Tevekkül ve Teslimiyet
Tevekkül, bütün varlığınla Allahu Telaya dönmek ve ondan başkasından kesilmektir. (Cüneyd-i Bağdadi)
Tevekkül, Allahu Teâlâ’dan başkasından korkmamak ve Ondan başkasından bir şey beklememektir. (İbrahim-i Havas)
Tevekkül Nedir?
Tevekkül; bir sonuca ulaşmak için gerekli olan sebeplere başvurduktan sonra başarıyı Allahu Teâlâ’dan beklemek ve Onun takdirine razı olmaktır.
İnsanın, Allah’a güvenmesinin bir diğer adıdır tevekkül.
Said Nursi Hazretleri tevekkülü şu şekilde tanımlamıştır: Tevekkül, esbabı bütün bütün reddetmek değildir. Belki, esbabı, dest-i kudretin perdesi bilip riayet ederek; esbaba teşebbüs ise, bir nevi dua-yı fiilî telâkki ederek, müsebbebatı yalnız Cenâb-ı Haktan istemek ve neticeleri Ondan bilmek ve Ona minnettar olmaktan ibarettir. Bediüzzaman’ın ifadesiyle “İman tevhidi, tevhid teslimi, teslim tevekkülü, tevekkül saadet-i dareyni iktiza eder.”
Demek ki, Allah’a iman eden O’na teslim olmak durumundadır. Çünkü Allah’a iman etmek, O’nun isim ve sıfatlarına ve bu isim ve sıfatlarının hepsinin güzel olduğuna iman etmek demektir. Kur’an surelerinin başında kendini Rahman ve Rahîm olarak takdim eden Allah’a hüsnüzan etmek, O’nun yaptığı her şeyin güzel olduğunu düşünmek, “Görelim Mevla neyler, neylerse güzel eyler” düşüncesini kalbine yerleştirmek gerekir.
Bir şeyin başta hayırlı, sonunda kötü olması muhtemel olduğu gibi, başta kötü sonunda güzel olma ihtimali de her zaman vardır. Bu husus Kur’an’da açıkça ifade edilmiştir.
Tevekkül, lügatte “dayanma, güvenme, vekil tutma ve vekile güvenme” manalarına gelir. İslam irfanında ise, gönlü iman ile dolu olan kimsenin yalnız O’na güvenmesi ve O’na sığınmasıdır.
Âyet-i kerimelerde şöyle buyrulur:
“…İnananlar ancak Allah’a tevekkül etsinler!” (İbrahim, 11; Tevbe, 51)
“…Şayet mü’minler iseniz, sadece Allah’a tevekkül edin!” (Maide, 23)
“…Kim Allah’a tevekkül ederse, Allah ona yeter ” (Talâk, 3)
Gerçek müminler ancak O Kimselerdir ki, Allah’ın adı anıldığı zaman yürekleri ürperir, âyetleri okunduğu zaman imanlarını arttırır. Ve bunlar yalnızca Rablerine tevekkül ederler. (Enfal 2)
O sırada münafıklar ve kalplerinde hastalık bulunanlar, müslümanlar hakkında "şu adamları dinleri aldattı" diyorlardı. Oysa her kim Allah'a tevekkül ederse bilsin ki, Allah galiptir, güçlüdür ve hikmet sahibidir. (Enfal 49)
Hadisi şerifte de: “Eğer siz hakkıyla tevekkül edebilirseniz, sabahleyin karınları aç olarak çıkıp, akşamleyin tok olarak dönen kuşların beslendiği gibi rızıklanırsınız!” buyrulmaktadır. (Tirmizî, Züht 33)
Hz. Enes (ra) anlatıyor: "Resulullah (as) buyurdular ki:
"Evinden çıkınca kim: "Allah'ın adıyla, Allah'a tevekkül ettim, güç kuvvet Allah'tandır" derse kendisine: "İşine bak, sana hidayet verildi, kifayet edildi ve korundun da" denir, ondan şeytan yüz çevirir".
Hz. Enes (ra)anlatıyor: "Bir adam Rasûlullah (as) gelerek: "Hayvanımı bağlayarak mı yoksa serbest bırakarak mı Allah'a tevekkül edeyim?" diye sormuştu. Ona: "Bağla ve tevekkül et!" buyurdu."
Tevekkül; tedbir ve teşebbüsleri bir kenara atmak değil, bilâkis onların gereğini yerine getirdikten sonra Allah’a sığınmaktır.
Allâh Teâlâ buyurur: “…Herhangi bir iş hususunda önce onlara, mü’minlere danış! İstişareden sonra karar verip azmedince de artık Allah’a tevekkül et” (Al-i İmran, 159)
Müminlerin her iki cihanda da yardımcısı Allah’tır.
Kim O’na tevekkül ederse, Allâh ona kâfidir. İster ferdî, isterse içtimâî plânda olsun, gerçek huzur ve saadet, yalnızca O’na dönmekte, O’ndan yardım istemekte, O’na tevekkül etmektedir.
