Peygamber Efendimizin Tefekkürü
Tefekkür, herhangi bir mesele hakkında derin derin düşünme, zihni yorma ve işin şuuruna varma faaliyetidir. Tefekkür, insana mahsus bir özelliktir. İnsan, tefekkür sayesinde diğer varlıklardan ayrılır ve üstün olur. Tefekkür ancak kalpte tasavvuru mümkün olan şeyler hakkında yapılabilir. Onun için, Allah’ın yarattığı varlıklar hakkında tefekkür mümkün; fakat Allah’ın zatı hakkındaki tefekkür mümkün değildir. Çünkü Allah hiçbir şekilde suret olarak vasıflandırılamaz ve şekil olarak hayal edilemez.
Nitekim Rasulullah (sav) Efendimiz şöyle buyurmuştur:
"Allah’ın yarattıkları üzerinde tefekkür edin, fakat zatı üzerinde düşünmeyin. Zira siz, O'nun kadrini (lâyık olduğu şekilde) aslatakdir edemezsiniz."(Deylemî)
Allah’ınzatıhariç sıfatları, fiilleri ve yarattıkları hakkında tefekkürü elden bırakmamak gerekmektedir.
Yüce Allah’ın nimetlerini tefekkür etmek, en faziletli ibadetlerden biridir. İnsanlık içinde tefekkür ve duygu derinliği bakımından en yüce makamda olan yegâne örnek şahsiyet, hiç şüphesiz ki Rasulullah (sav) Efendimizdir. Hak dostlarından Ahmed er-Rufâî Hazretleri buyurur ki:
“Tefekkür, Hazreti Peygamber Efendimizin ilk amelidir. Zira bütün farzlardan önce O’nun ibadeti, Allah’ınmahlûkatını ve nimetlerini düşünmekten ibaretti. Öyleyse siz de tefekküre iyi sarılın ve onu ibret vesilesi yapın.”
Rasulullah (sav) Efendimiz şöyle buyurmuşlardır:
"Rabbim Bana: Gizli ve açık her durumda kendisinden korkmamı, öfke ve rıza hâlinde adaletle hükmetmemi, fakirlikte ve zenginlikte iktisatlı davranmamı, Benimle alâkasını kesene sıla-i rahim yapmamı, Beni mahrum edene vermemi, Bana zulmedeni affetmemi, susma hâlimin TEFEKKÜR olmasını, konuşma hâlimin zikir olmasını, bakışımın ibret olmasını ve mâ’rufu emretmemi, tavsiye buyurdu."(İbrahim Canan, Hadis Ansiklopedisi, XVI, 252)
Cenâb-ı Hakk'ın bu emirlerine bütün varlığıyla itaat eden Rasûl-ü Ekrem Efendimiz, susma hâlinin tefekkür olmasına, hayatı boyunca azami dikkat göstermiştir. Hind bin Ebî Hâle (ra), Efendimizi anlatırken şöyle demektedir:
"NebiyyiZîşân Efendimiz, sürekli hüzünlü ve daima düşünceli idi. O’nun için rahatlık söz konusu değildi. Lüzumsuz yere hiç konuşmazdı. Kendisinin sükûtu, konuşmasından daha uzun sürerdi. Söze başlarken de sözü bitirirken de hep Allah’ın ismini anardı ..." (İbn-i Sa'd)
Sevgili Peygamberimiz, ölümü de çokça tefekkür etmeyi emretmiştir. Çünkü bir insan, kendisinin dünya ile ilişkisinin kesileceğini, hayır ve şer, ne işlemişse onlarla baş başa kalacağını, yaptıklarına karşılık sevap ya da azap göreceğini düşündüğünde, günahlardan uzaklaşır ve salih amellere meyli artar. Yani ölümü tefekkür etmek, hayatı anlamlandırmakta ve âhireti güzelleştirmektedir.
