* FANİ DUNYA FORUM HABERLER


Gönderen Konu: Aile ve Gençlik Meselemiz Gölgede Kalmasın  (Okunma sayısı 466 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

fanidunya

  • Ziyaretçi
Aile ve Gençlik Meselemiz Gölgede Kalmasın
« : Nisan 14, 2018, 02:55:42 ÖS »
Aile ve Gençlik Meselemiz Gölgede Kalmasın!

Demokrasinin özü, millete saygıdır, milletin doğruyu seçebileceğine inanmaktır, milletin inançlarına yakınlık duymaktır; milli irâdenin hâkimiyetidir, düşünce ve seçim hürriyetidir. Bu özü zedelemeye niyetliyseniz nesini niçin alacaksınız demokrasinin? Millete güvenmiyorsanız, milletin rüşdüne inanmıyorsanız; demokrasiyi almanın da, işletebilmenin de, anlamı ve imkanı yok demektir. Bu noktaya, yani milletin inançlarına saygı ve sevgi duymak noktasına ancak uzun mücadelelerden sonra gelinmiş, halk dindar olmadığında ne ilmin ne tekniğin insanları kötülükten kurtaramayacağı, koruyamayacağı anlaşılmıştır.

   Bir hayat görüşüne dayanmayan bir tek sosyal müessese yoktur. Her devlet, anayasasında yazılı olsun olmasın teamülleri göz önünde bulundurur, kanunlarını, yönetmeliklerini vs. milletinin değerlerine-mukaddeslerine aykırı düşmeyecek şekilde yapar-hazırlar. Devlet sadece güvenlik güçlerinin yöneticisi değil, eğitim işlerinin de yönlendiricisidir. Devlet, bir hukuk sistemine, her hukuk sistemi de bir “hak hakkaniyet” idealine dayanır. Devlet, milletin manevi hayatını hukuki teminatlarla korur gözetir; millet, ise devletine inançlarından aldığı heyecanla güç verir sahip çıkar. Hal böyleyken bütün bu ilmî gerçeklere karşı çıkanlar psikolojik rahatsızlık içinde olduklarının farkındalar mı? ‘ilmîlik ve objektiflik’ten nasibi olmayanlar; bu jakoben tavırlarının hesabını vermeyeceklerini mi sanıyorlar? ‘Millî ittifak’a, devletin, milletin, ümmetin düşmanlarına karşı lider Türkiye mücadelesi veren bu milletin has evlatlarına yapılanlar cezasız mı kalacağını zannediyorlar? Teröristlere sahip çıkıldığı kadar kendi vatandaşına sahip çıkmayanlar, bu yaptıklarının bedelini ödemeyecekler mi? Aile ve gençlik meselemiz bunların hiç gündemine gelmez. Bu milletin derdiyle dertlenmeyen, dini/fikri/millî manevi hiçbir meselesi olmayan adamlardan siyasetçi mi olur? İşleri güçleri Cumhurbaşkanına hakaret! Hem de ilk defa bu milletin seçtiği Cumhurbaşkanına. Sevip sevmemek ayrı temsil edilen ayrı. Camiye girmesini bilmeyen, Bayram ve Cuma namazından bile haberi olmayan, laikliği put haline getirenleri bu milletin idaresine talip olan muhalefet bilmiyor mu?

