* FANİ DUNYA FORUM HABERLER


Gönderen Konu: Sevgililer Günü Mü  (Okunma sayısı 245 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

fanidunya

  • Ziyaretçi
Sevgililer Günü Mü
« : Şubat 14, 2020, 09:31:52 ÖÖ »
Sevgililer Günü Mü
   
14 Şubat sevgililer günü olarak kutlanıyor. Biz önce “sevgi”yi tanımaya çalışalım sonra da bu günün bizler için ne ifade ettiğine kısaca değinelim.

Sevgi: Sevme hissi, aşk, muhabbet, (M.Doğan. Türkçe Sözlük, s. 975) diye tanımlanır. Aşk, sevilene göre ikiye ayrılır. Birincisi: Allah’a duyulan sevgi olup buna Hakîkî Aşk denir. Bu ilâhi aşktır ki Allah’ın kulunu sevmesi, kulun da O’nu sevmesidir. (Maide, 54) İkincisi Mecâzî Aşk adını taşır. Bu, tüm yaratılmışlara duyulan sevgidir. Eğer sevilenler Allah’ın güzelliğinin tezahürü olarak değerlendirilerek seviliyorlarsa buna Rûhânî ve Aklî Aşk denir.

Bu değerlendirmeden gafil olanların yani her şeyin arkasındaki ilâhi gücü ve sanatı fark etmeyenlerin, birbirlerini ve diğer yaratıkları sevmeleri ise Tabîî Aşk adını alır. Tabii aşk helaller çerçevesinde kalırsa; caiz olur. Şayet sınırları aşıp haramlara bulaşılırsa Behîmî (hayvanî) Aşk olur ki bu rezil kimselerin ve arzularının esiri olmuş kişilerin aşkıdır. (Prof. Dr. Süleyman Uludağ, Tasavvuf Terimleri Sözlüğü, s.60, 61) Mümine yakışan tüm yaratılmışlara olan sevgisinin, behimî (hayvanî) aşka dönüşmesini önleyerek ruhanî ve aklî aşka yükselmesini sağlamaktır. Yani, sevdiği her şeyin gerisinde, Yüce Mevla’nın iradesini, kudretini görerek sevmek; güzelliklere, cazibelere, hazlara takılı kalmayıp, onları yaratan eşsiz sanatı ve Sanî’i tanıyarak sevmek. İşte o zaman, sevilen kim ve ne olursa olsun, onlara duyulan sevgi, samimiyet ve süreklilik kazanır. Renkler, solsa da; tenler, buruşsa da; canlar, ölse de; mesafeler, uzasa da; tatlar, kalmasa da; hazlar, tükense de;  menfaatler, bitse de; çıkarlar, çatışsa da; sevgi, yine varlığını tüm tazeliğiyle sürdürür. Çünkü o, sonsuz bir kaynaktan beslenen, ölümsüz olan Yüce Yaratıcıya dayanan ve oradan beslenen bir sevgidir. Onu artık Allah’tan gayri hiçbir şey söndüremez. Bunun garanti belgesi ise “el-Hübbi fi’llah ve’l-Buğzu fi’llah= Allah için sevmek, Allah için nefret etmek” ilkesidir.

Mevlana’yı “Sevgiden acılar tatlılaşır; sevgi yüzünden bakırlar, altın olur; sevgi yüzünden tortular durulur, arınır; sevgiden dertler şifa bulur; sevgi, yüzünden, padişah kul kesilir.” (Ali Ünlü, Vecizeler, Öğütler, Parolalar, s.399) dedirten sevgi, işte bu ilkeden kaynaklanan ve buna dayanan sevme hissidir. Yani rûhanî ve aklî aşktır. Haliyle insanın diğer varlıkları Allah için sevebilmesi yani tabii aşktan rûhanî ve aklî aşka ulaşabilmesi her şeyden evvel Rabbini sevmesine, Hakîki Aşk sahibi olmasına bağlıdır.

Allah’ı sevmek ise her türlü köleliğin yerine, katıksız özgürlük olan, sadece O’na kulluğa, TEVHİD İNANCI’na gönül vermektir.

