Birlik Beraberlik İçinde Örnek Ümmet Olabilmek
Maddi manevi hastalıkların yoğun olduğu, bireyin ve toplumun hastalandığı, hasta edildiği kaos ve hercümerç içindeyiz. Hep tartışma, hep haklı çıkma hastalığı da bu ortamın bir başka yansıması. Tedaviden kaçan, teşhis ve tedaviye aldırış etmeyen hastaların durumu sergileniyor âdeta. Yüce Rabbimiz, şöyle buyuruyor:
“Doğrusu sizin ümmetiniz yani İslam ümmeti bir tek ümmettir. Ben de sizin Rabbinizim. Öyleyse bana ibadet ediniz” (21 Enbiyâ, 92) Hadis-i şerifte ise Peygamberimiz aleyhisselam şöyle buyuruyor:
“Mü’minlerin birbirlerine olan bağlılığı, birbirine kenetlenerek inşa edilmiş bir binanın tuğlaları gibidir.” (Buhari) Peygamber Efendimiz “Rab olarak Allah’tan, din olarak İslâm’dan, Peygamber olarak Muhammed’den razı olup bunlara başka bir tercih (alternatif) aramayan imanın tadını almış demektir.” (Tirmizi, Müslim, Müsned) Din işlerinde aşırılık ve mübalağa hiç kimseyi kurtuluşa götürmemiştir. Bu sebeple de Peygamberimiz “Ey Müslümanlar! Dinde ölçüsüzlükten sakının. Çünkü sizden öncekileri dinde ölçüsüzlük ve aşırılık helak etmiştir” buyurmuşlardır. Din-i Mübin-i İslam, iki büyük temel üzerine inşa edilmiştir: Birisi tevhid, diğeri vahdettir. Tevhid, Allah’ın birliğine imandır, Allah’ın vahdaniyetini ikrardır.
Kur’an-ı Kerim bir tevhid kitabıdır. Bütün peygamberler ve Hatemü’l-Enbiya Muhammed Mustafa aleyhisselam bir tevhit peygamberidir. Allah’ın bize farz kıldığı bütün ibadetler; namazımız, orucumuz, haccımız, kurbanımız, zekâtımız, her biri birer tevhid eylemidir. İslâm ümmetinin birliğine aykırı her görüş ve düşünce kimden hangi gerekçe ile gelirse gelsin karşı çıkılmalıdır. Tevhidden sonra en büyük temel ilke Mü’minler arasında birliktir. Birlik olmadan ümmet olmaz, ümmet olmadan tevhid olmaz. Yüce Rabbimizin, şu âyet-i kerimesinin gayesi gerçekleşmez: “Siz, insanlar için var kılınmış en hayırlı ümmetsiniz. İyiliği emreder, kötülükten alıkoyarsınız ve siz Allah’a iman edersiniz.” (3 Âl-i İmran, 110) Bu âyet-i kerime bizlere göstermektedir ki; İslam ümmetinin en büyük gayesi, yeryüzünde iyiliği hâkim kılmak, kötülüğü ortadan kaldırmaktır. Her daim ahlak, adalet, fazilet ve iyiliğin yanında yer almaktır. Her türlü kötülüğün, şerrin ve batılın karşısında durmaktır.
Nerede bir zulüm, bir haksızlık, bir adaletsizlik varsa ona engel olmak için gayret göstermektir.
Zira bu güzellikler, Rabbimizin övgüyle söz ettiği en hayırlı ümmetin vasıflarıdır. Tevhide karşı en büyük günah, en büyük zulüm; şirktir. Allah’ı sever gibi başkasını sevmek, Allah’tan korkar gibi başkasından korkmak, Allah’tan ümit eder gibi başkasından ümit etmek, Allah’a ortak koşmaktır.
Tevhidin inşası, şirkin imhası ile mümkündür. Vahdete karşı en büyük günah ise tefrikadır.
Ümmeti bölmektir. Ümmeti parçalamaktır. Bozgunculuk yapmaktır. Ümmetin arasına fitne, fesat ve nifak sokmaktır. Asabiyet, kin, öfke, nefret, gibi cahiliye kalıntılarıyla kardeşleri birbirine düşürmeye çalışmaktır. Ümmet-i Muhammed yaralıdır. Başsızlığa mahkûm edilmiş bir ümmettir. Şimdi ‘ulusalcı’ küçük başların sebep olduğu bölünmüş coğrafya perişanlığına katlanmak zorunda bırakılmıştır. Birliğimizin göstergeleri:
Rabbimiz ve Yaratıcımız bir olduğuna göre ümmete leke getirmemeye gayret göstermektir.
Hepimiz Âdem ve Havva’nın çocukları olduğumuza göre ‘din kardeşliği’ni öncelememiz şarttır. Aynı Peygamberin ümmetiyiz. O halde ümmetin dertleriyle ilgilenmemiz ümmet olmamızın göstergesidir. Kur’an-ı Kerim hepimizin kitabıdır.