Günün en kıymetli ve tesirli kısmını teşkil eden seher vakitleri, tefekkür için en verimli zamanlardır. İnsanın seherlerde günahlarını düşünerek istiğfar etmesi, ilâhî azabı düşünüp duygulanması, ölümü hatırlaması, hayatının geri kalan kısmını nasıl değerlendireceğini planlaması, Allah-ü Teâlâ'nın istediği ve sevdiği bir harekettir. AllahResulü, tefekkür için özellikle gecelerden istifade ederdi. Gözyaşları içinde ayakları şişinceye kadar kıyamda kalır, saatlerce rükû ve secde hâlinde dururdu.
Atâ (ra) şöyle anlatıyor: Hz. Âişe'ye:
- AllahResulü’nde gördüğün en şaşırtıcı hâli bana haber verir misin;dedim. ÂişeValidemiz:
- O’nun hangi hâli şaşırtıcı değildi ki;dedi ve şöyle devam etti; bir gece yanıma geldi, yatağa girdi, sonra:
"Müsaade edersen kalkıp Rabbime ibadet edeyim."dedi. Ben:
- VallahiSeninle beraber olmayı çok severim, ancak Seni sevindiren şeyi daha çok severim, dedim. Bunun üzerine kalktı, abdest aldı, sonra namaza durdu ve ağladı. O kadar ağladı ki gözyaşları göğsüne aktı. Sonra rükûya vardı, yine ağladı, sonra secdeye vardı, secdede iken de ağladı, sonra secdeden başını kaldırdı yine ağladı. Bu durum tâ Bilâl gelip sabah ezanını okuyuncaya kadar devam etti. Bilâl (ra), Habîb-i Ekrem'in ağladığını görünce:
- Ey Allah’ınResulü, geçmiş ve gelecek bütün günahların affedildiği hâlde Seni ağlatan nedir;diye sordu. Efendimiz (sav):
"Allah’a çok şükreden bir kul olmayayım mı? Vallahi bu gece Bana öyle bir ayet indirildi ki onu okuyup da üzerinde tefekkür etmeyenlere yazıklar olsun!"dedi ve şu ayeti kerimeleri okudu:
"Şüphesiz ki göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün birbiri ardınca gelişinde, aklıselimsahipleri için (Allah’ın birliğini gösteren) kesin deliller vardır. Onlar, ayakta dururken, otururken, yanları üzerine yatarken (her an) Allah’ı zikrederler, göklerin ve yerin yaratılışı hakkında derin derin tefekkür ederler ve «Rabbimiz! Sen bunları boşuna yaratmadın. Seni tesbih ederiz, bizi Cehennem azabından koru!»(derler.) " (Âl-i İmrân 3/190-1)
Mümin’inmiracı olan namaz da, hakikatte Allah-ü Teâlâ'nın azameti hakkında başlı başına bir tefekkürdür. Ebû Zerr (ra), Allah Resulü’nün bu hâlini şöyle anlatır:
"Peygamber Efendimiz bir gece kıyamda sabaha kadar:
«Eğer kendilerine azab edersen, şüphe yok ki onlar, Senin kullarındır. Şayet onları bağışlarsan, kudreti ile her şeye üstün gelen Aziz, hikmetiyle her yaptığını yerli yerince yapan Hakîm Sensin!»(Mâide 5/118) ayetini tekrarladı durdu." (Nesâî, İftitâh, 79; İbn-i Hanbel, V, 156)
Rasulullah (sav) Efendimiz, daha sonraki hayatında da daima hüzünlü ve tefekkür hâlinde idi. Konuşması zikir, sükûtu tefekkür idi. Nitekim hadisi şeriflerde şöyle buyurmuşlardır:
“Rabbim Bana sükûtumun tefekkür olmasını emretti, (Ben de size tavsiye ediyorum.)”
“Allah’ın yarattıkları üzerinde tefekkür edin…” (Deylemî, II, 56; Heysemî, I, 81)
“Tefekkür gibi ibadet yoktur.” (Ali el-Müttakî, XVI, 121)