Bireysel ve toplumsal hastalıklarımıza merhem: Hac
Mekke’de açtığın yeni sayfayı kirletmemeye gayret et. Kalbin geniş, yüzün nurlu olsun.
Sakın riyaya bulaşma. Haccı öveceksin diye kendini öne çıkarma taktikleri yapma.
Mescitleri mekân edin, namazı cemaatle eda et. Nafileleri ihmal etme.
Zühdü ilke edin. Zühd, dünya işlerini terk etmek değildir. Zühd, dünyaya meyletmemektir. Parayı kalbine değil kasana koymandır. Bir camiye kapanıp gün boyu namaz kılarak zühde girmiş olmazsın. Yine ticaret yap, fabrikanda çalış. Ama yeğlediğin, ahiret yurdu olsun. Allah’a itimadın sonsuz olsun.
Kâbe, insanlığı kula kulluktan Allah’’a kulluğa çağırmakla insanın özgürlük ve güvenlik meselesine kesin bir çözüm yolu gösteriyordu. Bu yola giren kesinlikle gelecek için kaygı duymaz geçmiş için de üzüntü duymazdı. Çünkü Allah’a teslim olan üzülecek hiçbir iş yapmadığı gibi kaygı duymayacağı bir akıbetle müjdelenirdi. Kabe’nin mesajını hac dönüşümüzde emanet taşıyan Mü’minler olduğumuzun şuurunda yaparız.
Emanetini taşımaya çalışacağımız Kâbe, başta insanın nefsi emmaresine karşı olmak üzere, tutkularına, ayartıcı zaaflarına ve esir edici şehvetine karşı kıyam yeridir. Beytu’’l-Haram, bütün şeytanî güçlere, onların yaltakçılarına, zalîmlere ve sömürücülere karşı kıyam yeridir.
Müminin gayesi, bütün dünyanın harem olması için gayret göstermektir. Hacca giden her mümin, savaş alanına dönen dünyada, her insan, bulunduğu yeri canın, malın, ırzın, neslin ve inancın korunduğu, insana insanca davranıldığı, tabiata tecavüzün olmadığı, aksine hayvanların, taşların ve toprağın dahi hürmet gördüğü bir harem yapılmanın mücadelesini vermelidir.
Ahlâkını yüceltmeye devam et. Gözünü, kulağını haramdan koru.
Kur’an tilavetini ihmal etme. İlim meclislerine katıl. Kesinlikle hadis oku, fıkıh oku. Bir tefsir dersi takip et. Böylece ibadetler âdetleşmez, âdetler ibadetleşmez!
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem buyuruyor ki:
‘İşler, sonuna göredir.’ Büyük bir gayretin boşa çıkması, biriktirdiklerinin heba olması ne büyük bir afet olur. Hac en büyük yatırımlardandır. Onu korumak, onunla ölmek hedefin olmalıdır. Hiç ara vermeden Allah’ın rızasını kazanacak işlere yoğunluk ver.
Haccı eda ettin, yolun açıldı. Mola verme. Kendini ibadetten emekli olmuş biri zannetme. Asıl şimdi gayret zamanıdır diye düşün.
Uluslararası şer odaklarının, haccın taşıdığı bu muhteşem potansiyeli, Müslümanların bir çoğundan daha iyi fark ettiği bir gerçek.
Bizler, Kâbe’ye yolculuğun fıtrattan uzak yaşayışın revaç bulduğu bir dünyada, fıtratımıza doğru yolculuk yaptığımızın şuurunda olsak yeter!
Kendi kendisinin farkında olan ve hemen fark edilen bir şuur. Sahibini sürüden biri olmaktan çıkarıp şahsiyet kılan bir şuur. Mutlaka bu şuur, hac vesilesiyle kazanılmalı.
