İhsan ve Tefekkür
İmtihan dershanesi olarak düzenlenen bir gezegende, belaların ve musibetlerin içinde yaşıyoruz. Doğarken nişanlandığımız ölümün kucağına doğru yürüyoruz. Ölmemek için nefes alıyor, nefes aldıkça ölüme yaklaşıyoruz. Zaman ömür takviminin yapraklarını birer birer tüketirken “Kazancımız ne? Kazanan kim?” soruları zihnimizi meşgul ediyor.
Ahiret yolcusu olduğumuzu çok iyi bildiğimiz halde, meşgaleler tefekkürümüzü adeta talihsiz bir gafletle perdeliyor.
O’ndan izinsiz yaprağın dahi kımıldamadığı şuuruna varmak, bu idraki canlı tutmak yani hiçbir şekilde akıldan çıkarmamak aslında huzur basamaklarında yol almak manasına geliyor. Çünkü O “Samed”dir. Hiçbir şeye ihtiyacı olmadığı halde herkes ve her şey O’na muhtaçtır. Her ne istenecekse O’ndan istenmelidir. Zira istememizi O istiyor. Bütün saltanat ve hükümranlık kendisinin olan ve apaçık yegâne hakikatin ta kendisi olan Allah’tan başka hiçbir ilah yoktur.
“…İhsan Allah’a, O’nu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen O’nu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor.” (Müslim, İman 1,5; Buhari, İman 37)
Cibril hadisinde de açıkça ortaya konmuştur ki başıboş değiliz. “İslam ve imanda kemale erebilmek; ihsan kıvamına ulaşmaya bağlıdır. İhsan halini yaşayabilmek için de, Cenab-ı Hakk’ın bizi daima gördüğünün farkında olup kendimizi sürekli murakabe (manen kontrol) etmemiz ve böylece halimize çekidüzen vermemiz lazımdır.
Ayrıca Allah’ın bize bizden daha yakın olduğu gerçeğinin kalbimizde daimi bir idrak haline gelmesi icab eder.
Kalpte bu duyuşlar meydana geldiğinde, kul, imandan ihsana ulaşmış demektir. O artık, bütün amel i salihleri feyz ve ruhaniyet dolu bir gönülle ifa eder. Kur an, Kâinat ve insan üzerinde tefekkürün hazzına gark olur. (O. Nuri TOPBAŞ Kâinat, İnsan ve Kuran’da Tefekkür s.157)
Her şey ve herkes O’na muhtaçtır. Nerede olursak olalım O bizimle beraberdir. O bize her durum ve her şartta bizden daha yakındır. Bize şah damarımızdan daha yakındır. Mutlak kudret sahibidir. O’ndan izinsiz yaprağın dahi kımıldaması düşünülemez. İçimizden geçenden, yere inen her şeyden ve yerden çıkan her şeyden her an haberdardır. Şinasi kendi vücudunu; kemiklerini, kas dokusunu, sinir sistemini, damarlarını incelemiş ve:
“Varlığım Halık’ımın varlığına şahiddir,
Başka burhan-ı kavi var ise de zaiddir…”
“Birçok deliller varsa da benim varlığım Yaratıcının varlığına en güzel delildir. Diğerlerine ihtiyaç yoktur.” İfadeleriyle Mutlak Sanatkârı ilan etmiştir. İçinde yaşadığımız kâinatın nizamını ve harikalarını tefekkür eden Ziya Paşa:
“İdraki meali bu küçük akla gerekmez,
Zira bu terazi bu kadar sıkleti çekmez.”
Diyerek Yüce Kudret karşısındaki teslimiyetini ifade etmiştir. Vedud olan, yani hem seven hem de sevilen Yüce Kudret’in sevgisini kazanmak için yollar aranmalıdır.
“Kim bu yüzü çizen sanatkâr ressam?
Geçip de aynaya soran olmaz mı?”
