* FANİ DUNYA FORUM HABERLER


Gönderen Konu: O S.A.V Dâvetçidir  (Okunma sayısı 388 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

fanidunya

  • Ziyaretçi
O S.A.V Dâvetçidir
« : Aralık 26, 2019, 09:35:17 ÖÖ »
O  S.A.V  Dâvetçidir
   
O (s.a.v.), Kendisine Verilen Şeriat’in Davetçisi ve İzleyicisi idi!

Çünkü yüce Rabbimiz, Efendimizi şöyle ikaz etmişti: 

“Sonra da seni din konusunda bir şeriat sahibi kıldık. Sen ona uy; bilmeyenlerin isteklerine uyma.”  (Câsiye,18)

Kureyş ileri gelenleri Hz. Peygamber’i devamlı olarak atalarının dinine dönmeye çağırıyor ve bunda ısrar ediyorlardı. Âyet-i kerime uyulacak dinin İslâm olduğunu ve başka isteklere kapılmamak gerektiğini hatırlatmaktadır.  (Diyanet Vakfı Meâli, s.545) 

Kendisine Verilen Şeriat Ne Anlam ve Önem İfade Ediyordu?

“O bürhân-ı Hakk (Hakk’ın delîli) ve sirâc-ı hakikat (hakikat güneşi olan Hz. Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâm), öyle bir din ve şeriat göstermiştir ki; iki cihânın saâdetini te’mîn edecek desâtîri câmi‘dir (düsturları içinde toplamıştır). Ve câmi‘ olmakla berâber, kâinâtın hakâikını (hakikatlerini) ve vezâifini (vazîfelerini) ve Hâlık-ı Kâinât’ın esmâsını ve sıfâtını (kâinâtın yaratıcısının isimlerini ve sıfatlarını), kemâl-i hakkâniyetle (dosdoğru) beyân etmiştir.

İşte o İslâmiyet ve şeriat, öyle bir tarzda muhît (kuşatıcı) ve mükemmeldir ve öyle bir sûrette kâinâtı kendiyle berâber ta‘rîf eder ki, onun mâhiyetine dikkat eden elbette anlar ki; o din, bu güzel kâinâtı yapan zâtın, o kâinâtı kendiyle berâber ta‘rîf edecek bir beyannâmesidir ve bir ta‘rifesidir.

Nasıl ki bir sarayın ustası, o saraya münâsib bir ta‘rife yapar. Kendini vasıflarıyla göstermek için, bir ta‘rife kaleme alır. Öyle de, din ve Şeriat-ı Muhammediye’de (asm) öyle bir ihâta (kuşatıcılık), bir ulviyet (yücelik), bir hakkâniyet görünüyor ki, kâinâtı halk ve tedbîr (yaratan ve idâre) edenin kaleminden çıktığını gösterir.

O kâinâtı güzelce tanzîm eden kim ise şu dîni güzelce tanzîm eden yine O’dur.  Evet o nizâm-ı ekmel (kâinâttaki en mükemmel düzen), elbette bu nazm-ı ecmeli (en güzel bir tertîb olan İslâmiyet’i) ister.”  (Said Nursi (rh.a.)Zülfikâr, 19. Mektûb, 91-92 -Hayrat Vakfı Meâli Açıklaması)

O (s.a.v.), Ne Pahasına Olursa Olsun Allah’ın Hükümlerini Uygulayan Bir Davetci İdi!

Aişe (r.ha) şöyle nakletmiştir:

Mahzum kabilesine mensup, hırsızlık yapan bir kadının durumu Kureyş’i üzdü. “Onun hakkında Resulullah ile kim konuşur” denildi. “Buna Rasûlullah’ın çok sevdiği Usâme b. Zeyd’den başka kim cesaret edebilir?” dediler. Usâme Rasulullah (s.a) ile konuştu. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a);

“Ya Üsame! Allah’ın hadlerinden bir hadde şefaat mı ediyorsun?” buyurdu. Sonra kalkıp halka hitaben şöyle dedi:

“Şüphesiz sizden öncekiler, içlerinde itibarlı birisi hırsızlık yaptığı zaman bırakıverdikleri, zayıf birisi hırsızlık yaptığında ise kendisine had uyguladıkları için helak oldular. Allah’a yemin ederim ki eğer Muhammed’in kızı Fatıma (bile) hırsızlık yapsa elini keserim.”

