* FANİ DUNYA FORUM HABERLER


Gönderen Konu: !!!!!!!!!! Haramsız Bir Yılbaşı Düşünemez Miyiz  (Okunma sayısı 131 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

fanidunya

  • Ziyaretçi
!!!!!!!!!! Haramsız Bir Yılbaşı Düşünemez Miyiz
« : Aralık 25, 2020, 07:42:36 ÖÖ »
Haramsız Bir Yılbaşı Düşünemez Miyiz
   
Bir yılın tamamlanması, insanı düşünceye sevk etmeli. Nasıl geçti bu bir yıl? Gelecek yıla nasıl başlıyoruz?İnsan fıtratı, zamanın akışına böyle bakacak bir yapıdadır. Normali budur. Güneş batarken birinin ‘yaşasın, güneş battı’ diyerek, oynamaya, zıplamaya, kahkaha atmaya başladığını görseniz nasıl karşılarsınız?! Yıl biterken aynı şeyleri yapanların hali bundan farklı mıdır? Otur, düşün be mübarek adam! Ömründen bir yıl daha gitti. Ne yaptın bu yılda, neler başına geldi, nereye gidiyorsun? Kimler kaldı geride? Sen bundan sonra ne yapacaksın? Bu hayatın mânâsı ne? Sen o mânâya uygun mu yaşıyorsun? Yanındakiler, etrafındakiler, nasıl yaşıyor? Sorumluluğun, mutluluğun icapları nedir? Zamanı-ömrümüzü değerli kılan mânâlardan uzak kalırsak, Batı kanalıyla gelen ‘her yeni gün (!) en iyisini getirir’ sürüklenmeciliğine gidiyoruz. Bizim insanımız sürü değil, şahsiyet!

Mü’min kimliğimize/âidiyetimize/bizi ‘biz’ yapan değerlerimize sahip çıkarsak bu şahsiyeti oluştururuz. Şartlar çok ağır, ciddi bir geçim sıkıntısı yaşanıyor. Dekor değişti ve parlaklaştı. Ama o değişen dekor içindeki sıkıntılar daha da arttı. İç ve dışta yaşadığımız çeşitli bunalım sebepleri var. Düşünülecek çok sarp meselelerin içindeyiz. Ama ‘yılbaşı’ bazılarına bunların hepsini unutturuyor! Bir rüya mı görülmek isteniyor, bir kaçış yolu mu aranıyor, uyuşmaktan mı medet umuluyor, kendi kendini aldatmak mı haz veriyor, nedir? Bizim mi bu hayat? Biz bu muyuz? Nerede bizim hayatımız, neredeyiz biz? ‘Kendimizi unuttuk’ itirafının işareti mi yoksa bu? Her kazandığımızı ruhumuzdan verdiklerimizle ödettiler. Yakamızı, paçamızı bırakmadılar. Sevgiyi-saygıyı, merhameti-şefkati reddeden hayat tarzlarının icbarıyla ruh dünyamızı kan-revan içinde bıraktılar.Birbirini tahribe çalışan insanlar, zulümden yakınma hakkına sahip olabilir mi?

Mukaddes Kitabımızda, “Siz kendi kendinize zulmedersiniz” denmiyor mu? İşte ediyoruz. Kendi kendimizin hem zâlimi, hem mazlumuyuz. Bu meselenin kökünde de ‘iman ve ahlak buhranı’ var.

İnsanımızı abluka altına alan TV-bilgisayar-internet-magazin ağına düşmüş, çırpınan insanımızın hüznü var. Bu bitkisel hayat içinde, ‘kimlik bunalımı’mız, ‘varlık bunalımı’na dönüşüyor. Kendi değerlerimizden uzaklaşma davetlerini ninni gibi dinlersek, ikaz sarsıntılarını beşik sallantısı gibi yorumlarsak, uyanmama inadını her şeye rağmen sürdürmekten vazgeçmezsek; elektronik rüyalara dalmış ve realiteden kopmuş bir zihin yapısıyla sarf edilen gayretler tek bir meselemizi bile çözemez. Vahşetin-dehşetin-tehlikenin adı yine ‘uygarlık-çağdaşlık-modernlik’ olarak kondu. Kültürden, inançtan, düşünceden kaçanlar, ‘yılbaşı şemsiyesi’ altında toplanıyor. Eğlence, içki, kumar, çılgınlık, her türlü rezalet ‘yılbaşı’ adına yapılıyor. Kumarsız, içkisiz, harama bulaşmadan yılbaşı kutlaması yapılamaz mı? Bir milletin tufanı, kimliksiz kaldığında, bir bireyin tufanı ise, kişiliksiz kaldığında kopar. Bu sebeple her yılbaşında Peygamberlerin kavimlerine hitabını hatırlarım.