Diyen Necip Fazıl, insanın yüzünün enine ve boyuna birer karışlıktan ibaret olmasına rağmen, kaş, göz, burun ve ağzın yerleri katiyen değişmemesine rağmen herkesin yüzünün farklı farklı olmasına dikkat çekmiştir. Yine Ziya Paşa bundan iki asır önceki ilmi tespitlerin aklı aciz bıraktığını görmüş ve hikmetli bir beyt söylemiştir şöyle ki:
“Sübhane men tehayyera fi sun’ihi’l-ukul
Sübhane men bi -kudretihi ya’cizu’l-fuhul”
“Sanatı karşısında akılların hayrete düştüğü, kudretiyle en üstün âlimleri aciz bırakan Allah Teala’yı tesbih ederim…”
Cenab-ı Hakk’ın sevgisini kazanmak hususunda insanın tefekkür etmesi icabeder ki; güzellik ve sevgi kavramlarını yaratan şüphesiz ki mutlak sevgi ve güzellik sahibidir. Veduddur. O’nun cemal sıfatları tefekkür edilmelidir. O halde bütün imkânlar Rabbimize teksif edilmelidir. Niyetler temizlenmeli kalb tasfiyesi ve nefs tezkiyesiyle tekrardan yola koyulmalıdır.
Allah Teâla’nın murakabesiyle yaşamak bir nevi Onun gücüne, Onun kudretine yönelmektir. Kendini O’na teksif etmek demek “Atarken sen atmadın Allah attı” sırrına mahzar olmak demektir. Adanmışlıktır. O’na adanan bir şahsiyet her haliyle kazanır. Adanmışlar için hiçbir surette kaybetmek yoktur.
Uyurken daha iyi ve zinde bir bedenle Rabbime ibadet etmek niyetiyle uyuyorum diye niyetlenenin uykusu, ibadete dönüşür. Yemek yerken bu rızklardan alacağım enerjiyle Rabbime ibadet edeceğim diye niyetlenenin yemeği de ibadet olur. Ders çalışırken niyetini, öğrendiklerimle faydalı olup Allah rızasını kazanmaya çalışacağım diyenin çalışması ibadet olur. Her halinde Rabbinin rızasını arayan, elbette ki “radıyeten merdıyye”ye ulaşır. Rabbi ondan o da Rabbinden razı olur. Allah’ın sevdiği kişi neyi kaybetmiştir? Sevmediği ne kazanmıştır?
Kişiyi ihsan kıvamına ulaştıran en etkili yol Allah sevgisidir. Allah’ın sevgisi, kişiyi Allah Teâla ile beraber olma şuuruna ulaştırır. Zira kişi, sevdiği ile beraberdir. İnsan en çok sevdiğinden bahseder. Sevdiği ile zaman geçirmekten hoşlanır. Bu tefekkür kişiyi elbette ki Allah muhabbetine ulaştıracaktır. Allah bir kimseyi sevmeden hiç kimse Allah’ı sevemez O halde Onun sevgisini celbedecek yollar aranmalıdır.
“Allah tevbe eden genci sever, Allah Teâla gençliğini Allah’ın taatinde geçiren genci sever, Allah duada ısrar edenleri sever, Allah Teâla, kulunu helal peşinde koşmaktan yorulmuş vaziyette görmeyi sever, Allah Teala cömert ve ihsan sahibidir, cömertliği sever ve yüksek ahlakı da sever. Allah eskiden beri gelen kardeşliğe devam etmeyi sever. Allah Teâla güzel ahlakı sever. Allah katında en sevgili kul, ailesine en faydalı olan kuldur.” (Suyuti, Camiu’sSağir) Listeyi uzatmak mümkün.
Cenab-ı Hakk’ın sevgisini kazandıracak yollar çoktur. Yeter ki maiyet şuuruna ulaşıp ihsan kıvamında bir hayat yaşayabilelim. Tirmizi’de geçen bir iltica ile Kainatın Rabbi’ne yönelmelidir:
“Allah’ım Sen’den Sen’i sevmeyi, Sen’i seven kişiyi sevmeyi, Sen’in sevgine ulaştıran salih ameli isterim”
Âmin!..