OKUMAK MI DOKUMAK MI?
Yüce Kitabımız Kur’an’ın, tüm insanlığa, nurunu, şifasını, rahmetini ve kurtarıcılığını sunmaya başladığı Ramazan ayı; hepimizin bildiği gibi Kur’an’a yoğun bir şekilde yöneliş günleridir. Ancak bu kucaklaşmamız sadece O’nu dinlemekten ve hatmetmekten ibaret kalmamalı ve bu ayla da bitmemelidir. M.Âkif merhum bu eksik ve yanlış tavrın altını yıllar önce şu veciz mısralarıyla çizerek müminlerin dikkatlerini bu önemli noktaya çekmiştir. Öyle der:
“İbret olmaz bize, her gün okuruz ezbere de!
Yoksa bir maksat aranmaz mı bu âyetlerde?
Lâfzı muhkem yalnız, anlaşılan, Kur’an’ın,
Çünkü kaydında değil hiçbirimiz mânânın:
Ya açar Nazm-ı Celîl’in, bakarız yaprağına,
Yâhud üfler geçeriz bir ölünün toprağına.
İnmemiştir hele Kur’an, bunu hakkıyla bilin,
Ne mezarlıkta okunmak, ne de fal bakmak için!”
Evet, yaşayan insanların yol göstericisi olarak gönderilen Kur’an’a; ölüler için ölü bir bakışla değil; diriler için, öncelikle de kendimiz için diriltici bir bakışla yönelmeliyiz. Bu ise, tüm varlığımızla O’na dönmemiz demektir.
“Kur’an’a dönüş, ruhlarımızı Kur’an ruhuna ayarlamamız, insan ve toplum ruhunu Kur’an ruhuyla diriltmemiz demektir.
Tabiata, insana, topluma, devlete, eşyaya, dünya ve öte dünyaya bakışımızı Kur’an’a göre ayarlamamız, davranışlarımızı O’nun buyruklarına göre düzenlememiz demektir.” (Sezai Karakoç, günlük yazılar III Sûr, 4. Baskı, s.77-78)
İşte bu çaplı bir dönüş için de; Kur’an’ı Ramazandan Ramazana okunan bir kitap olmaktan çıkarıp; gönderiliş gayesi ve esas misyonu olan Hidâyet fonksiyonuna, yaşanan kültür konumuna tekrar yükseltmemiz gerekir.
Ki bu; biz Müslümanlar için hayatî ve öncelikli ortak bir ihtiyaçtır.
Ki bu; biz Müslümanların, seviyemiz, yaşımız ve mesleğimiz ne olursa olsun ve kadın-erkek, ihtiyar-genç ne olursak olalım en önemli yitik değerimizdir.
Ki, bu yitiğimizi tekrar kendi öz sermayemiz haline getirmedikçe ROZET TİPİ MÜSLÜMAN olmaktan kurtulmamız asla söz konusu olamayacaktır. Zira, Müslüman; Kur’an’ı zaman zaman kucağına alıp okuyan değil, O’nu ve nurunu kalbinde, beyninde ve davranışlarında hareket noktası kılıp, hayatını O’nun örnekliğine göre dokuyandır. Şu tabloyu bir kere daha hatırlayıp ibret alalım: Hz. Ömer (r.a) bir gün hutbede, kadınların nikahta mehirleri yüksek istemelerinden söz ederek bunu tenkit eder. O sırada Mescid-i Nebevînin arka saflarından bir hanımın sesi yükselir. Bu bayan minberdeki devlet başkanına yani Hz. Ömer’e şöyle seslenmektedir: “Ey Ömer, senin ne haddine düşmüş böyle konuşmak. Allah Kur’an’da kadınların mehirleri için kantar yani deve yükü ölçüsünü ifade buyururken; senin, hanımlar mehirleri fazla istiyorlar diyerek buna karşı çıkmaya hakkın da, yetkin de yoktu” der ve Nisa Sûresinin 20. âyetini okuyuverir. Hanım sahabiyi sükunetle dinleyen Hz. Ömer (r.a), âyeti bir kez de kendisi okur ve düşünür. Kısa bir duraklamadan sonra da ağzından şu cümleler dökülür: “Şüphesiz, Kureyşli bu kadın doğru söyledi. Ömer ise hata yaptı.”
Allah Resûlü’nün “Allah benden sonra peygamber gönderseydi Ömer’i gönderirdi” buyurduğu Hz. Ömer; topluluk içinde hem de hutbesini keserek kendisine itiraz eden kadın için, “ Hanım haklı, ben haksızım” diyordu. Bu olay, ilk Müslümanların hem de istisnasız olarak, Kur’an’ı ne denli özümlediklerinin ve ne derece VAHİY KÜLTÜRÜne sahip olduklarının; muhteşem örneklerinden sadece biridir. (Bk. Doç.Dr. Ruhi Özcan, Vahiy Kültürü, s.81,82)
O halde geliniz şu sese hep birlikte kulak verelim:
“Amentüyü yeniden yaşamaya başlamak. İslâm âleminin muhtaç olduğu ilk uyanış budur. Allah’a inanmak, Kur’an-ı Kerim’e inanmak, Peygamberlerin doğruluğuna inanmak, getirdikleri yolun eskimezliğine inanmak, İslâm hükümlerinin her zaman geçerli olduğuna inanmak, öteye inanmak, hattâ ötenin her zaman beride de bulunduğuna inanmak, hesaba inanmak, elde olmaksızın başa gelene sabretmek, İslâm ahlâkıyla ahlâklanmak, yani kısaca İslâm’ı toplumda elle tutulur gözle görülür hale getirmek. Bu inanış, bu ahlâk toplumun ruhunu doldurmadan yeni bir oluştan söz edilemez....” (Sezai Karakoç, a.g.e., s.152)
Rahmet ve mağfiret ayının geride bıraktığımız bugünlerde, tutulan oruçların, yapılan hayır ve hasenatın; Muhammed Ümmetini yeni oluşlara götürecek dönüşümlere vesile olmuş olmasını niyaz ederek sözlerimizi şu ilâhi îkaz meâliyle noktalayalım:
“O kitap (Kur’an); onda asla şüphe yoktur. O, müttekîler (sakınanlar ve arınmak isteyenler) için bir yol göstericidir.” (Bakara, 2. TDV Meaâli, s.1)
Süleyman Önsay.