YAPTIĞINIZI GÜZEL YAPIN - ALLAH GÜZEL YAPANLARI SEVER
Her Cuma hutbesinin sonunda bizlere tekraren hatırlatılan Nahl suresinin 90. Ayet-i celilesinde zikredilen üç emirden ikincisi olan “İhsan”ın kavram olarak anlam ve muhtevasını sunmuştuk.
İhsan kelime olarak da bir şeyi güzel yapmak ve iyilik etmek manasına gelir.
Bir süre için asırlar öncesine yöneliyor ve Cennet’ül-Baki kabristanında Efendimizin oğlu İbrahim’in defnine tanık oluyoruz.
Alemlerin Rahmeti bir kenara çökmüş mezarın kazılmasını beklemekte ve bu esnada gözlerinden de yaşlar dökülmektedir. Orada bulunanlardan birinin, “Sen, Allah’ın Resulü olduğun halde, sen de mi ağlıyorsun?” hayretine verdiği cevap; “Ben de sizin gibi bir insanım” ilahi öğretisini yansıtır ve şöyle buyurur:
“Göz, ağlar; kalp hüzünlenir!”
Bir müddet sonra mezarcı “Tamam, Ya Resulallah! Kabir hazır!” diye seslendiğinde; Kâinatın Efendisi biricik oğlu İbrahim’in defin edileceği sonra da tekrar toprakla doldurulacak olan çukura bakar ve “Şurada bir delik var”, der. Mezarcının “Ey Allah’ın Resulü! O deliğin ne faydası ne de zararı olur” sözlerine ise Peygamber Efendimizin verdiği cevap; insanlığın ufkuna çizilmiş bir estetik anlayışının zirvesini oluşturur: “Biliyorum, ancak göze zarar verir” buyurur. Sonra da ekler: “Kul bir iş yaptığında Allah kulunun o işi güzel yapmasını sever.”
Gözlerin yaşlarla dolu, yüreğin evlat acısıyla yandığı bir ortamda da olsa ve söz konusu olan biraz sonra tekrar toprakla doldurulacak bir kazım işi de olsa; noksanlığa, düzensizliğe ve itinasızlığa asla pirim vermeyen bir güzellik anlayışı, bir düzen hassasiyetidir sergilenen. Şairimiz N.F. Kısakürek merhum ne güzel tanımlamış:
“Hani o Müslüman ki her güzele bedeldir
İnsan defilesinde eskimez tek modeldir!”
Evet, Müslüman demek her işini her zaman ve her ortamda en güzel şekilde yapan demektir. Zira Bakara Sûresinin 195. âyetinde Yüce Rabbimiz: “Ve ahsinû. İnnallahe yuhibbü’l-muhsinîn. =Yaptığınızı güzel yapın; Allah güzel yapanları sever” buyurur ve tüm Müslümanlara şu emri vermiş olur: “Her türlü hareketinizde işi tam ve noksansız yapın, işin hakkını verin ve dürüst olun. Çünkü Allah dürüstleri sever.” (Bkn. TDV. Meâli, s.30)
İhsan kelimesinin bir diğer anlamı da iyilik etmektir. Yüce Rabbimiz Kasas suresinin 77. âyetinde şöyle buyurmuştur: “Allah sana nasıl iyilik ve ihsanda bulunduysa, sen de aynı şekilde insanlara iyilik yap.”
