Mü'min Her Bakımdan Temiz Olmalı
Rabbimiz, âlemlere rahmet olarak gönderdiği Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’le;
–Câhiliyyeyi, asr-ı saâdete;
–Hummâlı Yesrib’i, tozu toprağı şifâlı Medîne-i Münevvere’ye;
–Bedenleri kirli ve ruhları karanlık olan câhiliyye insanını da, tarihin bir benzerine şahit olmadığı, muhteşem bir faziletler medeniyeti tesis eden “ashâb-ı kirâm”a dönüştürmüştür.
Yani Rabbimiz, insanlığın maddî ve mânevî bakımdan nasıl temizlenip kemâle ereceğinin zirve misâllerini, Efendimiz’in şahsında bizlere sergilemiştir.
Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyuruyorlar:
“Allah temizdir, temizliği sever.” (Tirmizî, Edeb, 41)
Dolayısıyla bir mü’min, hem zâhiren hem de bâtınen temiz olacak.
Meselâ bir mü’minin bakışı temiz olacak:
İbâdullâhı istihkār eden, nefsânî bir bakışa sahip olmayacak. Haramlara, şeytânî vitrinlere, süflî ekranlara bakmayacak. Nitekim Rabbimiz şöyle emir buyuruyor:
“(Rasûlüm!) Mü’min erkeklere, gözlerini (harama) dikmemelerini, ırzlarını da korumalarını söyle. Çünkü bu, kendileri için daha temiz bir davranıştır…” (en-Nûr, 30)
“Mü’min kadınlara da söyle: Gözlerini (harama bakmaktan) korusunlar; namus ve iffetlerini esirgesinler…” (en-Nûr, 31)
Bir mü’minin kulağı da temiz olacak:
Kulağını dedikodu, gıybet, mâlâyânî ve nefsâniyet sadâlarıyla kirletmeyecek. Bilâkis Kur’ân sadâlarına, mânevî sohbetlere, ezân seslerine kulak vererek gönlünü ihyâ edecek.
Yine bir mü’minin lokması temiz olacak:
Helâli araştıracak, helâlden kazanacak, lokmasının helâl olması için gayret edecek. Başkasının hakkına el uzatmayacak, mîras hukukuna îtinâ edecek, kul hakkı yemekten titizlikle sakınacak.
“Ey îman edenler! Size verdiğimiz rızıkların temiz olanlarından yiyin...” (el-Bakara, 172) emrine ittibâ ederek, bedeni kadar gönül âlemini de helâl rızkın feyz ve rûhâniyetiyle ihyâ etme derdinde olacak. Zira helâl lokma, gönle huzur ve zindelik verirken, haram lokma ise kalbe gaflet ve kasvet vererek kişiyi Hak’tan uzaklaştırır.
Nitekim Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir defasında, uzun yolculuklar yapmış, üstü başı tozlanmış, saçı başı dağılmış, sonra da ellerini açarak, “Yâ Rab, yâ Rab!” diye yalvarıp yakaran bir adamdan söz etmiş ve;
“Fakat onun yediği haram, içtiği haram, giydiği haramdı. Haram ile beslenirdi. Peki, böyle birisinin duâsı nasıl kabul edilsin?” buyurmuştur. (Müslim, Zekât, 65; Ayrıca bkz. Tirmizî, Tefsîru’l-Kur’ân, 3)
Yine bir mü’minin konuşması temiz olacak:
Ağzına girene ehemmiyet gösterdiği gibi oradan çıkan kelimelere de dikkat edecek. Zira ağızdan çıkan sözler, kalbin tercümanıdır. Dolayısıyla mü’min, Rabbimiz’in;
“Kullarıma söyle, sözün en güzelini söylesinler…” (el-İsrâ, 53) emri muhtevâsında konuşacak. Sözleriyle de kalp kırmayacak, hiçbir gönle diken batırmayacak. Kötü sözün açıkça söylenmesini, Allâh’ın sevmediğini unutmayacak. (Bkz. en-Nisâ, 148)
Rahatsız eden ve kulak tırmalayan yüksek bir sesle konuşmaktan sakınacak. Nitekim Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz, bağırarak konuşmanın ibadette dahî hoş karşılanmayacağını ifade sadedinde;
“Duâda bağırmayınız, zira siz bir sağıra hitâb etmiyorsunuz.” buyurmuşlardır. (Buhârî, Cihâd, 131; Müslim, Zikr, 44)