Tevekkülün Önemi
Tevekkül etmenin bizler için en büyük önemi Allah’ın rızasını, sevgisini ve yardımını kazanmamızdır. "Allah’ın rahmeti sayesinde sen onlara karşı yumuşak davrandın. Eğer kaba, katı yürekli olsaydın, onlar senin etrafından dağılıp giderlerdi. Artık sen onları affet. Onlar için Allah’tan bağışlama dile. İş konusunda onlarla müşavere et. Bir kere de karar verip azmettin mi, artık Allah’a tevekkül et, Ona dayanıp güven. Şüphesiz Allah, tevekkül edenleri sever. Allah size yardım ederse, sizi yenecek yoktur.
Eğer sizi yardımsız bırakırsa, ondan sonra size kim yardım edebilir? Mü’minler, ancak Allah’a tevekkül etsinler." (Ali İmran suresi159-160)
"Onlar öyle kimselerdir ki, halk kendilerine, “İnsanlar size karşı ordu toplamışlar, onlardan korkun” dediklerinde, bu söz onların imanını artırdı ve “Allah bize yeter, O ne güzel vekildir!” dediler. Bundan dolayı Allah’tan bir nimet ve lütufla kendilerine hiçbir fenalık dokunmadan geri döndüler ve Allah’ın rızasına uydular. Allah, büyük lütuf sahibidir.’’ (Ali İmran 173-174)
Tevekkül Etmek ile Çalışmak Birbirine Zıt Mıdır?
Çalışıp çabalamadan yan gelip yatan, sonra da “Biz mütevekkil kimseleriz” diye caka satan kimseleri Hz. Ömer radıyallahu anh, "Siz Allah’a değil, başkalarının malına güvenen kimselersiniz. Mütevekkil; toprağa tohumu attıktan sonra Allah’a güvenen insandır" diye azarlamıştı.
ÖNEMLİ
Kur’an-ı Kerim, hadis-i şerifler ve Hz. Ömer radıyallahu anhın bu sözlerinden anlaşılıyor ki, mütevekkil insanlar işiyle uğraşan, ailesinin rızkını kazanmaya gayret edenlerdir. Allah’a güvendiğini göstermenin en iyi yolu; çiftiyle, çubuğuyla, sanatıyla, ticaretiyle meşgul olmak, kimseye el açmamak ve kimseden bir şey beklememektir. Sebeplere başvurup fiili duamızı yaparak sonuçlarını Allah’tan beklemek ve sonuç ne olursa olsun Allah’ın takdir ettiğine güvenmek ve rıza göstermek gerçek anlamda tevekkül etmektir.
Rabbimiz, rızkımız için çalışmamız gerektiğini bir ayetinde şöyle bildiriyor; "Namaz kılınınca artık yeryüzüne dağılın ve Allah’ın lütfundan nasibinizi arayın. Allah’ı çok zikredin ki kurtuluşa eresiniz." (Cuma 10)
Öyle ise mü’min kişi, tembellik ile tevekkülü karıştırmamalıdır. Ders çalışmadan yüksek not almayı istemek, helal yoldan para kazanmaya çalışmadan rızkın gelmesini beklemek, tedavi olmadan şifa bulmayı düşünmek tevekküle zıttır.
TESLİMİYET NEDİR, NASIL OLMALIDIR? SORUSUNA GELİNCE:
Teslimiyet; سَلِمَ fiilinden gelir. Boyun eğmek, başa gelen hâdiseleri itirazsız kabullenmek ve selâmete çıkmaktır. Tam ihlas ve teslim olma, yaptığını sırf Allah için, Allah rızası için yapmaktır. Teslimiyet, aklı iptal etmek değil aklını, seni aşan konuları senden daha iyi bilenin rehberliğine güvenerek kullanmak demek. Geminin kaptanına, uçağın pilotuna, ameliyatı yapan cerraha, tavsiyesini istediğimiz bilgenin tecrübesine güvenmek demek.
Teslimiyet, insanı dosdoğru olmaya götüren sağlam bir güçtür. İnsan bir kez teslim oldu mu başta şeytan olmak üzere bütün saptırıcılar birer birer güçlerini yitirir, zayıflar ve tesir edemez hale gelirler.
Elmalılı merhum der ki: "Tam ihlas ve teslim olma; yaptığını sırf Allah için, Allah rızası için yapmaktır.
Tevhid, ancak bundadır. Bu da nefsin, zarar veya menfaati açık olmayan, diğer bir deyişle açıkta manası makul bir sebep ve hikmeti görünmeyip, bütün hikmeti yalnız Allah'ın emrine itaatten ve O'nun rızasına uymaktan ibaret olan ve bundan dolayı görünüşte faydasız ve zararlı görünse bile yerine getirilmesi gereken, amellerle ortaya çıkar ki, bunlara ibadetle ilgili işler denilir. Ve bizzat hayır olan ihsan, iyilik ancak bununla ortaya çıkar. Ve insan nefsin şirkinden ancak bununla kurtulur."