..Hırsızlık yapan, ailesinin en değerli ferdi olan kızı Fatıma bile olsa elini keseceğini söylemiş ve kadının elini kesmiştir.

Kadın daha sonra pişmanlık duymuş, durumunu düzeltmiş ve evlenmiştir. Hatta bazı hacetleri için Hz. Aişe’nin yanına geldiği rivayet edilir.

Hadis-i şeriften anlaşıldığına göre hadlere tealluk eden bir cezanın affedilmesi ya da hafifletilmesi için yetkililer nezdinde şefaatçi olmak caiz değildir. Bu hüküm hakim nezdinde dava başladıktan sonrası içindir. Bu konuda tüm âlimler müttefiktir. Ama daha dava mahkemeye intikal etmeden devlet yetkilisi tarafından duyulmadan önce suçu örtbas etmek, affı için şefaatçi olmak ulemânın çoğunluğuna göre müstehabtır. Ama bu, kötülüğü adet edinmeyen kişiler hakkındadır.

Haddi gerektirmeyen suçlarda ise suçlunun affı için yetkililer nezdinde şefaatçi olmak ve şefaati kabul etmek caizdir.((Buhârî, hudud 12; enbiya 54; Müslim, hudud, 8.9; Tirmizi, hudûd 6; İbn Mâce, hudud 6; Nesâi, sarik 6; Darimi. hudûd 5.) -Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 15/41-  -Hadis Ansiklopedisi-)

O (s.a.v.)’in Davetine Uymayanları Bekleyen Son:

Uyarıya aldırmayanlara ötede cehennem bekçileri hayretle soracaklar:

“O küfredenler, bölük halinde cehenneme sürülür. Nihayet oraya geldikleri zaman kapıları açılır, bekçileri onlara: Size, içinizden Rabbinizin âyetlerini okuyan ve bugüne kavuşacağınızı ihtar eden peygamberler gelmedi mi? derler. «Evet geldi» derler ama, azap sözü kâfirlerin üzerine hak olmuştur.”

Onlara şöyle denir: “İçinde ebedî kalmak üzere cehennemin kapılarından girin. Büyüklük taslayanların kalacağı yer ne kötüdür!” (Zümer, 71,72-Diyanet Vakfı Meali)

Peki Ya Uyanlar:

Rablerine karşı gelmekten sakınanlar ise bölük bölük cennete sevk edilir, oraya varıp da kapıları açıldığında bekçileri onlara: Selam size! Tertemiz geldiniz. Artık ebedî kalmak üzere girin buraya, derler.

Onlar: Bize verdiği sözde sadık olan ve bizi, dilediğimiz yerinde oturacağımız bu cennet yurduna vâris kılan Allah’a hamdolsun. İyi amelde bulunanların mükâfatı ne güzelmiş! derler. (Zümer, 73,74-Diyanet Vakfı Meali)

Evet, O (s.a.v.) Öyle Bir Davetçi ki!

“O hutbe-i ezeliyeyi (Kur’ân’ı) okuyan zât, kâinâtın kemâlâtını (yüksek kıymetlerini) keşfeden (ortaya çıkaran) canlı bir güneştir. Bak saâdet-i ebediyeyi ihbâr ve tebşîr ediyor (haber veriyor ve müjdeliyor). Nihâyetsiz rahmeti keşfetmiş, i‘lân ediyor. Saltanat-ı rubûbiyetin (Allah’ın kâinâttaki saltanatının) mehâsininin (güzelliklerinin) dellâlı ve esmâ-i İlâhiyenin (Allah’ın isimlerinin) gizli defînelerinin keşşâfıdır.

Evet! O Zât (asm) vazîfe i‘tibâriyle, hakkın bürhânı (delîli), hakikatın ziyâsı (ışığı), hidâyetin güneşi, saâdetin vesîlesidir.

