Bayramlarımız ‘Bayram’ Olsun
Bayramlar, iman kardeşliğinin gerçek tezahür sahneleridir. Ölüm ötesindeki neş’eli günlere bir rahmet meş’alesidir. Böyle bayramlar, kula; hem kendi hazzını hem de başkalarını sevindirmenin hazzını yaşatır. Zira bayramlar, ferdin değil, toplumun mânevî sevinci, bu heyecanın paylaşılması, gönül iklimine girme, bütün Müslümanları gönülden kardeş hissedebilmedir. Bayramlar, gönül imarına en güzel vesilelerdir. Kırılan kalbleri tamire, bozulan araları düzeltmeye en uygun zemin ve zamanlardır.
Behlül Dânâ Hazretleri bayramı ne güzel tarif eder:
“Bayram, yeni elbiseler giyinmek için değil, ilâhî azaptan kurtuluşa erip selâmet ve emniyette olabilmeyi sağlayacak merhamet tezâhürlerinin gerçekleşebilmesi içindir. Bayram, güzel binitlere binmek için değil, hata ve günahları temizleyerek nefsi berraklaştırmak ve böylece Allah’a götürecek bir kalb-i selîme sahip olmak içindir. ” Bunun içindir ki, bayramın hakiki manası her fertte onun gönlüne göre tezahür eder. Gönül ne kadar merhamet, muhabbet ve sürûr yüklü ise, bayram da o kadar engin ve ihtişamlı olur.
Hakiki bayram ki, ezelle ebed arasında rûhun bir gurbet diyârı olan bu dünyada, yaşanan bir kulluk ve takva imtihanından sonra Rabbin lutfettiği mübarek bir sevinç günüdür. İnsanların birbirine sevgiyle-saygıyla davrandığı, kendileri için istediklerini, başkaları için de istedikleri; kendileri için istemediklerini başkaları için de istemedikleri anlayışının hâkim olduğu bir bayramın ülkesi. İnsanlarının gönül aydınlığı ile aydınlanan, ruh ve düşünce zenginliğiyle çiçeklenen bir ülke. Mutluluğu da acıyı da paylaşabilenlerin, insanı insan yapan değerleri hiç unutmayanların ülkesi. Komşulukların, dostlukların, arkadaşlıkların, akrabalıkların, vefakârlıkların hayatımıza yansıdığı bir ülke. Ağlamayı da gülmeyi de, çileyi de, başarıyı da terslikleri de bilen, taşıyan ve gerektiği gibi karşılayan ‘ölçü ve denge’ toplumunun ülkesi. Aydınlarıyla halkının kucaklaştığı, dünü, bugünü yarını; zaman ve mekan üstü bir tefekkür yüceliği ile yorumlayabilme ufkuna sahip insanların bulunduğu bir ülke. Dayanışmayı, yardımlaşmayı, bütünleşmeyi, havanın teneffüs edilmesi gibi son derece tabii bir tavır halinde yaşayanların ülkesi. Nefsiyle, inadıyla, öfkesiyle değil; aklıyla, idealiyle, yüreği ile düşünenlerin ülkesi.
Aileyi göz bebeği gibi koruyan, muhtaç olduğu değerleri korumanın aileyi korumakla gerçekleşeceğini bilenlerin ülkesi. İşte böyle bir ülkede Kurban Bayramı... Böyle bir ülkemiz olduğunu unutmayalım.
Yaşlıların, hastaların, muhtaçların; ilâhi emanetler gibi görüldüğü, onlara yakınlık göstermenin en derin ulvîliklere eriştirici bir imtihan nimeti olarak görüldüğü bir ülke.
Peki bize ne oldu? Kalbimizde merhamet, şefkat, acıma, üzülme-sevinme var mı? Yoksa gaflet örtüleri mi örttü üzerimizi. Günah ve isyan kirlerinden yıkanmaya temizlenmeye-arınmaya o kadar ihtiyacımız var ki? İçinde bulunduğumuz nimetleri gönderenin büyüklüğünü, küçük-büyük işlediğimiz günahların kime karşı işlendiğini düşünmeye o kadar ihtiyacımız var ki?
Hastadan kaç, sana hastalığı hatırlatır. Muhtaçtan kaç, sana külfet yükler. Duygudan kaç, acı verir. Düşünceden kaç, sıkıntı getirir. Maziden kaç, şimdiki halinden utandırır. Vefasızlığa, sevgisizliğe, sorumsuzluğa, basitliğe, ilkelliğe, maddeye, zamansızlığa, gaflete, medeniyetin uyuşturucularına doğru kaç. Bu kaçışları yalnız ‘bayram şuuru’ önler.
Camileriyle, sporuyla, musikisiyle, okuluyla, hekimiyle, yoksuluyla-zenginiyle, yaşlısı ile genciyle pırıl pırıl bir gönül dünyası. Teknolojinin-bilgisayarın, paranın-menfaatin uyuşturduğu şimdiki dünya ile bayram şuurunun yerleştirildiği dünya. O ümitlerle, heyecanlarla, sevgilerle, efendiliklerle dolu dünyayı, hiç acımadan paramparça ettik. Kudüs’ten, Bağdat’tan, Gırnata’dan, Semerkant’tan, Buhara’dan, Taşkent’ten, Üsküp’ten, Kosova’dan Kahire’den, Şam’dan haber alıyor muyuz? Edirne’den Kars’a kadar sınırlı bir coğrafyanız mı var? ‘Gönül Coğrafyanız’ da mı sınırlı? Yüreğinizde sun’î sınırların dışındaki Müslümanlara, insanlara yer yok mu? Onları da düşünerek bayram yapamaz mıyız? Virâneye dönmüş topraklarında, çocuklarının öksüz, yetim ve boynu bükük girmeyecekleri bir bayramı hayal de mi edemeyiz?
Mazlum, mağdur ve muhtaçların yarasını sarmak, yüreğini onarmak, onlara müşfik bir ana eli olmak için bütün imkan ve gücümüzü seferber edemez miyiz? Bir yetim başı okşayamaz mıyız, bir muhtacın ihtiyacını gideremez miyiz, bir fakiri soframızda misafir edemez miyiz?
İnşallah Cennet yürekli insanların ellerinde şekillenen ‘daha insan yüzlü’ bir dünyada yaşayacağımız günler bayramımız olur. Güçlünün haklı değil; haklının güçlü olduğu bir dünya, böyle bir dünyanın inşasına katkıda bulunanlar mutlaka ‘hakiki bayramlar’ da buluşacaklardır.
Yüreklerimiz işgalden kurtulduğunda, evlerimiz cennetin dünyadaki şubesi olduğunda, bu toprakları cehenneme çevirmek isteyenlere meydanı bırakmadığımızda şahsiyetimizi, tasavvurumuzu, kişiliğimizi, kimliğimizi ve hayatımızı Kur’an’ın nuruyla inşa ettiğimiz günler de er-geç bizim bayramımız olacaktır. Milletçe ve ümmetçe başımız dik yaşadığımız, sevincimizin kursağımıza düğümlenmediği, yediğimiz lokmaların boğazımızda kalmadığı, ebedî hayatımızda bizi kurtaracak ‘Salih amel’ler işlediğimiz bayramlarda buluşmak ümid ve temennisiyle bütün okuyucularımızın, din kardeşlerimizin bayramlarını tebrik ediyorum. Cenab-ı Hak bayramın bayram olduğu günlerde, buluştursun bizleri.
Yaşar Değirmenci.