KALBE GELEN DÜŞÜNCE - VESVESE - ÇEŞİTLERİ
Kalbe gelen düşüncelerin bir kısmı şeytandandır. Onları tanımak ve zararını kalpten uzaklaştırmak için önce Allah-u Teâlâ'ya sığınmalı, sonra şu üç yolla onu defetmeye çalışmalıdır.
1-Şeytanın tuzak, hile ve oyunlarını tanımalıdır.
2-Şeytandan gelen vesvese ve çağrıyı basite alıp kalbi ona bağlamamalıdır.
3-Kalp ve dil ile Allah-u Teâlâ'yı zikretmeye devam etmelidir. Hiç şüphesiz yüce Allah'ı zikir, insanı şeytana karşı kuvvetlendirip koruyacak en güzel gıdadır.
Şeytanın hile ve tuzaklarını tanımaya gelince, kalbe gelen düşünceleri ve çeşitlerini iyi tanıdığında hangisinin şeytana ait olduğunu fark edebilirsin.
Kalbe Gelen Düşünce Çeşitleri
Bil ki, havâtır dediğimiz düşünceler, kulun kalbinde meydana gelen birtakım etkilerdir. Bunlar, kalpte birtakım işleri yapmaya veya terk etmeye sebep olur. Bütün bu düşüncelerin kalpte oluşması Allah-u Teâlâ'dandır; çünkü her şeyin yaratıcısı O'dur.
Bu düşünceler temelde dört kısımdır:
1- Bazı düşünceler vardır ki, başlangıcı itibariyle onları kalpte Allah-u Teâlâ var eder; buna sadece "hatır (düşünce)" denir.
2- Bazı düşünceler, insanın tabiatına uygun olarak kalpte oluşur. Buna nefisten gelen düşünce (hevâ) denir.
3-Bazı düşünceler şeytanın çağrısından sonra meydana gelir, ona nisbet edilir, buna "vesvese" denir.
4- Bazı düşünceler doğrudan yüce Allah tarafından kalpte yaratılır, buna "ilham" denir.
Başlangıcı itibariyle Allah-u Teâlâ'dan gelen düşünceler bazen hayır, ilâhî bir ikram ve kulu sorumlu eden bir delil olur. Bu düşünce, bazen kul için imtihan maksadıyla şer olarak da gelebilir.
Yüce Allah tarafından gelen ilham ise ancak hayırdır, çünkü o, kulu hayra ve doğruya sevk için gönderilmiştir.
Şeytan tarafından kalbe atılan düşünceye gelince; o, ancak aldatma yoluyla kötülük getirir. Çoğu zaman bu düşünce bir tuzak ve istidrâc olarak hayır şeklinde gelir.
Nefsin hevâsı (kötü arzuları) tarafından kalbe gelen düşünce, ancak kötülüktür. Bunun içinde bazen hayırlı olan düşünce de mevcuttur; fakat bu hayır, gelen düşüncenin kendisinden değil, kulu daha hayırlı bir işten alıkoymaya yönelik bir hayırdır.
İşte bunlar, kalbe gelen düşünce çeşitleridir. Sonra senin, şu üç konuyu bilmeye ihtiyacın vardır:
Birinci konu: Allah hepsinden razı olsun, âlimler demişlerdir ki:"Kalbe gelen düşünceleri tanımak ve iyisini kötüsünden seçmek istersen; onları şu üç ölçüye vur ki, düşüncenin hangi türden olduğunu anlayasın:
1-Kalbine gelen düşünceyi, dinin ölçü ve hükümlerine arz et; eğer din onun hayırlı olduğunu söylerse, o hayırlıdır; tersini söylerse o kötüdür.
Gelen düşünce ruhsat veya şüpheli şeylere giriyorsa, o da kötüdür.
Eğer bu ölçüyle düşünceyi tam tanıyamadıysan, onu salihlerin gidişatına arz et; şayet gelen düşünce onların güzel hallerine uyuyorsa o, hayırlıdır, yoksa kötüdür.
Eğer bu ölçü ile de düşüncenin iç yüzü anlaşılmadı ise, onu nefsine ve arzularına arz et; şayet nefis ona tabii meyli ile meylediyorsa, o kötüdür; ancak nefis ona yüce Allah'ın rahmetini ümit ederek meylediyorsa, bu düşünce hayırlıdır.
İkinci konu: Kalbe gelen düşüncenin ilk olarak şeytandan mı, nefisten mi yoksa yüce Allah'tan mı geldiğini bilmek istersen; onu şu yönleriyle değerlendir:
1 - Eğer düşünce ısrarlı bir şekilde aynı hal üzere geliyor ve kalpte sabit duruyorsa, o Allah-u Teâlâ'dan veya nefistendir. Şayet gelen düşünce kötü, kararsız ve tereddütlü ise, o şeytandandır.
