* FANİ DUNYA FORUM HABERLER


Gönderen Konu: Çağın hastalıklarından kurtulalım  (Okunma sayısı 333 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

fanidunya

  • Ziyaretçi
Çağın hastalıklarından kurtulalım
« : Nisan 21, 2018, 03:22:46 ÖS »
Çağın hastalıklarından kurtulalım!

Parçalanmış insan mutlu olamaz. Her parçasını ayrı ayrı yüceltseniz bile mutlu olamaz. İnsan bütünlük dengesinin sıhhati nisbetinde mutlu olabilir. Bazı acılar, sıkıntılar, zorluklar bunu etkilemez. Mutluluk meselesizlik değildir. Dümdüz bir hayat, sıradanlaşmış donmuş bir yaşayış, şuuru uyutup uyuşturan bir rehâvet; farkında olunmayan bir mutsuzluğun ifadesidir. Mesele, mekan meselesi olmaktan ibaret değil. Bütün maddi-manevi sıhhat dengelerini düşününüz. Okulları, öğrencilikleri, öğretmenleri, arkadaşlıkları, hastaneleri, yolculukları, alışverişleri, yeşili, denizi, balığı, komşulukları, iş münasebetlerini, aileyi, değer hükümlerini nelere önem verildiğini, çevreyi, trafiği, farklılıkları, tezatların dayanılabilir olma derecesini, okuma ilgilerini ve saygılarını, sanatı, gelenekleri, muaşereti-terbiyeyi, her şeyi.

İstanbul’un maddi ve manevi bütünlüğünün manzarası karardı. Niçin? Aydınların maddeci/modacı/taklitçi duyarsızlıkları yüzünden. Kökünde bu var. ‘Aydın’ kendi kültürünü çürüten, ‘moda, eğlence, çağdaşlık, çıkarcılık’ alışkanlıklarıyla yabancılaştı ve bugünkü netice doğdu. Birileri, tüccar gibi sanayici değil, vahşice yatırımlar yaptı. Birileri, ‘para’ dan başka bir şey tanımadı. Birileri, çıplaklığı, sarhoşluğu, kopukluğu, tükenmişliği, ilericiliğin edebiyatı haline getirdi. Birileri, Türkçe sevgisini öldürdü. Birileri, her şeyi ekonomiden, kazançtan, üretimden ibaret saydı. Eskinin unsurları, aletleri, malzemeleri değil, dengesi güzeldi. Unsurlar, aletler, malzemeler, ancak bir kültür dengesi içinde değerlendirilebilir. Bunu öğrenemedik işte! Mazi inkârcılığı ve korkusu, bizi bu şuurdan mahrum bıraktı. Gerçekte, kendi kendimizden korunmaya muhtaç hale gelmişizdir. İnsanımızı değiştirin, her şey değişir. Şu haliyle İstanbul bile değişir. Çimenleri, çayırları, ormanları, kuşları, denizleri, uskumruları değil, insanları, insanı, insanımızı düşünelim önce. Hareket noktasını iyi seçelim. İnsana bakışımız insan fıtratıyla ilgili olmalı. Dini yayın ve kitapların toplumda tesiri, ‘sosyal iklim’e bağlıdır. Bu iklimi en fazla etkileyen, medya/sosyal medya/akıllı telefon/vs. Kısaca internet teknolojisi. Her gün kitaplar, yayınlar, sohbet gibi faaliyetleriniz dahi olsa cemiyetin istikametine zerre kadar tesiri olmaz. Buna karşılık, daha dar imkanlarla bir şeyler verirsiniz de, büyük tesiri olur. Sosyal iklim yahut sosyal hayat tarzı, şayet kemikleşmiş ise, insana zor ulaşırsınız; ulaştıktan verdiklerinizi de, o insan biraz zor taşır! Çünkü hayatın bütünlüğü parselasyona uğramıştır. Bütünlüğü kuşatmayan tesirlerin hayata intikalini sağlamak hiç de kolay değildir. İslam’ın bir icapları vardır, bir de neticeleri. Neticeleri, hayatın ‘ahlak’ aynasında müşahede edilir. Bugün en çok sıkıntısı çekilen husus budur. ‘Sosyal iklim’ ahlakı tahrip ediyor. Bugün yayın çok, peki hangi yayın televizyon, internet kadar tesirlidir? Kim hangi kitabı alıyor, alan nasıl okuyor, okuyan nasıl faydalanıyor? Zehirleyici tesirler, besleyici tesirleri acze düşürüyor. Sosyal iklim bozukluğunun yaptığı tahribatı, ‘kaba zulüm’ bazen yapamaz. Bir gençlik kesimi kazandık, doğru. Lütf-ü ilahidir, şükrünü bilmek lazım. Ama onlar da, bekleyişler ve sıkıntılar içindedir. Sosyal iklim, acıları artırıyor. Eskiden delikanlı adam, mahalle içine girince, ayakkabısının burnuna bakarak yürürdü. Şimdi elindeki teknolojik âletle meşgul olmaktan hem kendisi insanlara çarpıyor, hem de kullandığı araba çarpıyor. İbadetle alakası olmayanlar dahi ibadet edenlerin karşısında başını önüne eğerdi. Ezan okunurken; sigarasını söndürür, ayağını indirir, elini dizine koyar, panik gibi telaşlı bir heyecana kapılırdı. Adeta suçluluk duyduğu fark edilirdi. Şimdi ne ezana ne (yaşamasa dahi) dine saygı, ne umumi vasıtalarda yaşlılara yer vermek, vs. Müzik bile dinlerken sonuna kadar açmak, kimseyi rahatsız etmeyeyim hassasiyeti kalmadı. Mahalle, bir müesseseydi o zamanlar, iyileşmeye gelişmeye hazır ve teşne bir müessese. İfadesine, ihtiyacına, hasretine kavuşamamış olan, kavuşmasına bilhassa engel olunan bir özümüz vardı. Dünkü menfilerin ve imkansızlıkların bugün var olmayışı, bize dünkü müspetlerin varlığını unutturursa çok önemli bir noktayı atlamış oluruz. Özle ilgili bir noktayı. Daha bol ve serbest imkanlarla eğitmeye çalıştığımız, iyi durumda olduğunu sandığımız ‘insan özü’ndeki kaybı işaretlemek gayretindeyim. Üzerinde düşünmeliyiz. Derin derin düşünmeliyiz.

