TEVEKKÜR 1
“Ol!” demesiyle bütün mükevvenatı muazzam bir surette halkeden Mevlayı Zülcelâl Hazretleri; kuvvet ve kudretinin emsalsiz tecellilerini, hikmetler üzere bina ettiği bu âlemlere türlü sıfatlar ile nakşetmiştir.
Allah, öyle bir yaratılışla kâinatı yaratmıştır ki yerde ve göklerde ne varsa, hepsi bir araya toplansa ne bir karasineği ne bir çekirgeyi ne de insanın bir kılını (veya zerreyi) yaratmaya güç yetiremez. Yeryüzünün yaygı ve döşek gibi serilmiş olması, göklerin de kubbe olarak yüceltilmiş olması ve bütün bunları birbirine bağlayan muazzam sistem, idraklerin ötesinde muhteşem hadiselerdir. Gece ve gündüz, aylar ve yıllar, sürekli devir daim eden mevsimler; bütün bunların merkezinde olan insanoğlu…
İnsanoğlu ki Allah-ü Teâlâ Hazretlerinin lütfu İlahisine mazhar olmuştur. Cenab-ı Hakk’ın kuvvet ve kudretinin bir nişanesi olarak, bütün bir âlem insanın özünde toplanmıştır. Şeyh Galib bunu; “Kendine hoşça bak çünkü âlemin özü sensin. Sen kâinatın gözbebeği olan insansın.” beytiyle ifade ederken; insana bu ulviyeti katan da Allah-ü Teâlâ Hazretlerinin, “Sen olmasaydın Muhammed’im bu mükevvenatı yaratmazdım” buyurduğu, Rasulullah Aleyhissalatü Vesselam Efendimizdir. Böylece saydığımız ve sayamadığımız her bir şey türlü hikmetlerle birbirine bağlıyken, insanda bu ulvi sıfata ulaşabilmek için, bütün mükevvenatın özü olan Rasulullah Aleyhissalatü Vesselam Efendimize ve Allah-ü Teâlâ Zülcelâl Hazretlerine vasıl olmalıdır. İnsan zulmet ve cehalet içerisinde yaratılmıştır. Bu cahillik içinde kendini bu zulmetten, karanlıktan çıkaracak ve ne yapması gerektiğini; Allah ve Rasulü’ne hangi yoldan gideceğini bilmesi için bir nura, bir ışığa muhtaçtır.
Maksada ulaşmak için dünya tarafından mı ahiret tarafından mı gideceği yahut kendisiyle mi yoksa Allah-ü Teâlâ ile mi meşgul olması gerektiği ancak marifet nuru ile anlaşılır. Marifet nuru ise tefekkürden meydana gelir. Karanlıkta yolda yürüyemeyen bir kimse, çakmak taşı ile elindeki mumu yaksa, bu mum sebebi ile hali değişir, görmeye başlar. Yolu yol olmayanlardan ayırır ve yürümeye başlar. Bunun gibi asıl olan o iki ilim ve onların birleşmesinden meydana gelen üçüncü ilim, iki çakmak gibidir. Tefekkür, çakmak taşlarını birbirine vurmak gibidir. Marifet ise onlardan meydana gelen ışık gibi olup onunla kalbin hali değişir, kalbin hali değişince iş ve ameller de değişir ve mesela kişi, ahiretin daha iyi olduğunu görüp, sırtını dünyaya, yüzünü ahirete döner. O halde marifet tefekküre tabidir. Tefekkür de bütün iyiliklerin aslı ve anahtarıdır… Zunnün-ü Mısrî Hazretleri: “İbadetin anahtarı tefekkür, isabetli yolda olmanın alâmeti heva, heves ve nefse muhalefettir.” buyurmuştur. İmam Gazali Hazretleri; “Tefekkür, ibadetin yarısıdır.” buyurarak, bir ibadet olarak tefekkürün önemine dikkat çekerken, Fudayl bin İyaz Hazretleri “Tefekkür, iyilik ve kötülüğünü gösteren bir aynadır.” buyurarak, tefekkürün hakikat perdelerini araladığını haber vermiştir…
Tefekkür; Allah’ı ve O’nun kudretini, Allah-ü Teâlâ’nın sıfatlarını ve nimetlerini düşünmek demektir. Allah-ü Teâlâ Hazretleri Kur’an-ı Kerim’in birçok yerinde kullarını tefekküre davet ederek; "O'dur ki arzı uzattı, orada sabit dağlar ve ırmaklar var etti. Orada bütün meyvelerden iki çift yarattı. Geceyi gündüzün üzerine örtüyor. Şüphesiz bunda tefekkür eden (düşünen) bir toplum için ayetler vardır." (Ra'd, 13/3) buyurur ki nice gizli ilimlerin tefekkür ile aşikâr olacağından kullarını bizzat haberdar eder. Ve Mevlayı Zülcelâl Hazretleri türlü ayetlerle tefekküre temas ederek tefekkürün ehemmiyetine vurgu yapar;
"Biz bu Kur'an'ı bir dağa indirseydik, Allah'ın korkusundan, onu, baş eğmiş parça parça olmuş görürdün. Bu misalleri, tefekkür etsinler diye insanlara veriyoruz" (Haşr, 59/21)
Aleyhissalatü Vesselam Efendimiz de tefekkürün çok önemli ve faziletli olduğunu dile getirmiş; “Bir saatlik tefekkür, bir senelik ibadetten hayırlıdır.” buyurarak, ümmetini bu muazzam deryaya davet etmiştir.