Meydan okudukları değerler her toplumda milleti millet yapan değerler değil mi? Yeryüzünde kutsalı olmayan insan ve medeniyet düşünülebilir mi? İnancının gereğini yerine getirenlere yapılan basın/yayın/sosyal medya zulmü, bu zulmü yapanların yanında olmanın izahı yapılabilir mi? Demokrasi deyip durdukları halde ihtilal denemesi yaptıkları 15 Temmuz’daki bu harekete canıyla/kanıyla ‘dur!’ diyen bu milletin yanında olmayanlar, hangi yüzle oy isteyecekler? Tükürülmek için mi? Her konuşmaları terörist sözcüsü gibi olanlar bu ülkenin adamı olabilir mi? Değer hükümleri ölçüleri kutsalları olmayanlarla hangi meseleyi konuşup çözebiliriz? Hangi hususta uzlaşabiliriz? ‘Yazıklar olsun!’ demekten başka. Cumhurbaşkanımızın zaman zaman millî-manevi-fikri meselelere vurgusu, hitabet gücünü de kullanarak yaptığı güzel konuşmalar bile; öfkeli, sinirli, hamasi nutuk muamelesi görüp parti içinde bile farklı değerlendirmelere yol açıyorsa, bu durum siyasî kültürün seviyesini ortaya koymaya yeter! Siyasetimizde ideal yoktur, fikir yoktur, hasbilik yoktur, orijinallik yoktur. Çünkü Batıcılık, siyaset meydanını büyük çöle döndürmüştür. Bu gerçeği kabullenmeden hiçbir müsbet hamle başarılamaz. Önce şu tarihi hakikati görmek gerekir: Hiçbir medeniyet dini/ahlakı reddetmez; her medeniyette ahlakın kaynağı din’dir. Bu tesbit ve dertlere rağmen asıl unutulan, ihmal edilen yapılan hizmetlerle beraber yürütülemeyen meselemiz aile ve gençlik meselemizdir. Bugün insanlığın önündeki en önemli mesele, bir “medeniyet ve insan” meselesidir. Siyasî, teknik, ekonomik olanlar bundan sonra gelir. Meselenin kökü buradadır. Bu zihniyetle, ne siyasi, ne iktisadi, ne sosyal, hiçbir sistemi temellendirmek ve amaçlandırmak mümkün değildir.

Lider ülke oluşumuz, dünyayı yönetmek iddiasında olan emperyalist devletlerin ülkemiz üzerindeki kirli ‘zalimlik planları’nın ilk maddesi de İslâm düşmanlığı ve Yahudileşme/Yahudileştirme planıdır. Peki biz ne ile meşgulüz? Türkiye gelişen dünya şartlarında kendi değişimini nasıl düzenleyecek? Belirmeye başlayan yeni sıkıntıları nasıl karşılayacak? Değerlendirme bekleyen imkanları nasıl kullanacak? Dinamik ve mücehhez bir istikrar ortamını nasıl devam ettirecek? ‘Terör ve bölücülük musîbeti’nin aydınlar tarafından ‘insan hakları ve özgürlük’ maskesiyle sahiplenilmesine hangi aydın kadrosuyla cevap verecek? Bu millete hizmet eden iç ve dış düşmanların her türlü çıkardıkları engelleri aşmaya çalışan AK Parti iktidarının bir zorluğu da bu!

Türkiye’nin bu düzlemde elde ettiği başarılar, muhtemel krizlerin gölgesinde kalmamalı.

Türkiye, güçleniyor ama Türkiye’nin varlık sebebi olan İslâm, ülkemizde kan kaybediyor. Şekli/içi boşaltılmış dindarlık değil, şuurlu, özüne sahip kemiyetten keyfiyete geçen, dostunu/düşmanını çok iyi tanıyan ‘Allah için seven, Allah için buğz eden’  Mü’min kimlik ve kişiliğini kaybetmeyen gençliğimizi yetiştirip ihmal etmemeliyiz. İslâmî kesimlerin de sekülerleşmesine, konformizm virüsü tarafından istilalarına mani olunmalıdır. Genç neslin bu ülkeye, bu ülkenin kültürüne, medeniyet birikimine aidiyeti yaşanmalı/yaşatılmalı. Bu ülkenin gençliğinin zihnen, ruhen, bedenen ve kültürel olarak karşı karşıya kaldığı tehlikeler, terör tehlikesinden de büyük ve ürpertici değil midir? Eğer bu mesele üzerine gidilmezse, elde ettiğimiz maddî başarılar, bizi ürpertici bir çıkmaz sokağın eşiğine sürükleyebilir. Türkiye maddî bakımdan güçlenirken, manevî (kültürel, entelektüel, rûhî) bakımdan fena hâlde çözülüyor, güç kaybediyor.

