KENDİMİ TEVEKKÜL'DE BULDUM
Dünya telaşesi içerisinde kaybolan ruhunu arayan kendim ve kardeşlerim; feryatlarınızı duyar gibiyim, artık dünya sıkıntıları o kadar içimizi karartmış ki gerçekleri görmek isteyen kişiler bile buna ulaşacak vakit bulamadıkları için kafalarında ki soruları iteliyor gerilere…
Mü’minlerin sürekli bu dönem içerisindeki durumu hakkında ‘biz şu an çok iyi durumdayız, önceki zamanları görseydiniz’ diye başlayıp da hiçbir çözüm yolu sunmayan klişe lafların duyulduğu dönemde ruhumuza belki canlılık katması isteğiyle tevekkül konusunu ele almak istedim.
Şu bir gerçek ki rahatlığın verdiği tembellik hissi herkesin üzerinde açıkça görülebiliyor, dün Allah için durmadan koşan abilerimiz bugün bu kadar heyecanlı bakmıyorlar bize. Sanki cihadı, takvayı, heyecanı yolcu etmiş hayatından, arkasından su döküyorlar, biz de el sallıyoruz.
Bu bağlamda her türlü sıkıntıya göğüs gerip de bir anlık gaflet halinden bile alnının akıyla çıkan âlimlerimizin hayatlarını okumak heyecanımı besleyen tek kaynak şu sıralar. Tabi bu örneklemelerin başında sahabiler gelir ama bize daha yakın dönemde yaşamış olan âlimlerin hayatlarını görebilmek insanı daha da tatmin ediyor. Abdülfettah Ebu Gudde’nin “Zamanın Kıymeti” isimli kitabından ufkumuzun genişlemesi açısından birkaç örnek sunmak istiyorum:
Fudayl b. İyâz şöyle demiştir: “Cumadan cumaya konuştuğu kelimeleri sayan insanlar biliyorum.”
Osman Bâkıllânî de daima zikrullah ile meşgul olurdu. “İftar vakti yemek yemek sebebiyle zikirden uzak kaldığım için sanki ruhumun çıkacağını hisseder gibi oluyorum.” derdi.
Ebû’l-Vefâ ibn Akîl’in tek başına 800 cilt kitap yazdığından bahsedilir.
Bu rivayetleri okuduğunuzda aklınıza gelen ilk soru şu oluyor: Bunu nasıl başardılar?
Bu âlimler eğer Allah’a tevekkül etmeselerdi, ellerinden geleni yaptıktan sonra işlerini O’na bırakmasalardı, belki de bu kadar bereketli olmayacaktı çalışmaları. Ki bu âlimlerin bazıları 1200’lü yıllarda yaşadığı halde kitapları hâlen büyük üniversitelerde okutuluyor.
Evet, onların sağlam kaynağı TEVEKKÜL’dü. Tevekkül’ü kelime manası olarak sorarsanız; Allah’a güvenmek demektir. O’nu vekil tayin etmek demektir. İşinizi Allah’a bırakmak… Böyle deyince de insanın bir şey yapası gelmiyor. “Tabi ya, Allah’a tevekkül ettim ben, Allah yardım eder.” deyip yan gelip yatası geliyor. Ama tevekkül; işi yapıp, elinden geleni ardına koymadıktan sonra Allah’a güvenmektir. Kalkıp da sınava hiç çalışmadan tevekkül etmeye çalışmayın, olmuyor, tecrübeyle sabit.
Hz. Ömer radiyallahu anh Medine’de boşta gezen bir gruba “Siz necisiniz?” diye sordu. Onlar da “Biz mütevekkilleriz (tevekkül edenleriz).” dediler. Bunun üzerine “Hayır, siz mütevekkil değil, müteekkil (yiyici)lersiniz. Siz yalancısınız, tohumunu yere atıp (toprağa ekip) sonra tevekkül edene mütevekkil denir.” dedi.
Allah’a tevekkül etmek demek güvenmenin en uç noktası çünkü tevekkül etmek bu işi Allah’tan başkası yapamaz, sadece o güç yetirebilir demektir. Seni her an düşmanlarından, vesveselerden koruyacak tek Allah vardır. Bu eminlik içerisinde olanların yaşadığı şeyler onun için dert değildir.
Abdullah İbni Abbas radiyallahu anh’dan rivayet edildiğine göre bir hadiste Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
-Ne hakkında konuşuyorsunuz?
