* FANİ DUNYA FORUM HABERLER


Gönderen Konu: Asıl Derdimi  (Okunma sayısı 116 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

fanidunya

  • Ziyaretçi
Asıl Derdimi
« : Haziran 01, 2021, 06:58:13 ÖS »
Asıl Derdimi
   
Toplumun hemen her ferdi toplumdan şikayetçi! Sanki toplum, kendini teşkil eden fertlerden ayrı bir varlıkmış gibi. Âdi ve mazeretsiz bir suçlu bile, “asıl suçlu toplumdur” diyerek nefsine bir beraat gerekçesi hazırlayabiliyor! Bu, niçin böyledir? Mutlak ölçülere uzanan bağlar ya zayıflamıştır, ya da tamamen kopmuştur. Başka sebep aramak gereksiz. Yaşadığımız sıkıntıların, içimizde yaşayan buhrandan doğduğunu fark edememek ne acı. Kafalardaki, ruhlardaki karışıklık, herkese, her şeye ve her yere yansıyor. Kurumuş ruhlarla kurtuluş ne mümkün!

Sevgi-saygı ve merhamet duygularıyla insanileştiremediğimiz her sosyal münasebet, toplumun bir tarafını mutlaka sızlatacak, acıtacak, kanatacaktır. Görünen, yaşanan huzursuzlukların aslî sebebi budur. İç düzen sağlanmadan dış düzen sağlanamaz. Tedirginlik-anormalleşme-sessizlik huzur değildir. Sükûnet bile değildir sessizlik… Ama biz bugün muzdarip sessizliklere dahi râzı durumdayız. O kadar çaresiz ve o kadar bezginiz ki, ‘ehven-i şer’ hesabı yapmaktan ‘hayır’ talep etmeyi neredeyse unutacağız.

Sosyal düzen; insanları büyük bir otomatik makine gibi içine alarak sallıyor, döndürüyor, evirip çeviriyor, belli bir materyalist sarhoşluğa şartlandırıp salıveriyor.

Kendine gelir gibi olanlar çıkarsa, onları tekrar aynı muameleye tâbi tutuyor. Materyalizm ideolojik ilgilerinden vazgeçti, çünkü hayatın realitesi haline geldi! Şu şartlarda zaman onun lehine işliyor. İnsanları lüzumsuz şeylerle meşgul ederek vakitsiz, düşüncesiz ve fikirsiz bırakmış, bin bir maddi kaygı ile sımsıkı kuşatmış. Çarklarını istediği gibi döndürüyor. İnanınız ki hiçbir materyalist düşünür, yaşadığımız dünya düzeni gibi bir koyu materyalizmi öngörebilmiş değildir.

Bugünkü dünya düzeninin putu paradır. Fikrî görüntülü iddiaların cilasını kazıyın, altından paracı putperestliğin sırıttığını görürsünüz. Her türlü ekonomik farklılık grubu bu dünya düzeninin kölesidir. Zengini de fakiri de. (Yahut daha az zengini de.) Geçmiş devirlerde de öyle değil miydi? Değildi. Yanlış, doğru, bir takım değerlere inanılıyordu; onlar uğruna mücadele edenler vardı.

Düşünenler, yazanlar, o yolda ömrünü çileyle geçirenler vardı. Yaşamayı, kendi başına gaye olarak görmeyenler vardı… Bunları söylerken müstesnaları değil, sosyal kesitleri kastediyorum. Tabiattaki zorlukları yenmek, ilmin ve aklın hedefi gibi gösteriliyordu. Bugün; insan, tabiatı, üretim adına tahrip ediyor. Vasıta gaye haline gelmiştir. İnsan, kendini de ‘para ihtirası’nın vasıtası haline getirmiştir. Belirtmek istediğim budur. İnsan sadece tabiatı değil, kendini de tahrip ediyor. Ana caddeden tevil sokaklarına sapıp, ışıksız kalmamızın sıkıntısına, ruh ve kültür ızdırabına göz mü yumacağız?

Asıl derdimizin ‘kaybolan insanlığımız’ olduğu hakikatini ne zaman idrak edeceğiz? Efendim, devrin icabatı öyleymiş. Devrin icaplarını, devrin insanlarının oluşturduğu nasıl unutulur? 

Kim ne derse desin; Bu Millet,  ‘aydın’ hicranı ile karşı karşıyadır. Bin bir fedakârlıkla yetiştirdiği, fikir ve düşüncesini geliştirmekle vazifelendirdiği aydınlarının; ne ilmi ne felsefesi, ne sanatı ne siyaseti “millî şuur” sorumluluğu içinde başaramadıklarını üzüntüyle görmekteyiz. Ruh fakirliği, bu başarısızlıkların oluşturduğu çeşitli kopukluklar yüzünden yaygın hale geldi. İçinden çıktığı kaynakla bütün bağlarını kesen aydın, kurduğu cansız dünyaya maddi-teknik kural değişiklikleriyle “ruh” verebilir mi? Batı’nın metod anlayışı, çalışma disiplini, pragmatik mahareti, demokratik terbiyesi bize pek tesir etmedi. Ama bünyevî talihsizlikleriyle ilgili her macerası ve hastalığı aynen yaşandı. Bizimkisi ne modernleşmekti, ne Batılılaşmak. Düpedüz şahsiyetsizleşiyorduk. Hangi maddiyat-maneviyat dengesinden söz ediliyor? Nereden çıktı bu komik gerekçe? Felçli kolu yalnız bırakmamak için sağlamını da kurutmak dengecilik midir?

Sen insan fıtratına uyan yolu tut, iyi olanı emret ve doğasına yabancılaşanlarla ilişiğini kes. (7.199) Tek başına bu ayet, Hz. Peygamber’in önüne muhteşem bir ufuk açmakta ve onun insanlarla ilişkisinin hangi zemine oturtacağını ifade etmektedir.

Hz. Peygamber’den emretmesi istenilen şey, insan doğasına uygun olan şeylerdir. Hz. Peygamber’in dini emir ve nehiyleri nasıl algılaması gerektiğiyle ilgili temel bir koordinat sunan bu ayetin Mekke yıllarının üçüncü döneminde indiği hatırlanacak olursa, bundan sonra inecek olan tüm ahkâm ayetlerini nasıl anlaması gerektiğine ilişkin zihni bir altyapı hazırlandığı da anlaşılacaktır.

Rabbimin talimatı, benim için en hayırlı olandır.

“Ailene namazı emret ve sen de bunun üzerinde sıkı sıkıya dur” (20.132) ayeti, onun yakın çevresiyle ilişkisini inşa eden bir talimattır.

O, yakın çevresinde bu ve buna benzer emirlere uyarak öyle bir bilinç geliştirmeye çalışıyordu ki, bu aynı zamanda çevresinin şahsiyetini geliştirme ve bağımsızlaştırma işlevi de görüyordu. İşte onun işitme yetisini kaybetmemiş yüreklerden hiç gitmemesi gereken çığlığı: “Ey Muhammed’in kızı Fatıma! Kendini ateşten koru! Çünkü ben, vallahi Allah’tan sana ulaşacak bir cezanın önüne geçip de seni koruyamam!”

Dert, “insanlığımızın azalması” derdidir.  Kimliklerle uğraşılıyor. Asıl derdimiz “kişilik” problemidir. İnsanlığımız azalmış, farkında değiliz. İnsanı maddeye köle yapan, madde uğruna insanların ruhunu, sıhhatini, mutluluğunu tahrib eden gaflet bombalarının nötrondan fazlası var eksiği yok.

Yaşar Değirmenci.