* FANİ DUNYA FORUM HABERLER


Gönderen Konu: VAROLUŞ HİKMETİMİZ SADECE ALLAH’A KUL OLMAKTIR  (Okunma sayısı 579 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

fanidunya

  • Ziyaretçi
VAROLUŞ HİKMETİMİZ SADECE ALLAH’A KUL OLMAKTIR
« : Ağustos 23, 2019, 09:29:11 ÖS »
VAROLUŞ HİKMETİMİZ SADECE ALLAH’A KUL OLMAKTIR

Yüce kitabımız Kur’an’da; “Ben cinleri ve insanları, ancak bana kulluk etsinler diye yarattım” (Zariyat, 56) buyurulmuştur.

“Yaratılış sebebini arayan insan, sorunun cevabını burada bulacaktır. Varoluş hikmeti, Allah’a tapmasıdır insanoğlunun. Bütün öbür oluşumlar, bunun hazırlığından ibaret.” (Sezai Karakoç, Gündönümü, s.17-19)

Allah yolunun divanelerinden N. Fazıl merhum bu olguyu çok veciz bir şekilde şiirleştirmiştir. Yalnız, öncelikle O’nu  “Allah yolunun divanelerinden” diye vasfetmemizin gerekçesini hatırlatalım. O,  “Sakarya Türküsü” şiirinde kendisini böyle tanımlıyor:

“Sakarya; sâf çocuğu, mâsum Anadolu’nun,

Divanesi ikimiz kaldık Allah yolunun!”

Evet, öyle diyor, Allah’ı tanıyıp O’na kul olmanın dışındaki tüm oluşumlar, hatta bunlar çağa damga vuran değerli eserler bile olmuş olsalar bunların tümü için,
“Anladım işi, sanat Allah’ı aramakmış.

Marifet bu, gerisi yalnız çelik çomakmış...” diyor.

“Evet, insan yer, içer, uyur, gezer, yapar, yıkar. Fakat bunların hiç biri, insanın spesifik [özel] yanını meydana getirmez. Çünkü: hayvanlar da yer, içer, gezer, yuva yapar, fırsat buldukça da yıkıcılıklarını da göstermekten kaçmazlar. Bitkiler de beslenir. Arzda birtakım değişimler yaparlar. Fakat, ibadet etmek, yani kendi yaratıcısına tam bir şuur ve teslimiyetle yönelip O’nun önünde eğilmek, insana mahsus.” (Sezai Karakoç, Gündönümü, s.17-19)

Feridüddin Attar (rh.a.) Tezkiret’ül-Evliya adlı eserinde söyle bir kıssayı hatırlatır:

Hasan Basri (rh. a.) dostlarıyla Dicle kenarında iken Rabiat’ül-Adaviyye’ nin o tarafa doğru yaklaştığını görünce seccadesini suyun üzerine yayar ve iki rekat namaz kılar. Daha önceleri Rabia ile evlenmek istemiş fakat bu teklifi, “Ben bir nefisle baş edemezken nasıl iki nefisle uğraşabilirim ki” gerekçesiyle red olunmuştu.Bunun üzerine Rabia da seccadesini havaya serip üzerinde o da iki rekat namaz kılar ve şöyle seslenir:

“Ey Hasan! Senin yaptığını suda balıklar benim yaptığımı da havada sinekler yapar. Sana ve bana düşen ne balıkların ne de sineklerin yaptığını değil, kula yakışanı yapmak yani istikamet sahibi olmaktır.”

Bunun nasıl gerçekleşeceğinin bir cevabı olarak diriliş neslinin er ve erenlerinden Sezai Karakoç beyin şu veciz ifadelerini hatırlıyoruz:

“İnsan, iradesini kullanacak, aklını kullanacak, bin bir aldanış ve aldatış engelini aşacak, ondan sonra, Allah’a tapma yüceliğine erebilecektir.

İnsan, insana tapma, kahramanları, ya da güçlü kişileri putlaştırma, eşyayı, tabiatı veya tabiat ve tarihin sembol haline gelmiş kuvvet ve kudretlerini tanrılaştırma sapkınlıklarını kırdıktan sonra, O’na, Tanrı’ya gerçek yönelişin, yani hakiki tapışın perdesi aralanacaktır.