Yine mü’min, tatlı dille konuşacak ve konuşurken yüzünden tebessümü eksik etmeyecek. Ebû Kursâfe -radıyallâhu anh- anlatıyor:
“Ben, annem ve teyzem, Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in huzûruna, bey’at etmek için gitmiştik. Huzûr-i âlîlerinden ayrıldığımızda, annem ve teyzem bana şöyle dediler:
«–Yavrucuğum, bu Zât gibisini hiç görmedik! Yüzü O’ndan daha güzel, elbiseleri daha temiz ve sözü daha yumuşak başka birini bilmiyoruz. Sanki mübârek ağzından nur saçılıyordu.»” (Heysemî, VIII, 279-280)
Bir mü’minin yürüyüşü de temiz olacak:
Kibir ve gurura kapılarak böbürlenmeyecek. “Rahmân’ın (has) kulları onlardır ki, yeryüzünde tevâzu ile yürürler…” (el-Furkân, 63) âyetinin telkin ettiği minvalde hareket edecek. Cenâb-ı Hakk’ın, böbürlenerek yürüyen kendini beğenmiş kimseleri aslâ sevmediğini unutmayacak. (Bkz. Lokmân, 18)
Yine bir mü’minin niyeti dâimâ temiz olacak:
Kimse hakkında kötü düşünmeyecek. Sû-i zanna kapılmayacak. Mal ve evlâdın fayda vermediği o dehşetli kıyâmet gününde kurtuluşa erecek olanların, Rab’lerinin huzûruna kalb-i selîm ile, yani rafine olmuş, tertemiz bir kalp ile gelenler olacağını, hatırından çıkarmayacak. (Bkz. eş-Şuarâ, 87-88)
Gönlünü, içinde bütün mahlûkâtın huzur bulacağı bir rahmet dergâhı hâline getirmeye gayret edecek. Zira sîret, nasıl ki sûrete aksederse, aslında bir kimsenin zâhirine yansıyan her durum, onun gönül hâlinin, yani iç dünyasının bir tezâhürü durumundadır. Bu sebeple de gönül âleminin temizliği çok mühimdir. Zira âyette şöyle buyruluyor:
“İç âlemini temizleyen felâha erdi.” (eş-Şems, 9)
Çünkü orası temizlenmeden, Cenâb-ı Hakk’ın cemâlî esmâsıyla tezyin edilmeden, bir kimsenin zâhirini de mâmur edebilmesi pek mümkün değildir. Nitekim ârifler, âyet-i kerimedeki; “Elbiseni temizle!” (el-Müddessir, 4) beyânını; “Allâh’ın huzûruna çıkmak demek olan namaz için zâhirini ve bâtınını temiz tut; güzel ahlâk ile ahlâklan!” şeklinde îzah etmişlerdir.
İbn-i Abbas -radıyallâhu anhümâ- da “elbiseni temiz tut” âyet-i kerîmesini şöyle tefsir eder:
“Elbiseni günah ve hıyânet üzere giyme! Onu iyi ve temiz olduğun hâlde giy! (Yani hem elbisen hem de gönlün tertemiz olsun.)”
Bu hâl, Rabbimiz’in muhabbetini celbeder. Âyette şöyle buyruluyor:
“…Süphesiz Allah, çok tevbe eden ve çok temizlenenleri sever.” (el-Bakara, 222)
Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz; “Temizlik îmânın yarısıdır.” buyurmuştur. (Tirmizî, Deavât, 86)
Peygamber Efendimiz’in, maddî ve zâhirî temizlik üzerinde son derece hassâsiyet göstermesi; bu temizliğin, aynı zamanda kalp tasfiyesi ve nefs tezkiyesini de temin eden ibadetler için bir ön şart olmasındandır. Her ibadet, âdeta rûha verilen bir vitamin mesabesindedir. Rabbimiz, ibadetlerle gönül dünyamızı temizleyip mâmûr etmektedir.
Nitekim Rabbimiz, huşû ile kılınan bir namazın “fahşâ ve münker”den, yani edepsizlik, hayâsızlık ve günahlardan koruyacağını bildirmektedir. (Bkz. el-Ankebût, 45)
Bizler de, abdestle dış uzuvlarımızı temizlediğimiz gibi gönlümüzü de kin, haset, riyâ, kibir gibi bâtınî haramların kirlerinden temizleyerek namaza hazırlanmalıyız. Zira ancak böyle bir namaz, Cenâb-ı Hakk’a yaklaşmaya vesîle olur.