Ashabını özellikle Allah-ü Teâlâ Hazretlerinin kuvvet ve kudretini, muazzam sanatının yüceliğini tefekkür etmeleri hususunda ikaz eden Rasulullah (sav) Efendimiz bizatihi, tefekkür ile vakitlerini geçirmeye özen göstermiştir.
Hazreti Aişe Annemiz şöyle anlatır:
Bir gece Rasulullah Aleyhissalatü Vesselam Efendimiz, kalktı, kırbaya gitti ve onunla abdest aldı. Kalktı, sonra ayakta ağlamaya başladı. O kadar ağladı ki gözyaşları kucağına düştü. Bundan sonra, sağ yanına dayandı.
Sağ elini de sağ yanağının altına koydu. Yine ağlamaya devam etti. Gözyaşları yere ulaştı. Sabah ezanı okunduktan sonra Bilal geldi. Rasulullah (sav)’ın ağladığını görünce şöyle dedi:
Ya Rasulullah! Allah-ü Teâlâ Senin gelmiş geçmiş günahlarını bağışladı, neden ağlıyorsun?
Rasulullah (sav) şöyle buyurdu:
Ey Bilal! Şükreden bir kul olmayayım mı? Hem neden ağlamayayım? Bu gece Bana şu ayet nazil oldu:
“Şüphesiz, göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün birbiri ardınca gelişinde, temiz akıl sahipleri için ibret verici deliller vardır.
Onlar ayaktayken, otururken ve yanları üzerine yatarken Allah’ı zikrederler. Göklerin ve yerin yaratılışı üzerinde düşünürler. “Rabbimiz! Bunu boş yere yaratmadın, Seni eksikliklerden uzak tutarız. Bizi ateş azabından koru” (Al-i İmran:190/191)
Sonra şöyle buyurdu:
“Bu ayeti okuyupta ibret almayana (tefekkür etmeyene) yazık!”
Tefekkürün neticesinde insan geniş bir ilme sahip olur. Vehb bin Münebbih Hazretleri öyle der; “Tefekkür, insanı bilgili eder. Bilgili olan da amel eder.” İnsanın ilmi artınca da, kalbinin hali değişir.
Onun neticesinde de, insanın hali ve hareketleri değişir. Görülüyor ki insanın bilgisinin artması ve davranışlarının düzelmesi, tefekkürle başlar.
Onun için Yüce Allah Kur'an'da çeşitli hususları dile getirdikten sonra "... Şüphesiz bunda tefekkür eden (düşünen) insanlar için ibretler vardır" (Nahl, 16/11) buyurmaktadır. Cenab-ı Hakk’ın bu ifadesi Kur’an-ı Kerim’in muhtelif yerlerinde de aynıyla geçmektedir. Buradan anlıyoruz ki Allah-ü Teâlâ Hazretleri, kulları için tefekkürü olmazsa olmaz bir mahiyette gerekli ve faziletli kılmıştır.
Allah dostları tefekkürü farklı yönleriyle ele almışlar ve her fırsatta insanları bu İlahi nimetten istifade etmeye davet etmişlerdir:
Ömer b. Abdülaziz Hazretleri tefekkür hakkında şöyle demiştir: “Yüce Allah'ın nimetlerini düşünmek, en faziletli ibadetlerdendir.”
