesiz benim namazım, kurbanım, hayatım ve ölümüm hepsi âlemlerin Rabbi Allah içindir.” (En’âm, 162) diyerek tereddütsüz teslimiyet bilincini ve gerektiğinde O’nun için her şeyi feda edebilme duygusunu Muhammed ümmeti olarak yudum yudum özümleyebilmektir.
Peki “Kurbanın vacip veya sünnet olma konumu” ile ilgili boyutu nedir? İşte o husus kurban kesebilecek durumda olup da kesmeyenlerin durumu ile ilgili olarak Efendimiz döneminden yıllar sonra müçtehit imamlarımızca (r.a.) yapılan yargı yorumudur (içtihadıdır). Kurban ibadetinin neticesi ile yani ahirette göreceği karşılık ile ilgili bölümüdür. Yani olayın Allah’a ve öteye dönük kısmıdır. Bizlere düşen ise, kurban ibadetine tek yönüyle değil bütünü boyutlarıyla yaklaşmak ve bakmaktır.
İnanan insan, son nefesine kadar, Allah’ın rızasını kazanabilmek için O’nun razı olmadıklarını O’nun için feda etme, O’nun emrettiklerini de her şeye rağmen yerine getirme teslimiyetini göstermek, yani kulluk yapmak konumundadır. (Hicr, 99)
İşte yılda bir kez müminler kurbanlarıyla, bu inancın, bu kararlılığın, bu göreve sadakatin simgesel ifadesini yaşar ve yansıtır. Bugünlerde kurban kesecek maddi gücü olmayan fakir müminler ne yapar denirse;
Bunun cevabı Kâinat’ın Efendisinden. Bir sahabi sordu:
“Ya Resulallah, ne buyurursun? Sütünden faydalanayım diye bana verilen bir koyundan başka bir şeyim yok. O’nu kurban etmeli miyim?”
Resulullah (s.a.s.): “Hayır kesecek başka hayvanın yoksa, (kendi) saçlarını kestirir, tırnaklarını keser, bıyıklarını kıptırır, muayyen yerlerdeki kılları traş edersin. İşte bunlar, Allah nezdinde senin tam kurbanın olur” buyurdular. (Taç, c.3, s.208, Hadis no: 335)
Görülüyor ki; kurbanda asıl olan, müminin varsa temsilen hayvanını keserek yoksa vücudundan atılması gereken unsurları bu duygu ile kesip atarak TESLİMİYET VE FEDAKÂRLIK BİLİNCİNİ SEMBOLİK OLARAK YAŞAMASIDIR. Hayır yapmak kurbana bedel olabilecek olsaydı, herhalde Efendimizin de bu sahabiye hayvanını kesme ama onun yerine sütünden dağıt, demesi gerekmez miydi?
Bir müslüman, “.. kurban kesmekle Allah’ın emrine boyun eğmiş ve kulluk bilincini koruduğunu canlı bir biçimde ortaya koymuş olur.” Ve yine bir müslüman kurban ibadetiyle “Hz. İbrahim ile oğlu İsmail’in Cenab-ı Hakk’ın buyruğuna mutlak itaat konusunda verdikleri başarılı sınavın hatırasını tazelemiş ve kendilerinin de benzeri bir itaate hazır olduğunu simgesel davranışla göstermiş olmaktadır.” (Komisyon, İlmihal, T.D.V., c.2, s. 1/6)
Görülüyor ki; kurban, hep bir yürekten ve hep bir ağızdan mümin olarak her şeyi Allah için feda etmeye hazır olmanın yılda bir kez sembolik olarak ümmet ölçeğinde yaşanmasıdır. Aynı zamanda bu günlerde ifa etmiş olduğumuz kurban ibadeti adeta “Ölümden yapılmış canlı bir konuşma”olup bizlere şu mesajı vermektedir:
Kâinat tüm varlıklarıyla zerresinden küresine kadar insanoğluna adanmış, onun hizmetine tahsis edilmiş ve onun emrine ram edilmiş iken insanoğlu da Rabbine kulluk göreviyle sorumlu kılınmış ve O’na adanmıştır? (Zâriyat, 56) O halde insan her anında niçin yaratıldığını ve kime adandığını bilecek ve bu bilinçle yaşayacaktır. Zatına kullukla adandığı Rabbinin daima huzurunda bulunduğunu unutmayacaktır:
Öyle buyurdu Yüce Mevlamız:
“İnsanı biz yarattık ve elbette içinden geçenleri biliriz; sağında solunda oturmuş alıcılar alıp kaydederken biz ona şah damarından daha yakınız.
O hiçbir söz söylemez ki; yanında çok dikkatli bir gözetleyici olmasın!” (Kaf, 16-18)
Bu nedenle “..yaptığımız her hareketin, söylediğimiz her sözün, sağımızda veya solumuzda kaydeden kâtipleri bulunduğunu ve bizim hesabımıza deftere işlendiğini ve Allah’ın katına çıktığımız gün onun hiçbir kırıntısının zayi olmayacağını bilip göz önünde bulundurarak yaşamamız..” gerekmektedir. (Seyyid Kutub, Fızılal-il Kur’an, c.14, s.27-28)
Süleyman Önsay.