Oruç, “insanda Allah’a karşı sorumluluk bilinci uyandırırdı” (2.183). Zekât, “insanı ve toplumu arındırır ve temizlerdi”. Hac, “insana ayakta durmayı, kıyamı, direnişi, başkaldırıyı öğretirdi” (5.97). Bütün bunlar suç, günah, anarşi, haksızlık, zulüm, saldırganlık, tahakküm, zillet, meskenet, tembellik, cehalet, mutsuzluk, umutsuzluk ve daha birçok illetin dermanıydı. İbadetlerin zâyi edildiği, dünyevileşme hastalığından kıvranan insanımıza Namazı yeniden kazanmak/kazandırmak gerek. Orucu, zekâtı yeniden kazanmak gerek. Özellikle haccı yeniden kazanmak gerek.
İbadetler içerisinde haccı, peygamberler içerisinde Hz. Muhammed aleyhisselama ve semavi mesajlar içerisinde Kur’an’a benzetebiliriz. Nasıl ki Peygamber Efendimiz her peygamberin en güçlü özelliklerini kendinde birleştiren bir şahsiyet, Kur’an-ı Kerim de bütün vahiylerin özünü bünyesinde barındıran bir hitapsa, hac da bütün ibadetlerin özünü bünyesinde birleştiren apayrı bir ibadettir. Hac, belli zamanlarda ve belli mekânlarda yapılan rükünleriyle zaman şuuru ve mekân şuuru kazandırır. Haccın, hem namaz ve oruç gibi bedeni, hem zekât gibi mali, hem Cuma ve cihad gibi sosyal ve siyasi bir ibad tarafı vardır. Bu üç boyutu böylesine vurgulu bir biçimde bünyesinde toplayan tek ibadettir. Bu sebepledir ki Peygamberimizin dilinden diğer hiçbir ibadet için verilmeyen müjdeler hac için verilmiştir. Ne var ki bir tek şartla: Makbul olması, mebrur olması, yani kabul görmüş olması şartıyla.
Bireysel ve toplumsal hastalıklarımıza merhem, meselelerimize/problemlerimize çözüm olan ibadetlerin yeniden kazanılması, ancak yeni bir bilinçle mümkündür. İbadetleri kaybettik. Peygamberimizin daha o günden “namazı kaybedecekler” mucizevî haberinde olduğu gibi namazı kaybettik. Orucu kaybettik. Zekâtı kaybettik. Haccı kaybettik. Bayramı kaybettik. Kurbanı kaybettik. Namaz kıldık, oruç tuttuk, ama ruhunu kaybettik. Rasulüllahın diliyle “yanımıza sadece yorgunluğumuz ve açlığımız” kaldı. Sevinirken, en neşeli halimizde de olsa ‘nefs muhasebesi’ yapmayı hiç unutmayacağız. Hac, tek kelimeyle muhteşem bir ibadet! Böyle bir ibadetin bize verdiği/kazandırdığı şuuru İnşaallah hiç kaybetmeyeceğiz. Dönüş yolculuğumuz, mutlaka gidiş yolculuğumuzdan farklı olacak/olmalı. Fark edilir hal/fark edilir kulluk bizi ‘üsveyi hasene’ (örnek kulluğa) götürür.
“İnananlar muhakkak kardeştir” emri ilahisinin yoludur bu yolculuk. Topluca ‘Allah’ın ipi’ne sarılmanın yolculuğundan döndüğümüzü de unutmayacağız.
Gidemeyenlere de o hasret, heyecan, aşk ve şevk içinde gönül dünyalarıyla Mekke-i Mükerreme ve Medine-i Münevvere’de bulunma duygu ve düşüncelerini kaybetmemeleri için dua edelim.
Bu yolculuğa çıkanların şuurlu bir yolculuk yaparak dönecekleri, Rabbinin rızasını kazanarak makbul ve mebrur bir hac vazifesini ifa ettikleri, duygu, düşünce ve dualarımızla bu niyet, temenni ve niyazlarımızla karşılarız İnşaallah…