İmâm Şafiî Hazretleri de: "Herhangi bir konuda hüküm çıkarırken tefekkürden faydalanın" buyurmuştur.
Lokman (as) yalnız başına tenha bir yerde oturup tefekkürde bulunurdu. Bir gün kendisine: “Niye yalnız oturuyorsun? İnsanlarla oturup sohbette bulunsan, daha iyi olmaz mı?” diye sordular. Lokman (as) şu cevabı verdi: "Uzun süre yalnız kalmak, tefekküre daha müsaittir. Uzun süre tefekkürde bulunmak da, insanı cennetin yoluna sevk eder.”
Âmir bin Kays Hazretleri şöyle der:
“Ahirette çok feraha kavuşanlar, dünyada çok hüzün duyanlardır. Ahirette çok gülenler, dünyada çok ağlayanlardır. Ahirete en sağlam imanı götürenler, dünyada tefekküre çok dalanlardır.”
Tefekkür meydanı sonsuzdur. Kulun tefekkürü ya kendinde ya Allah-ü Teâlâ Hazretlerinde olur.
Kulun kendinde olan tefekkür; kişinin kendisini düşünüp kötü amel ve sıfatlarının ne olduğunu anlayıp, kendini bunlardan temizlemesidir. Bu günahlar ya dıştan olur yahut da içinde bulunan kötü ahlaklardan doğar. Açıkça işlenen günahların bir kısmı dil, göz, el ve diğerleri gibi yedi uzuvla alâkalıdır. Bir kısmı da bütün bedenle ilgilidir. İçteki pislikler böyledir. Bunların her birinde üç düşünce hâli bulunur. Birincisi: Filan iş filan sıfat iyi midir, kötü müdür, bilinmez. Çünkü bu yerlerin hepsi açık değildir, ancak tefekkür ile anlaşılabilir. İkincisi: Kötü ise ben bu sıfatta mıyım değil miyim, bilinmez. Çünkü nefsin sıfatı, tefekkür olmadan kolay kolay anlaşılmaz.
Üçüncüsü: Eğer bu sıfatta ise bundan kurtulmanın çaresini arar. O halde her sabah ve her fırsatta bir müddet bunu düşünmeli ve ilk düşüncesi görülen günahlar olmalıdır. Mesela dilini düşünmelidir. Bugün birçok şey konuşacağını, belki gıybet ve yalana düşebileceğini düşünüp, önceden bundan sakınma çarelerini aramalıdır. Bunun gibi haram yeme tehlikesi varsa ondan nasıl kurtulacağını düşünmelidir. Bunun gibi vücudun bütün azalarını araştırmalı ve hepsine ibadet ettirmeyi düşünmelidir.
Bu yönde tefekkürü bitirince, sevaplar hususunda tefekkür etmeye başlamalıdır. Mesela; bu dil Allah’ı zikretmek ve Müslümanları rahat ettirmek için yaratılmıştır. Ben şu zikri yapabilirim ve şu güzel söz ile insanları sevindirebilirim. Mal Müslümanların rahatlığı için yaratılmıştır. Şu malı sadaka veririm, ihtiyacım olsa da sabrederim, mü’min kardeşimi kendime tercih ederim demelidir. Bir Müslüman bu ve bunun gibi birçok hususu her gün tefekkür etmelidir.
Böyle bir saatlik tefekkür ile bütün ömrünü günahla geçirmiş olduğunu anlayabilir. Bu şekilde bir saatlik tefekkür, Rasulullah (sav) Efendimizin buyurduğu üzere bir yıllık ibadetten daha iyi olur. Zira böyle bir tefekkürün faydası bütün ömrü içine almaktadır.
Bedene yapılan iyilik ve günahların tefekkürü yapıldıktan sonra sıra kalbe gelir. Kul kötü huylarını düşünür, kalbinde hangisinin bulunduğunu ve kurtuluşuna vesile olanlardan hangisinin kendisinde bulunmadığını düşünüp, kötü huyları temizlemeye kurtuluşuna vesile olanlardan kendisinde olmayanları istemeye koyulur. Burada kul her gün bunlardan nasıl kurtulacağını ve ne olursa olsun Allah’ın kapısından ayrılmayacağını düşünmelidir. Buraya kadar anlattığımız, kulun kendi sıfatları üzerindeki tefekkürüdür.