Gençliğin zihnini, inanç dünyasını, ruhunu, değerlerini yerle bir eden saldırılar, teknolojik ve askerî başarıların gölgesinde kalmamalı. Şimdi ve geçmişte şehit kanlarıyla yoğrulmuş bir vatanımızı, devletimizi gençlerimize teslim edeceğimizi bildiğimiz halde son zamanlardaki değişim ve dönüşümün olumsuz etkilerinden gençlerimizi kurtaramadık. Toplum olarak da devlet olarak da geleceğimizi tehdit eden tehlikenin boyutlarının farkında değiliz hâlâ! Aile ve gençlik meselesi bu ülkenin birinci derecedeki meselesidir.  Gençlerini ihmal edenlerin geleceklerini kaybedecekleri gerçeği hep canlı tutulmalı. Bu ülkenin gençliği, bu ülkeye, değerlerine, medeniyet birikimine aidiyet bilincini hızla yitiriyor

İnsanın iyiliğin yanında onun kötülüğe de meyyal bir damarı vardır. Nefsi arzuları, Allah’ın verdiği nimetleri, bolluğu ve imkânları bu arzulara ulaşmak için kullanmaları, hemen olanı istemesi, bu dünyadan başka bir dünya olduğu bilgisinin ve ona imanının zayıflığı, ya da hiç olmaması, cehalet, küresel zevk kültürünün yaygınlaşması, sonunda böyle doyumsuz ve azgın insanların elindeki medya ve bir yandan da şeytanın/şeytanlaşmış güçlerin de bunları teşvik ve tahrik etmesi hep aileye ve gençliğe vurmaktadır.

Bu hususta gereken azami dikkat ve hassasiyetin gösterilmesi, icraata yansıtılması şarttır.

 

YORUM YAZ


Ne düşünüyorsun?

İsminizi yazın

adiniz@eposta.com
AlAl5 sa önce
Ama maalesef aile ve eğitimde sınıfta kaldık hala da öküz altında buzağı arıyoruz
BUNLAR DA İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR
2018-04-13

Miracımıza sahip çıkalım!
Miraç; zaman ve mekan hudutları dışında cereyan etmiş ulvi bir tecellidir. Beşer idrakinin üstüne çıkan, sırlar ve hikmetlerle dolu bir gecedir.

İsrâ ve Miraç, Peygamberimizin bir gece Mescid-i Haram’dan Mescid-i Aksâ’ya, oradan da Yüce Mevla’nın sonsuz kudretini müşahede etmek için yaptığı mucizevi bir yolculuktur. Pek çok ilahî hikmet ve bereketi barındıran bu kutlu yolculuk, âyet-i kerimede şöyle dile getirilmektedir:

“Kendisine ayetlerimizden bir kısmını gösterelim diye kulunu bir gece Mescid-i Haram’dan çevresini mübarek kıldığımız Mescid-i Aksa’ya ulaştıran Allah’ın şanı ne yücedir. Hiç şüphesiz O, hakkıyla işiten, hakkıyla görendir.” (17 İsrâ, 1. Âyet)

Miraç, Rahmet Peygamberinin Allah’ın sonsuzluğu, yüceliği ve O’nun nihayetsiz kudretine yaptığı en muhteşem şahitliktir. Rabbimiz, bu şahitlikte gerçek yüceliğin yalnızca kendisine ait olduğunu Efendimizin şahsında beşeriyete bir defa daha göstermiştir. Aynı zamanda arınma, yücelme ve kulluğun zirvesine erişmenin yollarını da öğretmiştir. Âlemlerin Rabbi, teslimiyet, sadakat, ahlak, doğruluk, dürüstlük timsali olan Kutlu Nebi’yi miraç ile taltif buyururken biz kullarına da mesajlar vermiştir. Buna göre, ömrünü bu yüce değerlerle tezyin edenler, kulluk basamaklarında her daim yükseleceklerdir. Onlar, cennetin ebedi nimetlerine mazhar olarak yüceleceklerdir.