Hayat nizamıdır. O kitap, bizim uymamız ve kaçınmamız gerekenleri Peygamberimiz vasıtasıyla bildirmiştir. Bize de amel etmek düşer. Ümmeti Muhammed, Kur’an-ı Kerim ekseninde Sünneti seniyye ile inşa edilmiş sosyal bir yapıdır. Bunu yaşama ve yaşatma görev ve sorumluluğunun idrakiyle hareket şarttır. Diğer din mensuplarının (din adamları papa, patrik, vs. dahil) Müslümanlara karşı takındıkları tavırlar, yürüttükleri gizli açık kıskançlık, hasetlik İslâm’a düşmanlık uygulamalarıdır. Müslümanların; aynı dine mensup olmalarına rağmen; haddi aşmaları, ölçüsüz ve dengesiz hareket etmeleri, dine uyma yerine dini kendilerine uydurmaları yüzünden ümmetin birliği, beraberliği zedelenmiştir. Dindarlık; kendi ölçülerine göre yaşamak değil, dinde olanı yaşamaktır. Biz Müslümanlara hitap eden şu âyetlere dikkat etmeliyiz: “Ey iman edenler! Hepiniz, Allah’a olan bağınıza, taahhüdünüze, Kur’an’a, İslâm’a sadakatle sarılarak, Allah’ın himayesine sığının. Birbirinize düşmeyin, bölük pörçük olmayın, parçalanmayın. Allah’ın size ihsan ettiği nimetleri, size tevdî ettiği ilâhî değerleri, şeriatı koruyun, kollayın, zâyi etmeyin. Allah’ın emir ve yasaklarına gereği gibi saygılı olun ve yalnızca Müslüman olarak ölün. Hani siz, birbirinize düşman idiniz de, O gönüllerinizi, akıllarınızı birleştirip, sizi birbirinize kaynaştırmıştı. O’nun nimeti, İslâm dini sayesinde kardeş olmuştunuz.
Ateşten bir çukurunun kenarında, ateşe düşmek üzere iken, oradan da, sizi O kurtarmıştı. Böylece Allah iyiliği, birliği emreden, Yahudilerin ve diğerlerinin tuzaklarından sakındıran âyetlerini size açıklıyor. Umulur ki, doğru yolu bulur, İslâm’da sebat etmiş olursunuz.” (3 Âli İmran 99-103) “Allah’ın ipi”nden maksat, Kur’an ve İslâm’dır.
“Hep birlikte Allah’ın ipine sımsıkı yapışmak”, hep birlikte İslâm dinine inanmayı, onu kabul etmeyi ve gereklerini yerine getirmeyi ifade eder.
Peygamberimiz Kur’an’ı, “Allah’ın gökyüzünden yeryüzüne sarkıtılmış ipidir” diye tarif etmiştir.
İslâm dini inançta ve amelde birliğe büyük önem verir. Bunun içindir ki inanç alanında Allah’ın birliği ilkesini getirdiği gibi, ibadet alanında da hac ve namaz gibi insanları bir araya toplayarak Müslümanların birliğini sağlayacak prensipler koymuş, amelî tedbirler almıştır. İslâm, düşünce ayrılığının düşmanlığa dönüşmesini, insanları çekişen ve vuruşan kamplara ayırmasını müsamaha ile karşılamaz. “O’nun (Allah’ın) nimeti sayesinde kardeş oldunuz” ifadesi, İslâm’ın insanlar arasında birlik ve beraberliği sağlama konusunda ne derece kaynaştırıcı önemli bir unsur olduğunu, hatta din kardeşliğinin, dolayısıyla inanç ve dava birliğinin soy kardeşliğinden daha kuvvetli olduğunu gösterir.
Birliğimizi ihlal eden göstergeler: İman zayıflığı, amel eksikliği. Asabiyet (ırkçılık), hizipçilik, bölücülük, ayrımcılık, bireycilik, menfaatçilik, cana ve mala tecavüz, özgürlüklere saldırı. Sınırsız cedel/tartışma düşkünlüğü. Peygamberimiz:
“Hidayet üzere olan bir millet, ancak cedel ile dalalete düşer.” Allah bir kavme şer murad ederse, onlara cedel/tartışma kapısını açar ve onları amelden alıkoyar. Her gurup kendi düşüncesine uygun gördüğünü öne çıkarır. Bu tür parçalama/bölümleme içinde olanlar şu âyetlere uymak zorundadırlar: “Biz kitabı işlerine geldiği gibi bölerek benimseyenlere de azap indirmiştik.” (15 Hicr 90-93) Bizler Müslümanlar olarak; bütün esaslarıyla İslâm’ı benimsemeliyiz. Dünya ve ahiret saadetini sağlayan dinimiz hayatın dışında tutulup vicdanlara, camilere hapsedilemez.
Cami, kıble merkezli, hayata hâkim tek, yegâne hak din İslam’ın ve son Peygamber Hz. Muhammed aleyhisselamın ümmetiyiz. Özelde ülkemizin, genelde ümmetin kendi değerlerine ne pahasına olursa olsun sahip çıkması, şuurlu gayret göstermesi, günümüzün cihadıdır.
Taklitçiliğe karşı da alınacak köklü bir tedbirdir. Peygamberimiz, “Birlik rahmet, ayrılık-gayrılık azap vesilesidir” buyurmuşlardır. Bugün Mü’minler topluluğu olarak ümmet bilincini yeniden inşa etmeye ihtiyacımız var. İslam coğrafyasında barış ve esenliği, şefkat ve merhameti, hak ve hakikati yeniden hâkim kılmaya ihtiyacımız var. Örnek ümmet olabilmenin yolu gönülleri bir, gayeleri bir, samimiyet ve sadakatle bezenmiş kardeşler olmaktan geçer. Allah’ım!
Bozgunculuktan, düşmanlıktan, münafıklıktan, ihanetten ve kötü ahlaktan sana sığınırız. Bizleri bu kötülüklerden muhafaza eyle! Ümmet-i Muhammed’i yeniden ve ebediyen aziz bir ümmet eyle Allah’ım!
Yaşar Değirmenci.