2- Kalbindeki düşünce, yeni yaptığın bir günahın peşinden oluşmuşsa, o, Allah-u Teâlâ'dan olup senin için önceki günahının bir cezasıdır. Eğer kötü düşünce bir günahın peşinden gelmeyip senden kaynaklanıyorsa, o, şeytandandır.
3- Şayet kalbe gelen kötü düşünce zayıflamıyor, Allah-u Teâlâ'nın zikri ile azalmıyor ve sürekli duruyorsa, o nefsin hevasından (kötü arzusundan) ileri gelmektedir. Eğer kötü düşünce, yüce Allah'ın zikri ile azalıyorsa, o şeytandandır.
Üçüncü konu: Hayırlı bir düşüncenin Allah-u Teâlâ'dan mı yoksa melekten mi geldiğini bilmek istersen, bu konuda şu üç duruma bak:
1- Gelen hayır düşünce, kesin bir hal üzere geliyorsa, o Allah-u Teâlâ'dandır; eğer hayır düşünce sabit olmayıp kalpte gidip geliyorsa, o melektendir.
2-Kalbe gelen hayır düşünce, senin bir gayretin sonucu ve yaptığın taatin peşinden oluşmuşsa, o Allah-u Teâlâ'dandır; değilse melektendir.
3-Kalbe gelen hayır düşünce, temel inanç esasları ve kalbin bâtınî amelleriyle ilgiliyse, o Allah-u Teâlâ'dandır; eğer temel esasların dışındaki meseleler ve zahirdeki amellerle ilgiliyse, o çoğunlukla melektendir. Çünkü ekseri âlimlerin görüşüne göre melek, kulun iç âlemini bilmeye imkân bulamaz.
Bazen şeytan tarafından kalbe hayır düşünce atılır; bu, kulu o hayrın üzerinde yavaş yavaş kötülüğe yaklaştırmak için olur. Bu durumda bak; kalbine gelen iş konusunda nefsini nasıl buluyorsun.
Eğer nefsinde ilâhî haşyet olmadan işe karşı bir heves varsa, nefsin hiç düşünmeden işte acele ediyorsa, korku halinden uzak bir halde emniyet içinde ise, işin sonunu görmeden basiretsiz bir şekilde içine dalıyorsa, bil ki o düşünce şeytandandır; ondan sakın. Eğer nefsini bu saydıklarımızın aksi bir halde buluyorsan, bil ki o düşünce, Allah-u Teâlâ'dan veya melektendir.
Bu konuda derim ki: Aşırı arzu, insanda sevdiği işe karşı bir heyecan ve hareket meydana getirir; insan iyice incelemeden ve bir sevap düşünmeden o işe dalar.
Teenni (yavaş ve ihtiyatlı hareket) etmeye gelince; bu, övülmüş bir haldir; ancak bazı durumlarda iyi değildir.
Korkuya gelince; bu, ya ameli tamamlamada, ya onu hakkı ile yerine getirmede veya Allah-u Teâlâ'nın onu kabul etmesinde olur.
İşin sonunu görmeye gelince; bu, kalbe gelen düşünceyi iyice araştırıp onun kesin bir şekilde doğru ve hayır olduğunu tesbit etmektir.
Bir işin, âhirette sevap kazanmak ve ilâhî rahmete ulaşmak için yapılması da ihtimal dâhilindedir.
Senin detaylarını da bilmen gereken bu üç konu, gizli ilimlerden ve bu işin iç yüzünü ortaya koyan kıymetli sırlardandır.
Muvaffakiyet (hayırda başarıya ulaşmak) ancak yüce Allah'ın yardımı ile mümkündür.
Kulunu hidayete ulaştıran O'dur.
NEMİME (LAF TAŞIMA)
Bil ki, nemime de Kur'an, sünnet ve ümmetin ittifakı ile haramdır.
Nemime, iki kişinin arasını bozmak için birinden diğerine laf taşımaktır. Onu, kendisinden laf taşınan, kendisine laf götürülen ve bir başkasının kötü görüp görmemesi bir şey değiştirmez, yapılan iş haramdır. Laf taşımanın sebebi, kendisinden laf taşınan kimseye kötülük etmek, laf götürülen kimseye sevilmek ve boş işlere dalmaktır.
Bunun ilâcı, zararından çekinerek ondan dilini tutmaktır.
Laf taşımadan tövbenin temel şartları şunlardır:
Ara bozmak için laf taşımanın haram olduğunu bilmek, yaptığına pişman olmak, böyle bir iş düşüncesini içinden söküp atmak, onu bir daha yapmamaya kesin karar vermek.
Ara bozmak için kendisine laf getirilen kimseye altı vazife düşer:
1- Kendisine geleni tasdik etmemeli.
2- Laf getirene bu işi yapmamasının söylemeli.
3- Ona Allah-u Teâlâ için kızmalıdır; çünkü bu yaptığı yüce Allah katında kızılacak bir iştir. Allah-u Teâlâ'nın kızdığına kızmak farzdır.
4- Ona destek vermemeli, kendisine itibar etmemeli.
5- Kendisinden laf getirilen kimse hakkında hemen bir araştırmaya girmemeli.