Bunun içindir ki, namaz, oruç, zekât, hac gibi ibadetlerin, nefsinize şu şu faydaları vardır gibi nefisle ilgili bir maksatla değil, sırf Allah rızası için ve Allah'ın emri olduğu için, yalnız bir ibadet etme fikriyle ve sırf Allah'a yaklaşmak için samimi ve ihlaslı olarak ibadet niyetiyle yapılması gerekir. Ve öyle olmadıkça makbul olmaz. Çünkü o zaman Allah'a değil, nefse ibadet edilmiş olur.
Nitekim İbrahim aleyhisselâmın kalbinde Allâh’tan başka hiçbir şeye yer yoktu. Bu yüzden de Cenâb-ı Hak onu kendisine Halil, yâni dost edinmişti.
Melekler: “–Yâ Rabbi İbrahim’in canı, evlâdı ve malı var! Nasıl sana Halil olabilir?” demişlerdi.
Allâh Teâlâ da, üç yerde O’nun itirazsız teslimiyetini meleklere göstermişti. Bu imtihanlar ve neticeleri, kıyâmete kadar ümmete misal olacaktır.
HAZRETİ İBRAHİM’İN TESLİMİYETİ
İbrahim aleyhisselam ateşe atılacağı zaman "Allah ne güzel vekildir’’ diyerek Rabbine sığınmıştı. O’nun bu teslimiyetinin biri mükâfatı olarak ateşe:
“–Ey ateş! İbrahim’e serin ve selâmet ol!” buyrulmuştu. (Enbiya 69)
İbrahim aleyhisselâmın malı da, Cebrail aleyhisselâmın Cenâbı Hakkı üç defa zikretmesi neticesinde, nazarında ehemmiyetsiz bir hâle gelmiş ve ona: “Al bunların hepsini götür!” demişti.
Yine İbrahim aleyhisselam evlâdı İsmail’i kurban etmekle imtihan edilmiş ve Cenâb-ı Hakk’ın emrine gösterdiği teslimiyet ile bu imtihanı da yüzünün akıyla geçebilmişti.
GERÇEK KULLUK, TESLİMİYETTİR
İşte gerçek kulluk, teslimiyettir. Çünkü Allâh celle celâlühü kulunun kendisinden başkasına ram olmasını istemez. Teslimiyet, muhabbete dayalı bir itaat işidir. Bu itaat ve teslimiyet bereketiyle İbrahim Aleyhisselama, canı, malı ve evlâdı, yüce Rabbinin yolunda hiçbir engel teşkil edemedi. Hac ibadeti de, O’nun Rabbine tevekkül ve teslimiyetinin kıyâmete kadar devâm edecek en güzel bir sembolü oldu.
Çünkü İbrahim aleyhisselâmın dili kalbine tercümanlık yaparak daima “…Ben âlemlerin Rabbine teslim oldum!” demekteydi. (Bakara 131)
Hazret-i İbrahim ve Hazreti İsmail aleyhimüsselâmın tevekkül ve teslimiyetlerinin sembolü olan hac, beşerî sıfatlardan soyunup bir mağfiret iklimine; teslimiyet ve tevekküle giriştir. Hac, muhabbet dolu bir kulluğun ifasıdır.
GÜNAHLAR ANCAK TEVEKKÜL VE TESLİMİYET İLE DÖKÜLÜR
Günahların dökülüşü, ancak yalvarış, tevekkül ve teslimiyet dolu bir kalbi kıvam ile yapılan ibadetlerin bereketiyle gerçekleşir. Yemen halkından bazı kimselerin hacca giderken kuru kuruya: “Biz Allah’a tevekkül ediyoruz!” diyerek hazırlıksız yola çıkmaları ve Mekke’ye vardıklarında da açlıktan dilenmeleri üzerine şu âyet-i kerîme nâzil olmuştur:
“…Kendinize azık edinin! Şüphe yok ki azığın en hayırlısı takvadır…” (Bakara 197)
Âyeti kerimeden de anlaşıldığına göre o mübarek topraklarda hem zahiri azık, hem de ondan daha mühim olarak manevi azık ihtiyacı hâsıl olmaktadır.
Bu da, elbette ki “takvâ”ya ermiş bir kalbi selim ile mümkündür. Zira Allah’ın ahlâkı ile ahlaklanmanın en tabiî neticelerinden biri, takvâ tezahürleriyle dolu engin bir gönle sâhip olmaktır.
Hz. Ömer radıyallahu anh anlatıyor: "Resulullah (as): "Siz Allah'a hakkıyla tevekkül edebilseydiniz, sizleri de, kuşları rızıklandırdığı gibi rızıklandırırdı:
Sabahleyin aç çıkar, akşama tok dönerdiniz."