Allah-ü Teâlâ hakkında tefekkür...
Var olan her şey Allah’ın kudret ve azamet nurlarından bir nurdur. Bir kimse güneşe bakamazsa da ışıkların düştüğü yere bakabilir. Her şeyi Allah-ü Teâlâ vâr etmiştir. Hepsinde şaşılacak haller bilinmeyen vasıflar ve intizam vardır. Göklerin ve yerin zerrelerinden hiçbir zerre yoktur ki lisan-ı hâl ile kendisini yaratanın Celalini methetmesin, “İşte sonsuz kudret, işte sonsuz ilim” demesin. Bu harikuladelikler sonsuz bir âlemdir, anlatılması mümkün değildir. Kul böyle muazzam bir âlem içerisinde tefekkür deryasına dalıpta, yeryüzü ve semavattaki varlıkları tefekkür nazarıyla temaşa etmeye başlayınca, Allah’ın Rububiyet saltanatının sırları kendisine aşikâr olur.
İşte bu emsalsiz kapılar aralandıkça kul İlâhi sanatın mükemmelliği karşısında hayret secdelerine kapanır.
Kalbindeki iman coşar, yakîni ziyadeleşir. İnce tefekkür duygularına hislerini de katabilirse, İlâhî sanatı seyir ve temaşadan, tarifin fevkinde bir zevk alır. Ve bu tefekkürün nihayetinde, Mevlayı Zülcelâl Hazretlerine vuslat keyfiyetini yaşar. Ve her bir zerre de Allah-ü Teâlâ Zülcelâl Hazretlerini müşahade ettikçe; Üstadımız Cennet Mekân Abdullah Baba Hazretlerinin ifadesiyle; “Aklım Allah! Fikrim Allah! Daim Allah! İllallah!” sırrına mazhar olur. Bunun için bizler bu hakikatlere ulaşabilmek için Allah-ü Teâlâ Hazretlerini mutlak surette tefekkür etmeliyiz. Ancak Rasulullah (sav) Efendimizin; “Yaratıklar hakkında tefekküre dalınız, Yaratan hakkında tefekküre dalmayınız” buyurduğu üzere Cenab-ı Zülcelâl Hazretlerinin Zat-ı Ulûhiyeti hakkında tefekkür men edilmiştir. Bunun için her bir zerresi Cenab-ı Hakk’ın kuvvet ve kudretinin bir nişanesi olan bu muazzam âlemden hareketle, Allah’ın Celal ve İzzetini düşünerek tefekküre dalmak en isabetli hareket olacaktır. Şöyle ki:
Rabbimiz Zülcelâl Hazretleri; “Göklerdeki ve yerdeki birçok alametleri geçerler ve onlara bakmazlar.” (Yusuf/105) buyuruyor. Bu ayeti kerimede Cenab-ı Hakk, insanoğlunun yeryüzündeki her şeyden daha şaşılacak bir halde olduğumuzu ve bundan haberdar olmadığımızı bildiriyor. Bir ses: Kendinize bakın, Allah’ın Azamet ve Celalini görürsünüz diyor. Ayeti kerimede Cenab-ı Hakk; “İçinizdedir, niçin görmüyorsunuz?” (Zariyat/21) buyuruyor. O halde kendi evvelini düşün, bu âleme nereden geldin? Sen bir damla sudan yaratıldın. Anne karnında o bir damla sudan vücut meydana geldi. Organlar oluştu. Kalbi yarattı, ondan bütün bedene damarlar açtı.
Mideyi daima kaynayan sıcak bir tencere gibi yaptı ki yemekler onda pişiyor. Ciğer bunları kan yapıp uzuvlara gönderiyor. Safra kesesi bu kanın köpüğünü olan safrayı tutuyor. Dalak bu kandaki lenfi tutup hastalıkları önlüyor. Böbrek suyunu ayırıp mesaneye gönderiyor. Ve daha nice muazzam sistem ve Allah’ın benzersiz Kudreti, Azameti… Böylece kul tefekküre daldıkça görecektir ki Allah-ü Teâlâ Zülcelâl Hazretlerinin gayrısında bu âlemde bir zerre dahi yok! Ve fiilden faile ulaşacaktır. Ve tefekkürden beklenen asıl maksat hâsıl olacaktır.