İşte birkaç misal: “Ey kavmim!” diyordu Nuh peygamber, “Sizin başınıza dehşetle imdat dileyeceğiniz (ama kimsenin yardım edemeyeceği) bir felaketin gelmesinden korkuyorum!”  “Ey kavmim!” diyordu Hûd Peygamber,  “Sizler ne kadar güçlü ve zengin olduğunuz görünsün diye yüksek yerlere koca binalar kondurarak devamlı yaşayacağınızı mı zannediyorsunuz? Elinize her fırsat geçirdiğinizde, hukuka tecavüz edip zorbalık mı yapacaksınız?” “Ey kavmim!” diyordu Salih peygamber, “İyilik dururken neden kötülükte acele edip yarışıyorsunuz?”

“Ey kavmim!” diyordu İbrahim peygamber, “Siz size yakışanı yapın, ben de bana yakışanı yapacağım!” “Ey kavmim!” diyordu Şuayb peygamber, “Yalnız Allah’a kul olun, (kula kul olmayın, eşyaya kul olmayın)!” diyordu. “Ey kavmim!” diyordu Musa peygamber, “Siz kendinize kötülük ettiniz” diyordu. Ey Abdi Şems oğulları! Ey Haşim oğulları! Ey Abdülmuttalip oğulları! Ey Kavmim! “Kendinizi ateşten kurtarınız. Allah’a karşı sizin için bir şey yapamam. Ey kızım Fatıma!

Babanın Peygamber olmasına güvenme, ameline dikkat et!” diyordu, Peygamber Efendimiz.  “Kim bir topluma benzeme çabasına girerse, o onlardan olur” diyordu Hz. Muhammed aleyhisselam.

Müslümanların gayrı Müslimlerle birlikte yaşadıkları bir toplumda, ‘kimlik bilinci’ geliştirmek isteyen, ‘aidiyet şuuru’ olan, öz güvene sahip, ‘Ümmet Şuuru’nu yerleştirmeye çalışan bir Peygamber. Yeni oluşturduğu Müslüman toplumun üyelerinin birbirini tanıyacağı ‘kültür kodları’nı tesbit etmeyi önemseyen O Peygamberin ümmetiyiz biz. Peygamberimizin bu hassasiyetinden, Müslüman toplumun ‘taklitçi’ bir toplum olmaması gerektiği sonucunu çıkarırız.

Allah Rasulü, Medine’de daha önce Mekke’de bulunmayan farklı bir dini cemaatle Yahudilerle karşılaştı. Müslümanların Yahudileri taklidinin önüne geçmek ve onlarda bir kimlik oluşturabilmek için bir takım tedbirler aldı.

Müslümanların taklit batağına saplanmalarına da kesinlikle karşı çıktı. Yahudilerin Medine toplumuna kabul ettirdikleri adetleri bir bir söküp attı. Hatta bu hususta en basit gibi görünen şeklî konularda dahi Müslüman farkının vurgulanmasına gayret ediyordu. Bu konuda aldığı ilk tedbir Müslümanların onlarla düşüp- kalkmasının, dostluk kurmasının önüne geçmekti. Bu sebeple Rasûlullah, İslâm toplumunu oluştururken, önce müstakil bir Müslüman kimliği oluşturdu.

Her hal ve şartta yaşanan bir dinimiz olduğunu unutmayalım. Azaba müstahak amel işlemeyelim. Harama bulaşmayalım. Müslüman olduğumuz yaşayışımıza yansımalı!

Mesele, etki/tepki basitliğinden değil! Mesele yılbaşı değil, kimlik kişilik meselesi.

Allah’ım! Gönüllerimiz çöle döndü muhabbet ver! Ümmet paramparça oldu, vahdet ver!

Kendimize karşı yabancılaşıp “aşağılık maymunlara” döndük, fıtrat ve hilkat ver!

Yüzyıllarca mutluluğun sakasıydık, şimdi fukarası olduk, saadet ve selâmet ver!

Taşlanmış yüreklerimizin gözleri kör, kulakları sağır, dilleri lâl oldu, basiret ve feraset ver. Kendi korkularımızın esiri, fobilerimizin tutsağı, vehimlerimizin hizmetçisi olduk, celadet, şecaat ve sekinet ver. İstikamet ve itidal üzere bulunma takati bahşeyle Ya Rabbi!

Yaşar Değirmenci.