Evet bizlere ihsan sahibi olmamız yani insanlara iyilikte bulunmamız emrediliyor. Peki bu sorumluluk yani iyilik sunmamız nedir ve neleri kapsamaktadır? İslam’a göre iyilik; Ma’ruf yani ilâhî yasalara uygunluk vasfını taşıyan olgu ve davranışlardır. İslâm’ın cevaz vermediği hiçbir şey iyi olarak tanımlanamaz ve iyilik adına da sergilenemez. Şimdi bu çerçevede en yakın çevremizden başlamak üzere insanlara karşı hissetmemiz ve yapmamız icap eden iyilikleri şöyle sıralamamız mümkündür:
“Bir insanın bizzat kendisine ve aile bireylerine karşı görevlerini yerine getirmesi bir iyiliktir. Komşusu ile olan ilişkilerinde kırıcı olmaması, ona her konuda yardım elini uzatması bir iyiliktir. Bir yoksulun, bir yetimin yedirilip giydirilmesi ve barındırılması nasıl maddî iyilikse, güler yüz ve tatlı sözle gönüllerinin alınması, sevgi ile başlarının okşanması da bir iyiliktir. Üzgün ve dertli birini teselli etmek, bildiklerini bir başkasına öğretmek, çevremizdekilere doğru yolu göstermek, hasta, yaşlı ve kimsesizleri ziyâret etmek bir iyiliktir. Her konuda çevremizdeki insanların yardımına koşmak; hasta, yaşlı ve sakat kardeşlerimize taşıtlarda yer vermek, elinden tutup yolda karşıdan karşıya geçirmek, bir yolcuya, bir misafire gideceği veya aradığı yeri göstermek iyiliktir. Sokakta, caddede, mahallede, çarşıda, pazarda taşı, çamuru, pisliği, dikeni, kısaca insanlara eziyet veren ve tiksinti uyandıran bir şeyi ortadan kaldırmak iyiliktir. Çöpü, süprüntüyü başkalarını rahatsız etmemek için ortada bırakmamak iyiliktir. Yaşlı yahut hasta birinin işlerini görmek iyiliktir. Kısaca Allah ve Resulünün bizden yapılmasını istedikleri, akıl ve vicdanın hoş gördüğü bir şeyi yapmak iyiliktir. Hatta kötülükten sakınmak ve başkalarına kötülük yapmamaya çalışmak da iyiliktir. Bütün bu iyilikler de ‘sadaka’dır. Bütün bunların ötesinde Allah ve Resulünün emir ve yasaklarının tümünü yaşamak ve bu hükümleri yeryüzünde hakim kılıp uygulamak için uğraşmak iyiliktir.” (Osman Çetin, İslâm Ansiklopedisi, Şamil, İYİLİK md.)
Müslüman, imanın doruğuna ulaşmanın, sadece kendini değil diğer müminleri de düşünmeye bağlı olduğunun şuuruna ulaşmak zorundadır. Çünkü bu hususta ölçüyü bizzat Kâinatın Efendisi koymuş ve şöyle buyurmuşlardır: “Sizden herhangi biriniz, kendisi için arzu ettiği hayır ve iyiliği, mü’min kardeşi için de istemedikçe gerçek manada iman etmiş olamaz.” (Buhari, İman 7)
Zaten müminin hayat rehberi olan Yüce Kur’an öncelikle ona, “ben” demeyi değil “biz” demeyi öğretmiştir. Yüce Mevlâ ondan kulluk arzını, “Ben sadece sana kulluk yaparım” diyerek değil, “İyyake na’büdü=Biz ancak sana kulluk yaparız” dedirterek almış ve onu tüm müminlerle birlikte muhatap kabul etmiştir. Bir insan için hayatın biricik gayesi olan ve kendisi için dünyadan da, dünyalıkların tümünden de daha önemli olan istikamet dileğinin bile Yüce Rabbimizce, “İhdinâ’s-sırat’al-müstekîm=Bizleri dosdoğru yoluna ilet” denilerek yapılması kaydına bağlanmıştır. Ve yine öteye dönük dualar için de hep, “Biz” sözcüğüyle yalvarılmasını öğretmiştir: “Ey Rabbimiz! Bize dünyada ve ahirette iyilik ver ve bizi cehennem azabından koru.” (Bakara, 2/201) ayetinde olduğu gibi.
Sözlerimizi Peygamber Efendimizin bir îkazıyla noktalayalım:
“Kardeşini güler yüzle karşılamaktan ibaret bile olsa hiçbir iyiliği hor görme.” (Nevevî, Riyazü’s-Sâlihin, I, 159)