Miraç, bir yönüyle Rabbe vuslat, bir yönüyle de Rabbin nehyettiklerini terk ediştir. Biz müminler için müjdedir Miraç. Rabbimiz, kendisine ortak koşmayanların büyük günahlarının bağışlanacağını bu mübarek gecede müjdelemiştir.

   Resûlullah Efendimizin, miraç ile mana âleminin basamaklarında bir bir yükseldiği gibi bizler de Rabbimiz katında namazlarımızla yükseliriz. “Allahu ekber” diyerek, tekbirimizle dünyanın bütün hengâmelerinden sıyrılıp yaratılış ve varoluşumuzun hikmet ve anlamını derinden kavrarız. Kıyamımızla istikamet üzere, dosdoğru oluşu simgeleyerek Allah’ın huzurunda dururuz. Kıraatimizle, O’na en içten sena ve yakarışta bulunuruz. Rükûmuzla yalnız Rabbimizin önünde boyun eğdiğimizi gösteririz. Secdemizle O’na en yakın olmanın ve kulluğun zirvesine varmanın hazzını duyarız. Tahıyyatımızla Rabbimizi yüceltirken biz de yüceliriz. Selamımızla özgürlük ve felahı hatırlarız. Günde beş vakit namazımızda bütün canlılığıyla miracı doyasıya yaşarız.  Miraç değerleri, bizlere yüce ve anlamlı ufuklar açan kutsal değerlerdir. Miraç değerleri ile insan, esfel-i sâfiline, aşağıların aşağısına savrulmaktan kurtulur; ahsen-i takvime, en güzel hâle ulaşır. Miraç değerleri, insanı en üst kemal noktasına çıkarır. Bu ulvi değerler, bizleri ebediyen huzur içinde kalınacak cennete götürür. Yeter ki bizleri yükseltecek bu değerlere sımsıkı sarılalım ve bunları hayatımıza yansıtmakta kararlı olalım. Yeter ki burağımız imanımız, refrefimiz ibadetlerimiz, salih amellerimiz ve güzel ahlakımız olsun. Böyle olduğu takdirde hayatımızın her anı bizim için miraç olacaktır.

Miraç Kandili vesilesiyle Rabbimize, kendimize ve çevremize karşı sorumluluklarımızı bir defa daha hatırlayalım. Unutmayalım ki, bugün biz müminlere düşen, miracı Peygamber Efendimizin bir hatıratı, bir tarih olarak okumak değildir. Bize düşen, Ebu Bekir Efendimiz misali, Allah’ın emir ve yasakları karşısında her daim sadakatle, teslimiyetle bir duruş sergilemektir. Bu sadakat ve teslimiyeti gösteremeyenler, miracın manasından, ruhu ve kazanımlarından mahrum kalacaklardır.

Kandil simitleriyle, tebrik mailleriyle, telefon kutlamalarıyla, “Kültür Müslümanlığı, merasim Müslümanlığı, şeklî Müslümanlık”larla kandiller lâyıkı veçhile değerlendirilemez. Hele bu kandil Miraç ise, Kudüs’ü düşünmeden anlaşılır mı? Bir Miraç gecesine daha esaret altında bir Kudüs’le girmenin üzüntü ve ızdırabı hissedilmez mi? Filistin, Suriye, Mısır, Irak, Libya, diğer İslam ülkeleri, Afganistan, Çeçenistan, Türkistan ve diğer Türk dünyasında çekilen çileler, akıtılan kan ve gözyaşları Miraç vesilesiyle tekrar gündemimizde mi? Ya insanlığın içinde bulunduğu bunalımlar, huzursuzluk ve tatminsizlikler…

Taif yolculuğunun bitimini takip eden günlerde yatsı namazı ile sabah namazı arasında Peygamber Efendimiz, Kur’an-ı Kerim’de gece yürüyüşü anlamına gelen İsrâ terimi ile tanımlanan mucizevi bir yolculuğa çıkarıldı. Yeni bir muhit elde etmek için Taif’e giden Peygamberimizi taşladılar. Yollara döşedikleri dikenlerle ayaklarını kan içinde bıraktılar. Hüzün senesi (Hatice validemiz ve Ebu Talib’in vefatı)nın akabinde gerçekleşti Miraç.