Beden ve ruh kavgasında, ruhundan yana çıkarak, beden ve madde zincirlerini parçalayarak, içgüdülerin esiri değil hakimi olarak, insan, Allah Yolu’nu tutabilecektir.

Ruhumuzla, vücudumuzla, malvarlığımızla yaptığımız tapınmalar, eşyanın ve tabiatın, maddenin ve büyünün tutsağı olmaya hazır zamanımızı, hakikatın yurdu, konuğu ve dostu kılacaktır.

Evet, namaz, oruç, hac, zekat ve Tanrı yolunda savaş, bize örtük hakikatın perdesini açacak, ‘gayb hazineleri’nin kapısını aralayacak, bu dünyada bizi Allah’ın bir misafiri, ağırladığı dostu yapacaktır.

Tanrı dostu olan Hz. İbrahim, Tanrı’nın sevgilisi olan Son Peygamber, bize bu yolu, insanlığa bu ışıklı yolu gösterdi. Bütün Peygamberler, veliler, gönülleri saf ve davranışları temiz bütün mü’minler bu Doğru ve Ulu Yol’dan yürüdüler.

Arz, bizi yakan ateşten bir kor haline gelse, bütün insanlar şeytanın hocası kesilseler ve dünya yüzünde tek bir Müslüman kalsa, yer, gök, taş, toprak, toz ve duman bile inkârın, reddin en baştan çıkarıcı, göz boyayıcı, akıl çelici, ruhu cezp edici mikrofonu, hoparlörü, sahnesi ve ekranı haline gelse, yine o Müslüman, bütün bunlara omuz silkecek, dönüp bakmayacak, gülüp geçecek bir iman ve ruh sağlamlığında olmak borcunda ve gücündedir.

Hiçbir diriliş erinin[İslam insanının] unutmayacağı ilk ilke, ilk varoluş ilkesi, ilk kurtuluş belgesi budur.” (Sezai Karakoç, Gündönümü, s.17-19)
Müminlerin namazlarının her rekatında okudukları “İyyake na’büdü=Sadece sana kulluk yaparız” ayet-i celilesi; işte bu ilkeye uymak andını vermektir. Müfessirlerin geneline göre de şöyle demektir:

“ ‘Kâinatta ben Allah’tan başkasına hürriyetimi veremem ve ancak O’na ve O’nun emrine boyun eğerim, itaat etmeyi sever, isyandan nefret ederim, iyiliğe koşar, kötülükten sakınırım, iyiliğin başını da hakta bilirim.

Allah’ın emrine uymayan, Allah Teâlâ hesabına yapılmayan hiçbir şeye ölürüm de baş eğmem. Çünkü ben yoktum O beni var etti ve terbiye edip bana hürriyet verdi. Bu can, bu vicdan ve bu hürriyet bende O’nun bir emanetidir. Bunu yapan isterse sonsuz defalar daha yapabilir.

Bundan dolayı O’nun yolunda her şeyi feda ederim. Dilediği zaman alacağı canımı da feda ederim. İstediği zaman yıkıp, istediği zaman yapabileceği dünyaları da feda ederim.

Bu uğurda acılara katlanır, iyilik ve haksızlıklara göğüs gererim. Katlanamaz, geremezsem ölürüm. O’nun emri; zaten öleceğim. Ölürsem de böyle bir imanla, böyle bir dostlukla ölürüm.
Başlangıcım toprak, sonum toprak olur. Allah’tan gelir Allah’a giderim. İşte ben Allah’ın böyle bir kuluyum. Kendime kalırsam bir hiçim, O’na bağlanmakla her şeyim...’ diyebilmek ve buna içten bağlı olmak ne kadar büyüktür.

Ve insan için bundan daha büyük bir kuvvet, bir yücelik nasıl düşünülebilir.” (Elmalılı Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’ân Dili, Azim, c.I, s. 108)

Kestiğimiz kurbanlarla umulur ki bu şuura ulaşmışızdır.

Süleyman Önsay.