Tövbe, aynı kusura bir daha dönmemektir!
Rahmet ve mağfiret iklimi olan ramazan ayının kutlu ve mutlu günlerini geride bıraktık. Ancak insanlığa sunulan ve erdemli olmanın yegâne yaşayış biçimi olan İslâmca yaşamanın olmazsa olmazları olan Kur’an ve Sünnet ise önümüzde bir nur, bir şifa ve bir yol gösterici olarak durmaktadır.
Vahiy belgeli bir hayat tarzının biricik markası olan İslam’ın nuruna, hidayetine ve şifasına ulaşabilmek ve gösterdiği dünya mutluluğu ve ahiret saadeti hedeflerine ulaşabilmek için, öncelikle tüm kirlilik ve çirkinliklerden temizlenmiş olmak ve temiz kalmak gerekir. Bunun biricik yolu ve çaresi de tövbedir.
Ki, İslâm’ın ilk adımı olan ve olmazsa olmaz ana şartı bulunan Tevhid inancına ulaşabilmek için de öncelikle tövbe gerekir. İnsanoğlu için biricik kurtarıcı iksir olan Kelime-i Şehadet; küfürden, yani inkardan, şirkten, irtidattan ve nifaktan tövbe ile başlar. “Lâ ilâhe” cümlesi ile “Biz Allah’tan başka hiçbir ilâh yani kayıtsız şartsız itaat edilecek, sığınılacak, güvenilecek ve sevilecek bir başka varlık tanımıyoruz” denilerek öncelikle bu tövbe yapılır ve “ill-Allah” cümleleriyle de iman sarayına ayak basılır. Bu sebeple “Lâ süpürgesiyle yolları temizlemeden İllallah sarayına ulaşılamaz” düstûru, Allah dostlarının değişmez ilke ve ikazı olmuştur.
Bakınız Elmalılı merhum, Bakara suresinin 256. âyetini açıklarken şu kaydı düşerek;
“[Bu âyet] kesinlikle ifade ediyor ki, Allah’ın birliğine inanan bir mü’min olmak için, Allah’a imandan önce küfre tövbe etmek şarttır. Ve bu tövbenin şartı da tağutları asla tanımamaya kesin karar vermektir…[Bu âyet] Lâ ilâhe illallah ‘Allah’tan başka hiçbir ilâh yoktur’ kelime-i tevhidinin bir tefsiri demektir.”(1)der.
Görülüyor ki Allah’a iman, küfürden tövbe etmeye, küfürden tövbe etmek de tağutları reddetmeye bağlıdır. Tağut ise öz olarak; “Hakkı tanımayıp azan ve sapan her kişi ve güce verilen addır.” (2) şeklinde tanımlanır.
Burada şu da unutulmamalıdır ki tövbe sadece dudaklardan dökülen “estağfirullah; tövbe Ya Rabbi; affet Allah’ım” gibi istiğfar cümlelerini söylemekten ibaret değildir. Ve tövbe etmek yalnızca belli ay, gün ve gecelere mahsus değildir. Her an Rabbinin huzurunda olduğunun bilincinde olan mümin daima O’na yönelme durumunda olacaktır.
Yüce Mevlâmız tövbenin olmazsa olmaz vasfını şöyle beyan buyurmuştur:
“Ey iman edenler! (yani,Kelime- Şehadeti tüm anlam ve kapsamıyla gönülden kabul edenler) Allah’a nasuh tövbe ile tövbe ediniz.” (3) Görüyoruz ki Rabbimiz tövbeniz “nasuh tövbe” olacak diyor. Peki tövbe için şart koşulan Nasuh vasfı ne anlama geliyor? Aynı soruyu Muaz b. Cebel de (r.a.), Peygamberimiz’e (s.a.v.) sorduğunda Efendimiz şu cevabı verdiler:
“İşlenilen günaha öyle pişmanlık duymak ve Allah’tan öyle özür dilemek, sonra da o hatadan öyle dönmektir ki sütün memeye dönmediği gibi.”
