Tövbekar Olmak
Eskiden beri toplumda İslam dini konusunda çok yanlış bir algılama vardır. İslam’a uygun yaşamanın özgürlüğü, sanatı, heykeli, müziği, resmi, estetiği, hatta gülmeyi, kısacası güzelliğe vesile olan her şeyi kısıtlayacağı sanılır. Bu yanlış mantığa göre İslam insanlar üzerine çeşitli kısıtlamalar koymakta ve böylece onların özgürlüğünü yok etmektedir. Bu nedenle toplum içinde kendilerini “özgürlükçü” olarak tanımlayan bazı insanlar, mümkün olduğunca din ahlakından uzaklaşmış, hatta dine karşı savaş açmışlardır. Bazıları ise genç, güzel, eğitimli, zengin, aydın ve modern olunduğunda dindar olunamaz yanılgısı içerisine girmişlerdir.
Bu yanlış bilgiden kaynaklanan “ya hep ya hiç mantığı” ile dine ve maneviyata yaklaşmamışlardır. Örneğin dinin sanata karşı olduğu düşünülmüş, sanatçı olunursa dindar olunamaz yanılgısı içerisine girmişlerdir.
“Ya din yaşanacak ya da tamamen dinin dışında kalınacak” diye düşünüldüğü için, sanatçıların dini yaşaması neredeyse imkansız gibi görülmüş, sonradan dini yaşamaya başlayanlara da “tövbekar oldu” ifadesiyle yaklaşılmıştır. Bu nedenle bu kesim, dindar olabilmek için tüm hayatlarını değiştirmeleri gerektiğini düşündüğünden gittikçe dinden uzaklaşıp, hatta bir süre sonra kendilerini geri dönülmez bir yolda gibi algılamaya başlamış, suçluluk duygusuyla hareket ederek manevi boşluğa düşmüşlerdir. Bazıları ise, bu insanların “cehennemlik” olduklarını, Allah’ın rahmetinden uzak olacaklarını söyleyerek, bu insanların psikolojik anlamda yıkıma uğramalarına sebep olmuşlardır. Oysa Allah tüm insanlara karşı sonsuz rahmet sahibidir. Ne kadar büyük hatalar yapılırsa yapılsın, Allah’ın rahmetinden ümit kesilmesi büyük bir yanılgıdır. Allah Katında her insanın son hali geçerlidir. Bu gerçek tüm dünyaya anlatılmalıdır. Çünkü bu gerçeği öğrenen insanlarda “Bu aşamadan sonra Allah beni affetmez” gibi son derece yanlış bir inanç oluşmayacaktır.
Dolayısıyla bir insanı değerlendirirken de adavetten değil adaletten yana olunmalıdır. Kişiyi geçmişiyle ya da yaptığı hatalarıyla değerlendirmek ya da sonrasında yapacağı en ufak bir hatada onu hayatından tamamıyla silip atmak doğru bir davranış değildir. İnsanların hem mazide, hemde müstakbelde hiç hata yapmadan yaşaması mümkün olmadığı için karşısındaki kişilerden de ömür boyu hatasız olmasını beklemek çok yanlış bir bakış açısı olur. Çünkü insanlar imtihanın sırrı gereği hata yapacak şekilde yaratılmıştır. Nitekim insanların bu acizliklerini ve eksikliklerini bilen Allah, yapılan hataları affedici, affı çok olandır. Allah’ın ‘affediciliği’ olmasa hiçbir insanın cennete girmesi mümkün olmadığına Kur’an’da ayetlerinde şu şekilde dikkat çekilmiştir;
Eğer Allah, insanları zulümleri nedeniyle sorguya çekecek olsaydı, onun üstünde (yeryüzünde) canlılardan hiç bir şey bırakmazdı; ancak onları adı konulmuş bir süreye kadar ertelemektedir. (Nahl Suresi, 61)
Unutulmamalıdır ki insanlar asıl Allah’a karşı sorumludurlar. Allah Kendisi’ne içten yönelip dönen insanların günahlarını affeder. Fakat bu gerçek samimiyetsizce değerlendirilip, tövbe edip tekrar tekrar eski hatalarına geri dönülebilir gibi de algılanmaması gerekir. Önemli olan kişinin kesin bir kararlılıkla tevbe etmesi, samimi olarak hatalarını düzeltmek istemesi ve telafi etmeye çalışmasıdır. Nitekim Allah yaptıkları hatalardan gerçekten pişmanlık duymayanların tövbesini kabul etmeyeceğini bir ayette şöyle bildirmiştir;
Allah’ın (kabulünü) üzerine aldığı tövbe, ancak cehalet nedeniyle kötülük yapanların, sonra hemencecik tevbe edenlerin(kidir). İşte Allah, böylelerinin tövbelerini kabul eder. (Nisa Suresi, 17)
Gülay Pınarbaşı