KALP TEMİZLİĞİ TASAVVUF
Malumunuz tasavvuf, tarikat, cemaat kavramlarını çok konuşur ve duyar olduk son zamanlar da.
Bu oluşumların İyi ve gerekli olduğunu söyleyenler olduğu gibi; gereksiz olduğunu söyleyenler de az değil yani.
Geçmişe dönüp baktığımızda da bu tartışmaların yaşandığını görmekteyiz: tasavvuf-tarikat denilen şeyin doğu dinleri’nden etkilenerek dine sokulan “batıl” şeyler olduğunu söyleyenlerin yanı sıra; “tasavvuf ve tarikat” olmadan dini hayatı doğru yaşamak mümkün değil diyenler de olmuştur.
Tabi meseleye itidal ile yaklaşıp anlamaya çalışan, yanlışları ayırıp saf-temiz bir tasavvuf anlayışının faydalı olacağını söyleyenler de olmuştur.
Diyanet İşleri Başkanlığı’nın hazırladığı iki ciltten oluşan İlmihal kitabında konuyla ilgili özetle şunlar söylenir:
“Tasavvuf kelimesi Kur’an’da ve hadislerde geçmez. Hicri ilk iki yüzyılda kişinin kendi iç dünyasındaki derinlik ve zenginliği, coşkulu dindarlığını ifade için genelde zühd, takva, ibadet gibi kelimeler kullanılıyor, böyle kimselere de zahid ve abid deniliyordu. Hicri III. Yüzyıldan sonra daha kapsamlı olarak tasavvuf, sufi, sufiyye gibi terimler kullanılmaya başlandı ve bir dönemden sonra tasavvuf ayrı bir ilim ve davranış biçimi olarak ortaya çıktı.
Tasavvuf, kalp temizliğini, güzel ahlakı ve ruh olgunluğunu konu alır. Amaç mü’minleri terbiye etmek ve manen yükseltmektir. Bu amaca ulaşmak için dünyadan çok ahrete önem vermek, maddi değerlerden fazla manevi değerlere bağlanmak, daha nitelikli ve daha çok ibadet etmek ve nefsi disiplin altına almak gerekir.”
Zannederim yukarıda ki tarife itiraz edeniniz olmaz. Hatta; “tasavvuf-tarikat bu ise başımızın üstünde yeri var.” dersiniz.
Hz. Peygamber şahsen yukarıda anlatılan ilkelere uygun olarak yaşamış; dünya malına tamah etmemiş, maddi zevkler peşinde koşmamış, daima ahiret hayatına öncelik vermiş ve onu üstün tutmuştur. Şöyle buyurmuştur:” Uhud dağı kadar altınım olsa, borcumu ödemek için bundan ayıracağım miktar hariç, altınların iç günden fazla yanımda kalmasını arzu etmezdim”
Hz. Peygamber vefat edince altın, gümüş miras bırakmadı. Bıraktığı miras beyaz bir katır, bir silah ve vakıf arazisinden ibaretti.
Özetle şunu söyleyebiliriz; tasavvufun konusu kalptir. Tasavvuf bir kalp ilmidir. Sufilere bu yüzden gönül ehli denilmiştir.
Tasavvufi düşünce Allah korkusu ve Allah sevgisine dayanır.
O zaman, tasavvufu tamamen yersiz, gereksiz ve batıl görmek bizzat batıldır.
Her şeyi tasavvuftan (kurumsal olarak) ibaret görmek, “mürşidi olmayanın mürşidi şeytandır” demek, şeyhim beni her yerde görüyor ne yaptığımı biliyor inancına sahip olmak, şeyhini diğer şeyhlerle ve hatta peygamberle yarıştırmak vb. BATIL’dır.
Bahsedilen bu gerçeklerden hareketle günümüzdeki tasavvuf-tarikat ve cemaat yapılarını okuyup anlamaya çalıştığımızda şunları söyleyebiliriz: günümüzde ki cemaatlerin birçoğu -adı ne olursa olsun- “mü’minler kardeştir” ayetinden habersiz olarak; iftira, dedikodu, kin ve nefret ile hareket etmekte, bütün mesailerini şeyhlerini yüceltmeye ve farklılıklarını ön plana çıkararak ayrıştırmaya harcamakta, maddeye tamah etmek bir yana; maddi olarak büyümeye ve hatta holdingleşmeye büyük önem vermekte, kendinden olanı Cennet’e diğerlerini Cehennem’e sokmakta çok cömert davranmakta, kendi mutluluklarını ve dertlerini ümmet’in mutluluk ve dertlerine tercih etmekte, nezaketten, zerafetten, mütevazılıktan, kadirşinaslıktan bi-haber olarak varlıklarını devam ettirmektedirler.
Benim gördüklerim, duyduklarım, okumam böyledir. Pek tabi yanılıyor olabilirim.
Daha iyilerini bilen, gören, duyan varsa lütfen beni de haberdar etsin.
Ebu Zer el Ğıfari, Hasan Basri, Fudayl bin Iyad, Cüneyd-i Bağdadi, İbrahim Ethem vb. Mutasavvıflara selam olsun.