Yine oruç, insana acziyetini tattıran rûhî bir disiplindir. Orucun diğer ibadetler gibi görünür bir şekli yok. O, sırf Allah için yerine getirilen bir ibadet. Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz;
“Oruç kalkandır.” buyuruyor. (Nesâî, Sıyâm, 43)
Çünkü oruç, nefsânî arzuları dizginleyerek günahlara olan meyli kırar ve böylece Cehennem’le kul arasına perde olur.
Lâkin bunun için de yalnız mideye değil; göze, kulağa, kalbe ve bilhassa dile oruç tutturarak, bütün bu uzuvları da günah kirlerinden temiz tutmak gerekiyor.
Yani orucun bir gâyesi de -tıpkı namazda olduğu gibi- insanı fahşâ ve münkerden, günah ve kötülüklerden alıkoymak sûretiyle Cehennem’den korumasıdır.
Zekât, mâlî ibadetlerin en mühimi. Rabbimiz, zekâtla mü’minin malını temizliyor.
Nitekim Cenâb-ı Hak, Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’e:
“Onların mallarından, onları kendisiyle arındıracağın ve temizleyeceğin bir sadaka (zekât) al ve onlara duâ et…” (et-Tevbe, 103) buyurarak, zekât ve sadakanın bu temizleyici vasfını vurguluyor.
Hac ise, rûhun incelip rakikleştiği, gönlün rahmet ve merhametle dolduğu, kalplerin ilâhî muhabbetle canlandığı bir ibadet. Çünkü âyet-i kerîmenin ifadesiyle “orada refes yok, fısk yok, cidâl yok.”[1] Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, kötü söz söylemeden ve büyük günah işlemeden hacceden kimsenin, annesinden doğduğu gündeki gibi günahsız olarak (tertemiz bir şekilde evine) döneceğini bildiriyor.[2]
Âyetlerde buyrulur:
“Temizlenen, Rabbinin adını zikredip O’na kulluk eden kimse, kuşkusuz kurtuluşa ermiştir.” (el-A’lâ, 14-15)
Velhâsıl kul, bedenî temizliğine dikkat ettiği gibi, ibadetlerle gönül âlemini tezkiye edip güzelleştirmeye de son derece dikkat edecek.
Zira ilim bile, gönlün tezkiye olmasından, yani temizlenmesinden sonra sahibine bir fayda temin ediyor. Çünkü tezkiye olmayan bir kimsenin her an enâniyet çukuruna düşmesi ve nefsâniyet bataklığında helâk olması mümkündür.
Nitekim tarihte bunun pek çok misâli vardır:
Meselâ İblis. Meleklere hocalık yapacak kadar yüksek bir mevkîde iken, gurur ve kibri sebebiyle tard edildi, lânete uğradı.
Bel’am bin Bâûrâ ism-i âzama mazharken nefsine meyletmesi neticesinde mahvolup gitti.
Kârun gurur ve kibir şımarıklığı içinde azgınlaşarak çok güvendiği servetiyle yerin dibine geçti.
Demek ki tezkiye / mânevî temizlik, her mü’min için zarurî. Kul, tezkiye ile gönül âlemini temizleyecek. Süflî arzuların esâretinden kurtulup ulvî duygulara nâil olacak. Ondan sonra Cenâb-ı Hak, ona çok farklı bir ufuk açacak. Zihnen bilinmeyenler kalben bilinecek. Zira buyruluyor:
وَاتَّقُوا اللّٰهَ وَيُعَلِّمُكُمُ اللّٰهُ
“...Allah’tan korkun (takvâ üzere olun!.. Bilin ki) Allah (size bilmediğinizi) öğretir!” (el-Bakara, 282)
Rabbimiz cümlemizi, Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in izinde bir hayat yaşayıp huzûruna tertemiz bir sûrette çıkabilen bahtiyar kullarından eylesin.
Amîn.
--------------------------------------------------------------------------
[1] Bkz. el-Bakara, 197.
[2] Buhârî, Hac 4, Muhsar 9, 10; Müslim, Hac, 438.