Şahsiyeti ve hüviyeti cihetiyle, muhabbet-i Rahmâniyenin (Rahmân olan Allah’ın sevgisinin) misâli, rahmet-i Rabbâniyenin timsâli (Allah’ın rahmetinin nümûnesi), hakikat-i insâniyenin şerefi, şecere-i hilkatin (yaratılış ağacının) en kıymettar ve en bahâdar (değerli) meyvesidir. Teblîğ ettiği dîni hâriku’l-âde bir sür‘atle şark ve garbı ihâta etmiş (kuşatmış), nev‘-i beşerin (insanlığın) beşte biri dînini kabûl etmiştir.” (Said Nursi (rh.a.)Mesnevî-i Nûriye, Reşhalar, 19-20)

 Süleyman Önsay.

fanidunya

  • Ziyaretçi
Ynt: O S.AV Bir Işıktır
« Yanıtla #1 : Aralık 29, 2019, 09:54:43 ÖÖ »
O  S.AV  Bir Işıktır
   
“Ey Peygamber! Seni tanık, müjdeci, uyarıcı, izniyle Allah’a çağırıcı ve etrafını aydınlatan bir ışık olarak gönderdik.”(Ahzâb, 33/45,46 )

Ümmetin üstüne titreyen sensin

Müjdeci, uyaran, gel diyen sensin

Kulunu Allah’a sevdiren sensin

Geceyi gündüze çeviren sensin

Ey Hakk’ın şahidi yüzünü göster

Kul şehadetinle tanınmak ister.”  (Hayreddin Karaman, Dert Söyletir, s.9)

Evet O (s.a.v.)  insanlığın gecesini gündüze çeviren, köleliğin değil, kulluğun yolunu gösteren biri Peygamberlerin efendisi ve sonuncusu idi. Tağutların zulüm ve zulmetinde değil, Allah’ın rahmet ve nurunda yaşamanın son ve tek öncüsü ve örneği idi! İnsanoğlu ömür denilen dünya sahnesinde ya yaratılış hikmet ve gayesine uygun “kul” olabilecek ya da Allah’ın ilahlığına yani tek oıorite oluşuna karşı çıkıp kendilerinin Rablığını ilan ve icra eden tağutların “köle” si olacaktır! İnsanlık için ne bir üçüncü şık ne de ikisinin arasının bulunması, uzlaşının sağlanması asla söz konusu değildir! Bakınız Bakara suresinin 257’inci ayet-i celilesinin meal ve yorumunda bizlere hangi mesaj veriliyor:

Allah, inananların koruyucusu, yardımcısı, dostu ve velisidir; onları karanlıklardan aydınlığa çıkarır. İnkâr edenlere gelince, onların velisi de Allah’ın otoritesini ve hükümlerini hiçe sayarak kendilerini ilâhlaştıran insan ve cin şeytanları, yani tağutlardır. Bu azgın şeytanlar, onları aydınlıktan karanlıklara sürüklerler. İşte bunlar, cehennem halkıdırlar ve sonsuza dek orada kalacaklardır!

Mümin ile kâfiri daha iyi tanımak üzere, şu yaşanmış örneğe kulak verin:

Allah kendisine hükümdarlık verdi diye, O’nun bahşettiği zenginlik ve güçle şımarıp azgınlaşarak Rabb’i hakkında İbrahim’le tartışmaya girişen Nemrut adındaki kimsenin hâline bir baksana! Hani İbrahim:

“Benim Rabb’im hem dirilten, hem de öldürendir!” deyince, o:

“Ben de tıpkı senin Rabb’in gibi diriltir ve öldürürüm!” dedi. Sonra güya iddiasını ispatlamak için, ölüm cezası almış iki mahkûmu zindandan çıkarttı. Birini öldürdü, diğerininse hayatını bağışladı. Buna karşılık İbrahim, onunla kısır tartışmalara girmeden:

“Peki, Allah güneşi doğudan getirir, haydi sen de kayıtsız şartsız itaat edilmeye lâyık bir otorite isen, onu batıdan getirsene!” deyince, o inkârcı şaşırıp kaldı, İbrahim’e verecek bir cevap bulamadı.

Allah, hakîkati bile bile reddeden zâlim toplumu doğru yola iletmez.

Gelelim, ikinci örneğe:

Yâhut hakîkate ulaşmak için çaba harcayan, doğruyu görünce de, inatçılık etmeden ona teslim olan şu kimsenin misaline ibretle bir bak, bir düşünsene: Hani o, altı üstüne gelmiş, ıssız mı ıssız bir şehrin yanından geçerken kendi kendine:

“Bütün bunlar ölüp gitmişken, Allah hepsini yeniden ne zaman, nasıl diriltecek acaba?” deyince, Allah onu derhâl öldürdü ve yüz yıl sonra yeniden dirilterek:

“Söyle bakalım, sence ölü vaziyette kaç yıl kaldın?” diye sordu. Adam:

“Olsa olsa bir gün, ya da birkaç saat kalmışımdır!” deyince, Allah buyurdu ki:

“Hayır, aslında yüz yıl kaldın. Yiyeceğine ve içeceğine baksana, daha bozulmamışlar bile. Bir de şu etleri çürümüş, kemikleri dağılmış eşeğine bak! İşte bütün bunları, seni, insanlığa, sınırsız kudretimizi gösteren bir ibret belgesi kılmak için yaptık. Şimdi o çürümüş kemiklere bir bak; nasıl onları üst üste yerleştiriyor, sonra da üzerlerine et giydiriyoruz!”