Allah’ı sevmek; pisliğin her türlüsünden arınmayı, daima her bakımdan ABDEST’li olmayı seçmektir.

Allah’ı sevmek; yaratıkların ve çıkarların önünde değil, sadece Yüce Yaratıcı’nın huzurunda eğilmeyi, NAMAZ’ı bilmektir.

Allah’ı sevmek; nefsin her arzusuna uymak yerine, onlara “Dur!” demeyi, ORUC’u becerebilmektir.

Allah’ı sevmek; maddeye servete mahkum olmayı değil, onlara hakim olup muhtaçlara dağıtmayı, ZEKAT’ı sevebilmektir.

Allah’ı sevmek; gerektiğinde tüm varlığını geride bırakıp, belirlenen hedefe doğru arkaya bakmadan Hakk için koşmayı, HAC’cı arzulamaktır.

Allah’ı sevmek; akrabalığı, komşuluğu, arkadaşlığı, ziyaretleşmeyi, hediyeleşmeyi, etrafının farkında olmayı, dürüstlüğü, bağışlamayı, adaleti, cömertliği, çalışmayı, güler yüzlülüğü, tatlı sözlülüğü, yetimleri, kimsesizleri karşılıksız sevmektir.

Kısacası Allah’ı sevmek; O’nun sevdiği her şeyi sevebilmek; yine O’nun hoşnut olmadığı her şeyden nefret edebilmektir. Yalandan, hileden, zulümden, haksızlıktan, gaddarlıktan, çıkarcılıktan, ikiyüzlülükten, kinden, öfkeden, kibirden tek kelimeyle Kur’an ahlâkıyla bağdaşmayan tüm çirkinliklerden uzak durabilmektir.

İşte bu esaslar çerçevesinde cereyan eden sevme hisleri; solmayan, eskimeyen, pörsümeyen, unutulmayan, yok olmayan, gerçek aşk ve âşıklıklardır. İnsanlığın ve çağların muhtaç olduğu; sevgiler ve sevgililer de işte bunlardır. 14 Şubat Sevgililer Günü(!)ne gelince, günübirlik sevme hislerine, aşk; sezonluk sevilenlere de sevgili demek, gerçekten SEVGİ’yi tanımamak demektir. Aşkla, şehveti ayıramamak demektir. Peki, öyleyse 14 Şubat ne demek oluyor derseniz; bunun da cevabını, ortodoks bir Hristiyandan öğreniyoruz: “14 Şubat bizim günümüz değil, o katoliklerin günüdür.” (Resul Tosun, “Bugün Sevgililer Günü” Makale, 14.02.2004, Y.Şafak) İşte böyle diyor, ortodoks bir Hristiyan. Öyleyse bir Müslüman olarak bize de “Böyle bir bayramı biz zaten tanımıyoruz ki!” demekten başka ne düşer ki?   

Sözlerimizi sevgi ile ilgili şu güzel tespitlerle noktalayalım:

“Yüreğinde aşk ve sevgi taşımayan insanlar, Yeni Bir Dünya kuramazlar...

İnsanlığı kurtaracak ilham, sevginin kendisine yurt seçtiği gönüllerde yeşerir... İnsanlık tarihinde, köklü dönüm noktaları, öz değişim dönemleri, sevgi devrimleriyle, sevginin gönülde yeniden dirilişi ile başlamıştır. Sevgi kurtaracaktır dünyayı, insanlığı, Tanrı sevgisiyle kenetlenmiş sevgi demeti....

Sevgi aptallık değildir; zekâyı aşan bir zekâ, duyguyu aşan bir duyarlıktır. Hoşgörü, yöntemi; af, geleneğidir, ama, zalime nefs bataklığına saplanana, kendi putuna tapana, ya da başkalarının putunu yüceltene af, merhamet ve hoşgörü göstermek, sevgi göstermek anlamına gelmez. Onlara acınır. Onları uyarmak, asıl sevgi budur. Yoksa, sevgi gösterme adına, onları bu saplantıda bırakmak, tam tersine, onlara düşmanlık göstermek demektir. (Sezai Karakoç, Çağ ve İlham II, s. 153-156)