- Hesapsız, azapsız cennete gireceklerin kim oldukları hakkında konuşuyoruz, dediler.
Bunun üzerine Nebi sallallahu aleyhi ve sellem:
-“Onlar büyü yapmayan, yaptırmayan, uğursuzluğa inanmayan ve Rablerine güvenenlerdir.” buyurdu. (Müslim, Îmân 374)
Besmele çekerek işe başlamakla ilgili âlimler şöyle bir yorum yapar; Allah’ın razı olmadığı bir konu da kimse işe besmele ile başlamaz, başlarsa da kâfir olur. Aynı şekilde tevekkül de Allah’ın razı olmadığı konularda yapılamaz. Bir kızın elini tutmak için Allah’a tevekkül edilmez, faiz ile aldığın parayı eline aldıktan sonra hadi bakalım hayırlı olsun denilmez! Bu, Allah’a savaş açmaktır, çünkü sanki bunları Allah emretmiş de sen yapıyormuşçasına anlaşılır.
Öyleyse, Allah’a güvenmek bizim anahtarımız. Nasıl namaz bütün kötülüklerden alıkoyuyorsa insanı, Allah’a güvenmek de hayır kapılarını açıyor.
Ben inanıyorum ki bu hayırların farkına varan kardeşlerim hemen Allah’tan bunun için duada bulunacak, O’ndan bekleyecek. Ama Allah bu sabırsızlığımızı sekinete dönüştürecek bir ayet sunuyor bize:
“Ey mü’minler, yoksa siz, sizden önce yaşamış olan kavimlerin başına gelenler size gelmeden cennete gireceğinizi mi sandınız? Yoksulluk ve sıkıntı onlara öylesine dokundu ve onlar öylesine sarsıldılar ki, Peygamber ve onunla birlikte iman edenler en sonunda ‘Allah’ın yardımı nerde kaldı?’ dediler. İşte o zaman (onlara): ‘Bilesiniz Allah’ın yardımı çok yakın (denildi)!” (Bakara, 214)
Bu kadar bunalmadan, daralmadan artık her şeyin üst üste geldiği ana varmadan yardım beklemek yüzsüzlüktür. Daha savaşmadan ne yardımı bekliyoruz?
İşte bu ayetle de anlaşılıyor ki tevekkül etmek karşılığını anında elinde bulmak değil. Bakın onlarda tevekkül ettiler ama Allah ‘rahmetim yakın, biraz daha sabredin’ dedi. Bu yüzden bize de düşen sabırdır; Suriye’de sabır, komşumuza sabır, Türkmenistan’a sabır, oğlumuza sabır, kocamıza/eşimize sabır ki bunları yaşadıktan sonra Allah samimiyetini gördüğü kuluna “Allah’ın yardımı yakın” diyecek.
İşte kardeşlerim; Eğer sizde ruhunuzun daralmasından kurtulmak istiyorsanız Allah’a tevekkül edin! Sabır gösterin, çünkü Allah’ın yardımı yakındır. Ruhumuz daralıyor, ama artık Allah’ın yardımı yakındır. O bize yardım edecektir çünkü biz O’na güvendik. Çünkü
Rasulullah, Ebubekir radiyallahu anh’a öyle dedi: “Üzülme, Allah bizimle.” Allah bizimle, bizler Allah’ın safındayız ve O’nun safındaki kimse kaybetmemiştir. Bu yüzden artık sigortaların, bankaların, korumaların değil Allah’ın hıfzı içerisinde olduğumuza inanıyoruz. Artık emniyet kemerinin değil Allah’ın koruması altında olduğumuza kanaat getirdik.
Rasulullah’ın yaptığı dualarla dua etmek ne büyük şeref olsa gerek. “Allah’ım! Kendimi sana teslim ettim. Yüzümü sana çevirdim. İşimi sana ısmarladım, işimde sana güvendim. (Rızanı) isteyerek, (azabından) korkarak sırtımı sana dayadım, sana sığındım. Sana karşı yine senden başka sığınak yoktur. İndirdiğin kitaba ve gönderdiğin peygambere inandım.”
“Eğer bu duayı yapıp yattığın gece ölürsen, iman üzere ölürsün, ölmez de sabaha çıkarsan hayra kavuşursun.” (Buhari, Vudû 75)