Evet görüyoruz ki Tövbe hrıstiyanlıkta olduğu gibi günah çıkartıp tekrar aynı günaha dönmek değildir. Tam tersine ‘günah öyle öldü ki, yiğitsen gel de ölüyü dirilt’ demek gibidir.
İslam düşüncesinin çağımızdaki önde gelen temsilcilerinden Sezai Karakoç bu farklılığı şöyle vecizeleştirir:
“Tövbe, bizi, günah işlemek kuvvetini de, ondan dönmek kudretini de veren Allah’ın karşısına çıkarır. Yüreğimizin en samimi titreyişiyle önünde titrediğimiz ve secdeye kapandığımız Allah, günahı, bizden, rüzgarın tozu toprağı süpürmesi gibi uzaklaştırır. Papazın günahı var etmek gücü olmadığı gibi yok etmek gücü ve yetkisi de yoktur. Allahın tövbeleri kabul etmek için bir aracıya ihtiyacı mı vardır? Yoksa, günahları kendi yerine bağışlaması için bir vekile mi?
Günahların öyle bir özü, cevheri vardır ki, onlar, ancak asıl kaynaktan gelen tepkiler ve direnişlerle yok edilebilir, değiştirilebilir. Kalbinin bütün samimiliğiyle Allah’ın önünde yere kapanmış bir müslümanın günahı, ansızın gelen bir şimşeğin yıktığı bir ağaç gibi devrilir, yanar tövbe zamanı. Müslüman da, bu kül yığınının içinden taptaze ve yemyeşil bir bahar sürgünü gibi çıkar ve gider. İşte dönüşsüz tövbe.
Hrıstiyanın günah çıkarması, sanki o günahı yeniden işlemek için yeni bir cesaret hazırlığıdır. ‘Günah öldü, öyleyse yaşasın günah’ gibi bir şey. İslam’da ise, tövbe, ‘günah öyle öldü ki, yiğitsen gel de ölüyü dirilt’ demekten farksızdır. Günah çıkarma, bir günah serisinin içindeki bir günahı seriden çıkarır. Ama bu çıkarış, serideki bir sonraki günahı çeker, çağırır. Günah çıkarma, yeni günahlara bir çağrıdır. Günahla yüzgöz olmak, içli dışlı olmaktır. Tövbedeyse, günahın özüne dokunulmakta, günahın mayası değiştirilmektedir. İnsan kendini içten onaracaktır. Allah önünde geçirilen bir değişimdir bu…
Bir kurban, nasıl yanına yöresine her günkü yaşayış ve duyuşlar dışında yeni bir dünyanın sancısını ve yüceliğini katarsa, tövbe de, insanın bir nevi kendi kendini hakikat önünde kurban edişi olarak, yücelten ve yükselten, günahtan koparıcı aydınlık bir öz getirir. Sanki insan günahlarıyla birlikte ölür de sonra ilahi kaynağın bağışları içinde yeniden dirilir tövbede. İnsanlar ve toplumlar, bir tövbe gecesinin şafağında hayatlarının ve tarihlerinin dönüm noktalarını idrak ederler.”(4)
İşte yapmak zorunda olduğumuz tövbelerimiz hayatımızın dönüm noktası niteliğinde olmalı ve öyle de devam etmelidir. Diğer taraftan kul haklarıyla ilgili günahların tövbesinde hak sahipleriyle helâlleşmenin de affın olmazsa olmaz şartı olduğu asla unutulmamalı ve kesinlikle ihmal edilmemelidir.
------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
1-Elmalılı M.Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, Azim Dağıtım, c.2, s.173, Bakara,256.
2-Kur’ân-ı Kerîm ve Açıklamalı Meâli, TDV., s. 87, Nisâ,60.
3-Tahrîm, 8.
4- Sezai Karakoç, Kıyamet Aşısı, Diriliş yayınları, 3. Baskı, s.33-35
Süleyman Önsay.