Nihâyet, ölüm ötesi hayat ile ilgili hakîkat ona iyice belli olunca:

“Artık kesinlikle anladım ki, Allah’ın her şeye gücü yetermiş!” dedi.

Demek ki Allah sizden körü körüne iman etmenizi değil, aksine vahyin ışığında aklınızı kullanarak ve tüm kalbinizle iknâ olarak inanmanızı istiyor. (Mahmut Kısa Meali, Ayet: 257. 258 ve 259, Bakara Suresi)

Evet O (s.a.v.), vahyin son ve biricik ışığıdır. İnsanlık insanca yaşamak ve insan olarak kalabilmek için mecburdur hayatının tüm boyutlarında O (s.a.v.) ışığa yönelmeye. Çünkü:

“Beşer bilgisi Allah, varlık, başlangıç ve son, ruh, âhiret, iman, ibadetler, helâller ve haramlar gibi konularda yetersizdir. Bu konularda aydınlığa kavuşmanın, doğru bilgi sahibi olmanın geçerli yolu vahiydir, Peygamberi dinlemektir. Şu halde Peygamber bir ışıktır, insanoğlunun en önemli bilinemezlerine Allah’ın lütfu ve izniyle onun tuttuğu ışık ortalığı aydınlatmaktadır.” (Prof. Dr. Hayreddin Karaman ve diğerleri, Kur’an Yolu Türkçe Meâl ve Tefsir, DİBY, c. IV, s.356)

Evet O (s.a.v.), öyle bir ışıktır ki:

“Gelişiyle zamanın dirildiği, gidişiyle de zamanın ölmüş gibi olduğu kimdi?

Hazreti İbrahim’in bir göktaşı olan Hacer-i Esved’in etrafında ördüğü Kâbe’yi, Allah evini putlardan temizleyendi...

Kalplerdeki ve düşüncelerdeki, hayallerdeki ve hülyalardaki putları kırandı...

İnsanı insana ve insanların sembolleşmiş gölgelerine tapmaktan, kölelik etmekten kurtarandı...

Allah inancını en saf haliyle getirendi...

İnsanlığa bu dünyada ebedîliğin yemişleri olan namazı, orucu, haccı, zekâtı bir armağan gibi getirendi...

Şehitlik ve gazilik bağışlarını inananlara armağan edendi...

Müslümanları tükenmez ilâhi kudretler olan imanla, sabırla, tevekkülle, iyilikle ve doğrulukla, cihad şuuruyla donatan ve İslâm şanıyla bezeyendi...

Sulh ve selâmetin, ebedî barış dininin sadık habercisiydi...

Bir tek kelimesine dünyanın denk gelemeyeceği Kur’an’ı, bir ilâhî çağlayan halinde insanlığın ruhuna boşaltandı...

Bir mucizeydi gelişi, varoluşu. Getirdiği yaşayan ve hep yaşayacak olan bir mucizeydi...

Bizi iman ve İslâm nimetine kavuşturan Ona selâm olsun.

Ona uyan ve Onun bütün vazife çilelerini paylaşanlara da selâm.

Selâm ki O’nun getirdiği bin bir ilâhî bağıştan biridir, birbirine tam bir şuurla ‘selâm!’ diyenlere selâm olsun.

Ne mutlu Onun ümmetinden olana.

Ne mutlu ‘Onun ümmetindenim’ diyene.” ( Sezai Karakoç, Sütun II, s. 536-538)

Öncelikle bizlere düşen ise;

“Müjdecim, Kurtarıcım, Efendim, Peygamberim;

Sana uymayan ölçü, hayat olsa teperim” ( N.F.Kısakürek, Çile, s.246)  kararlılığını gösterebilmemizdir.

Süleyman Önsay.