O gün gösterilen sabır Müslümanlara örnek olan bir sabırdı. Ahlakın en üstününü en ahlaksız insanların arasında gerçekleştirdiler. Eriyip gevşemediler. Fakirliğe ve fakirliğin ağırlaştırdığı ekonomik ablukaya karşı sabırlı oldular. Eğer yürüyüşünü durdurmak için bütün yolların kesildiyse yürüyüşünü yukarı doğru sürdürebilirsin mesajı kendisine verilmiş oldu. Müminlere vaat edilen cennet bir biçimde kendisine gösterilmiş oldu. Bunların hepsini ayetler bizlere haber veriyor.

‘Miraç bize ne söyler?’ sorusunun sorulup, cevabî amellerle hayatımızın çehresinin değiştiği günlerdir. Bizim Miracımız, nefsimizin kötü heva ve heveslerinden sıyrılarak, ruhumuzun gıdası olan Allah’ı sevmeye ve emirlerini yaşamaya yükselişin adıdır. Bizim miracımız, dargınlıktan, düşmanlıktan, fitneden, fesattan, dedikodudan, gıybetten, hasetten, fesattan, kinden, nefretten kardeşliğe, birlik ve beraberliğe sevgiyle, saygıyla, merhamet ve şefkatle yükselişin adıdır. Bizim miracımız, her türlü hâyâsızlıktan, edepsizlikten, yalan ve iftiradan dürüstlüğe, doğruluğa ve güzel ahlaka yükselişin adıdır. Bizim miracımız, kulluk yapabilmek için maruz kalınan umutsuzluktan bizi kurtaran ufkunu açan, önüne değil, ilerilere bakmasını öğreten büyük bir müjdedir.

Peygamber Efendimizin namaz müminin miracıdır hadisi aslında her şeyi özetliyor. Her namaz bir miraç potansiyeli taşır. Bir mümin namaza hazırlanırken ilahi bir randevuya çıkacağını bilerek titizlikle hazırlanmalıdır. Kıldığımız her namaz, dünya hayatındaki yolculuğumuzda ruhumuzu ahirete hazırlayan bir başka yolculuktur. Mümin her namazda biraz daha yücelmeli, biraz daha insanlaşmalı, imanın izzet ve onurunu biraz daha artırmalıdır. Diğer taraftan miracın tam karşı kutbunda dünyevileşme yer alır. Bugün içinde yaşadığımız toplumu, evlerimizde el üstünde tuttuğumuz üzerine titrediğimiz evlatlarımızı tehdit eden derttir dünyevileşme. Azgın bir azınlık dışında kalan bütün insanlığı mutsuzluğa boğdu. Dünyanın geldiği nokta bunun göstergesidir.

Dünyevileşme değerle değil, fiyatla ilgilenir. Namaz hayatın gereğinden fazla dünyevileşmesine karşı alınmış bir tedbirdir. Bu manasıyla muazzam bir lütuftur. Miraç, bizi kendimize, özümüze, fıtratımıza çağırmanın, ona dönmenin, onunla Rabbimizin huzuruna yükselmenin adıdır. Biz miracımıza sahip çıkalım? Bunu nasıl mı yapalım? Salatı ikame ederek, namazı/duayı/desteği ayaklandırarak, Allah’a karşı esas duruşumuzu/klas duruşumuzu bozmayarak.

   Bu duygu ve düşüncelerle hepinizin Miraç Kandilini tebrik ediyorum. Bu kutlu gecede Yüce Rabbimize açılan ellerin ve yakaran dillerin, bütün İslâm âleminin birlik, dirlik ve beraberliğine, insanlığın hidayetine, dünyada adalet, huzur ve barışın teminine vesile olmasını Cenab-ı Hak’tan niyaz ediyorum.