Üstadımız Cennet Mekan Abdullah Baba Hazretleri, tefekküre büyük önem verirlerdi. Her fırsatta tefekküre vurgu yapan üstadımız, tefekkür ile zikrullahı muhakkak bir arada vurgular, tefekkür esnasında Allah’ı zikretmenin muazzam tecellileri olduğunu dile getirirdi. Cennet Mekan Üstadımız, bundan sonra nasıl tefekkürde bulunmamız gerektiğini misallendirerek şöyle buyururdu:
Tefekkürü biraz daha açacak olur isek;
Ya Rabbi!
Bir damla meni idik. Anamızın karnında kan olduk, pıhtılaştık. Et olduk. Şeklimiz şemailimiz belirdi, ruhumuz dirildi. Cennet misali anamızın karnında rızıklandık. Ya Rabbi! Doğduktan sonra annemizden rızıklanacağımız sütü halkettin. İçinde her vitamini bulundurdun. Emekledik, büyüdük. Evlendik çeşitli sıkıntılar, çeşitli elemler, hastalıklar geçirdik. Yataklara düştük. Doktorlara koştuk. Fakat onlar da bir çare bulamadı. Ya Rabbi! Veren sensin, alan sensin. Elbette biz ahiret yolcusuyuz. Bu ceset toprağın malıdır diye, tefekkür ettik. Azrail (as) geldi, ruhumuzu aldı. Yıkadılar, kefenlediler. Malımız, eşimiz, dostumuz hep dünyada kaldı. Kabre koydular, üstümüze toprak attılar. Melekler sorgu için geldiler; “Rabbin kim? Peygamberin kim? dinin nedir?” diye sordular. Mahşer yerinde insanlar fevc fevc toplanmaya başladı. Herkes otuz üç yaşında olacak.
Aman Ya Rabbi! Amel defterim sağımdan mı, yoksa solumdan mı verilecek? Sen bilirsin Ya Rabbi! Habibin Ahmet Resulün Muhammed Mustafa (sav) Efendimizin Liva’ül Hamd Sancağına bizi dâhil eyle, sevk eyle, cennet ve cemaline müşerref kıl Ya Rabbi!” diye tefekkürümüze devam ederiz.
Ondan sonra İbrahim (as)’ın ateşe atılırken Allah’a teslim olduğu gibi teslim oluruz. Allah (cc) her şeye kadir. Bizi kurtaracak ondan başka kimse yok!
Ya Rabbi!
Ancak sana ibadet eder, ancak senden yardım dileriz. Ya Rabbi!
Bizi, O inam ettiğin, ihsan ettiğin peygamberler, salihler, sıratı müstakimde olanlardan eyle! Gazabına uğrayan Nemrutlardan, Ebu Cehillerden, zanilerden, içkicilerden, kumarcılardan, delalete uğrayanlardan eyleme, denilerek tefekkür edilir.
İşte tefekkür böyle muazzam bir limandır. Sonuç olarak deriz ki tefekkür Müslüman’ın olmazsa olmazıdır. Müslüman daima tefekkür üzere bulunmalı, ibadet ve tatlarının yanı sıra gündelik işlerinde de bir şeyi yapmadan önce o hususu enine boyuna değerlendirerek tefekkür etmelidir. Tefekkür ile Allah-ü Teâlâ Hazretlerinin yüceliğini düşünmeli ve Allah’a yakın olabilmek ve tefekkürün tam manasıyla özüne inebilmek için mutlak surette Allah-ü Teâlâ Hazretlerini zikretmeye kesinlikle devam etmelidir. Ve tefekkürün insanı istikamet üzere tuttuğunu unutmamalıdır.
Gavsül Azam Seyyid Abdülkadir Geylani Hazretleri şöyle buyuruyor:
“Sana acıyorum. Çok az düşünüyorsun. Tefekküre daldığın yok. İşlerini düşünerek yap. Tefekkür kalpten olur. Kalbine yönel. Hâlini düşün. İyilik üzere isen hâline şükret. Aksi hâlde tevbe et, nadim ol. Hakk’a yalvar. Dinini, tefekkürle canlandırman kabil olur.
Şeytan ve kötü duygular, iyi düşünce ile yokluğa gömülür. İşte Peygamberimi zin: ‘Bir anlık iyi düşünce, bir gece sabaha kadar yapılan ibadet ten hayırlıdır.’ buyurması buna dayanır. Tefekküre geçmeden yapılan her iş uğursuzdur. İnsanı selâmete çıkarmaz. Bilakis batağa gömer.”