6- Ona karşı kötü düşünceye kapılmamalı.
KÖTÜ ZAN
Bil ki, bir Müslüman hakkında kötü konuşmak haram olduğu gibi, kötü zanna kapılmak da haramdır.
Kötü zan, bilmediğin bir konuda Müslüman kardeşin hakkında kötü diye hüküm vermendir.
İki dilli olmaya gelince, bu, birbirine düşman olan iki kimsenin arasını bozmak için arada laf taşımaktır. Bu kimse, iki taraf arasında laf taşımasa fakat her birinin yanında iken onun yaptığı düşmanlığı güzel bulsa yahut her ikisine yardım etme sözü verse veya her ikisini yaptığı düşmanlıktan dolayı övse ya birini övse de yanından çıkınca onu kötülese, bütün bu durumlarda o kimse iki dilli, ikiyüzlü bir insandır.
Hâlbuki bu durumda ona uygun olan; susması ve ya onlardan haklı olan kimseyi huzurunda, arkasında ve düşmanının yanında hayırla anıp övmesidir.
ÖVME
Bir kimseyi yüzüne karşı övme, bazı durumlarda yasaklanmıştır. Övmede altı tehlike vardır; dördü övene kimseye, ikisi de övülen kimseye aittir.
Öven kimseye ait tehlikeler:
1-Övmede ileri gidip yalana kadar varmak.
2-Bazen övmeye gösteriş girer; çünkü öven kimse, övdüğü kimseye sevgisini açıklar, ama onu söylediği kadar sevmez. Yahut öven kimse, söylediği şeylerin hiçbirine inanmamaktadır; bu durumda ikiyüzlü bir riyakâr olur.
3- Bazen öven kimsenin söyledikleri karşı tarafta bulunmaz; bu durumda o, Allah katında temiz olmayan birini temize çıkarmış olur ki bu, bir helak sebebidir.
4- Bazen övülen kimse zalim veya fâsık bir kimse olduğu halde, övüldü zaman bundan hoşlanır; bu ise caiz değildir; çünkü fâsık bir kimse övüldüğü zaman Allah-u Teâlâ gazap eder.
Övülen kimseye gelince o, övülme ile iki yönden zarar eder:
1- Övülme insanda kibir ve kendini beğenme meydana getirir, bunlar insanı helak eden şeylerdir.
2- İnsan hayırla övüldüğü zaman sevinir, gevşer, nefsinin mevcut halinden razı olur, âhiret işlerine gayreti azalır. Bunun için Hz. Peygamber (s.a.v) birini öven kimseye, "Kardeşinin boynunu kırdın (onu helake attın) buyurmuştur.
Eğer övme, bu anlatılan tehlikelerden uzaksa bir sakıncası yoktur, hatta çok defa ona teşvik edilmiştir. Bu sebeple Hz. Peygamber (s.a.v), sahabe-i kiramı (r.an-hüm) övmüştür. Öyle ki, Hz. Ebû Bekir (r.a) için şöyle buyurmuştur:
"Eğer Ebû Bekir'in imanı diğer bütün insanların imanı ile tartılsaydı, onlardan ağır gelirdi.' Resûlullah Efendimiz (s.a.v) Hz. Ömer için de şöyle buyurmuştur:
"Eğer ben peygamber gönderilmeseydim, ey Ömer sen peygamber gönderilirdin.
Bundan daha büyük hangi övgü olur? Fakat Hz. Peygamber (s.a.v) bu övgüyü onların gerçek durumuna uygun olarak ve basiretle hallerini görerek yapmıştır. Onlar, bu övgü ile kibirlenme ve kendini beğenme hallerinden çok yüksek bir makamdadırlar.
İnsanın, içinde kibir ve övünme bulunduğu zaman, kendini övmesi daha çirkindir; ancak bu durumlar olmadığı zaman, bir sakıncası yoktur. Nitekim Hz. Peygamber (s.a.v), kendisi için, "Ben âdemoğlunun (bütün insanların) efendisiyim; bunda övünme yoktur buyurmuştur. Yani ben bunu, insanların yaptığı gibi övünmek için söylemiyorum demek istemiştir. Çünkü onun övüncü ancak Allah-u Teâlâ ve sevinci O'nun yakınlığı iledir, yoksa insanlardan önde olmasından değildir.
Halka, Allah-u Teâlâ'nın sıfatlarıyla ilgili, akıllarının almadığı konularda sorular sormaya gelince bu, onlara, Allah-u Teâlâ'nın bir kısım sıfatlarını, kelamını yahut bazı harfleri gündeme alıp, "Bunlar sonradan mı var olmuştur, yoksa ezelde mi mevcuttu?" gibi sorular sormaktır. Bütün bunlar, sorulması kınanmış, yasaklanmış sorulardır; çünkü insanların aklı bunu kavrayıp cevaplamaktan acizdir. İnsanlar hak ile batıl birbirine karıştırmasın diye bu tür sorular yasaklanmıştır.