Modern dünyanın, bütün kitlelerin arkasından sürüklendiği ‘ikon’ların seri imalatına geçtiği şu zamanda her bir olay karşısında kendinize özgü tavrı hiç çekinmeden takınabilirsiniz. Mesela futbol, hani şu alınıp satılır cinsten bebeniz daha dillenir dillenmez dünyanın bilmem neresindeki bir futbol azizinin adını talim ediyorsa; maç diye adlandırdıkları bu çağdaş  çılgınlıklar sırasında çıkan kavgalarda (savaşlarda mı demeliydim) ölüler, yaralanmalar, kalabalık sebebiyle ilkçağın savaş alanına dönen ve dehşet manzaralar arz eden olaylar…

İdeali, mukaddes olarak uğruna ölme ve öldürülmenin nerede, hangi gaye için olacağı duygularının verilmediği toplumlarda iğretilikler uğruna can verilir hale gelir. Her yaştan insan alınıp satılmayı ‘transfer’ adı altında meşrulaştırıp, köleliği çağa taşıyorsa, coşku ve heyecan bunlarla oluyor, ruhî tatmin yolları burada bulunuyorsa; insanlık intiharda demektir. Toplumların magazin, eğlence, spor olmaktan çıkmış futbol uğraşları yapanlar, en saygın ve en kutsal kişileri durumuna yükseltiliyorsa; bu afyonu yutmayanı, bu evrensel avuntunun oltasına takılmayanı çağın içinde olarak kabul etmiyor toplum. Böyle de olsa çağın dışında insanca kalmak, çağın içinde olmaktan çok daha hürmete şayandır.

Sevgi dünyasını yaşatmalıyız. İddiasız görünen bazı küçük evlerde, sevginin, saygının, şefkatin, merhametin bitmediği köylerde mahrumiyet olsa bile mutluluk vardır. Ne büyük ne derin dünyaların yaşandığını herkes bilemez. Hem bilemez, hem de onların dünyadan haberdar olmadığını zanneder. Bizim geçmişe bakışımız, maalesef biraz böyledir. Ruhî hiçbir yönü olmayan ilgiler, hayvancadır. İnsanın her ilgisinde, ruhî bir yön vardır, olmalıdır. İnsanı insan yapan hakikat budur. Merkezî sevgi, ilâhî sevgi; bütün gerçek sevgileri âşina kılar. Kendi hayatımızın bütünlüğü ile bu hakikatın bütünlüğü arasında mutlak bir münasebet vardır. İmanımızdan beslenen sevgiler, sevginin ışığını taşıyan düşünceler olmalı. Beklediğimiz de beklentimiz de ölçüsüz ve dengesiz olmamalı. Olursa kazananı olmayan bir didişme olur bu. Meseleyi insânî planın aydınlığına taşımak mecburiyetindeyiz.

Şimdi gençlerde, insanımızda ‘deizm’e çok kayma olduğu yayılıyor. Dini, senelerce ferdi ve sosyal hayatın dışına çekerseniz, tartışılan din haline getirip ‘yaşanan/yaşatılan din’ olmaktan çıkarırsanız ölçüyü de dengeyi de kaybedersiniz. Kutsal yerine kutsal koyar kafa ve zihin karıştırıcı bir zemin oluşturursunuz. Dinin tarifi bile ‘akıl sahipleri’ni diye başlar siz meselelerinizi sadece ‘rasyonalizm’e götürürsünüz. Değerlerinize uzak yapınız ve yaşayışınız sizi hümanizme, sadece menfaat düşünceniz egoizme götürür.

Şu anda dünyanın her yerinde ezilen, dövülen, yurdundan edilen insanlar hep Müslümanlardır. İtiraz eden olursa o da terörist ilan ediliyor. Evleri, şehirleri, mabetleri ve bütünüyle tarihleri tahrip ve talan ediliyor. Dünyanın en acımasız zulmüne maruz kalıyorlar. Daha acı olan da Müslümanları kendi kendilerine kırdırıyorlar. Cahillerimizi, kandırıp onlara örgütler kurduruyor, mezhepçiliği, ırkçılığı tahrik unsuru olarak kullanıyor, sonra dönüp bunu da Müslümanların gaddarlığı, acımasızlığı, terörü olarak gösteriyorlar.

Kitabımız Kur’an bizim medeniyetimizin anahtarıdır. Onu anlamadan kendimizi anlamak mümkün değildir. Ayrıca kâinatın sırlarını açıklayan bir kitap olarak Kur’an-ı Kerim, bütün insanlık için de çok önemlidir. Yerine hiçbir şeyin geçemeyeceği tek kitaptır.

Yaşar Değirmenci.