Dine Göre Hayat,Hayata Göre Din Değil!
“Gerçek hayır ve iyilik, hakiki müslümanlık, insanlık, yüzlerinizi doğu ve batı tarafına çevirmeniz değildir. Fakat gerçek iyiler ve hakiki müslümanlar, kâmil insanlar, Allah’a, âhiret gününe, meleklere, kitaplara, peygamberlere imân edenler; sevdikleri malları ve servetleri, can ü gönülden, isteyerek, yakın akrabalara, yetimlere, dullara, öksüzlere, çevresi, çaresi olmayan yoksullara, yolda kalan muhtaç yolculara, yardım isteyenlere, medet umanlara, esirler ve kölelerin esaret boyunduruklarından kurtarılarak hürriyetlerine kavuşmasına harcayanlar; namazları âdâbına riayet ederek aksatmadan kılanlar, vicdanlarını, servetlerini, sosyal bünyelerini arındıran, berekete vesile olan zekâtı verenler, antlaşma yaptıkları zaman antlaşmalarına riayet edenler, sıkıntılara sabrederek mücadele edenler, hastalığa, açlığa, mallarına ve canlarına gelen zarara tahammül edenler, harbin şiddetli zamanında sabrederek savaşanlar ve kararlı davrananlardır. İşte onlar imanlarında samimi olanlardır. Onlar, işte onlar Allah’a sığınarak emirlerine yapışanlar, günahlardan arınıp, azaptan korunanlar, kulluk ve sorumluluk şuuruyla, haklarına ve özgürlüklerine sahip çıkarak şahsiyetli davranan, dinî ve sosyal görevlerinin bilincinde olan mü’minlerdir.”
(Bakara sûresi 177. ayet)
Hadis-i şerifte de ‘Sevdiklerinizden vermedikçe kâmil iman sahibi olmazsınız’ buyruluyor. Ekonomiyi her şeyin üstüne çıkaran bir materyalizm tutkusu, dünyevileşme hastalığı bütün sosyal hayatımızı alt üst etti. Bizdeki bambaşka bir hal. Cemiyetin en iyi gizlenmiş ve korunmuş dokularını dahi manevi-kültürel değer ölçülerinin belirleyici önderliğinden mahrum bırakan bir sosyal sarsıntı, benzeri görünmeyen bir hadisedir. Medeniyet tarihindeki örnekler, ferdin iç dünyasını bu derece etkileyen ve mukavemet zenginliklerini böylesine uyuşturan bir anafora şâhid olmamıştır. Bir açık tesbitte bulunalım. “Karz-ı hasen” öldü! Cılız ve isteksiz kımıldamalar hayâtiyet değildir. Bu cemiyetin bin yıllık yazıyla tarihinde böyle bir “çekilme” ye rastlanılmamıştır. Ekonominin en kötü olduğu zamanlarda bile karz-ı hasen, hayatımızın bir parçasıydı. Allah ve Resulünün ölçülerine göre yaşamak, hayat tarzımızı İslâm’a göre düzenlemek çaredir. Bildiklerimizle, okuduklarımızla, dinlediklerimizle amel! Çözüm bu! Bir noktayı atlamayalım. Çok önemlidir. “Yaşamak ve hayata geçirmek” işi nasıl olacak? İnanç ve düşünce münasebeti bahsinde gerekenleri başardığımız kanaatinde miyiz? “inanca dayanan düşüne” bahsinde meydan boş kalmıştır. Müstesnaların çırpınışları ve mesajları o etkileme/etkilenme/değişim ve gelişim seviyesine ulaşamamıştır. Yaşadığımız hayat, düşüncelerimizin neticesidir ve eseridir. “Efendim, yardımsever olalım, bencilliği bırakalım, maddeye çok önem vermeyelim” nasihatleri, mevcut hayat tarzı ve “onu doğuran, onu zorlayan” sebepler değişmedikçe, havada kalır. Sosyal-iktisadi-siyasi ve fikri tercihler manzumesi sâbit kalındıkça, sessiz kaldıkça; bu cemiyetin hayatına neyi nasıl yansıtabilirsiniz? Bırakınız cemiyetin hayatını, ferdî hayatımıza bile bütünlük sıhhati kazandırmamız mümkün olmaz. İyilikler, güzellikler fikir ve düşünce planında kalmayıp, hayatımıza yansıdığı hayat tarzımız, kendi değerlerimiz mecrasında yürüdüğü müddetçe yaşanan “sosyal deprem” den kurtulabiliriz. Maddi-manevi sıhhat dengesi gözetilmeden ışıltılı, pırıltılı teknolojik oyuncaklarla oynayarak kalkındığımızı söylemek mümkün müdür? İnsanı öncelemeyen hiçbir yapı toplumu bunalımdan kurtaramaz.
Müslüman paraya ve mala (kısacası ‘maddi değer’e) bakışı şu olmalıdır: İhtiyacı olduğu kadarını kendi için harcamak; kalanını usulüne ve icaplarına göre, inançları istikametinde, sosyal meselelerin çözümünde kullanmak. Bu ayetlerle sabit olan, hadislerle de tafsil edilen bir temel prensiptir. Bir ayet değil, birçok ayet var; bütün infak ayetlerinin ruhu budur.
Tasarruf, dar manaya yani “biriktirme”ye inhisar etmez. Tasarruf; kullanmak, yönlendirmek demektir. “Allah yolunda infak” da, ilahi gaye için maddi imkanın en iyi biçimde bütün icapları düşünülerek kullanılmasıdır.
Enerjimizi israf etmeyelim. Din kardeşliğimizi zedelemeyelim. Göz nuru dökülen, alın teri, zihin teri akıtılan, fikir çilesi çekilerek yazılan eserleri bir kalemde karalamayalım. Hatasız tek kitabın Kuran-ı Kerim olduğunu unutmayalım! İnsan en büyük hataları başkasının hatalarını düzeltirken yaparmış. Niçin böyle oluyor? Çünkü araya nefis giriyor ve insan çeşitli üstünlük, aşırılık ve tatmin duygularına kapılarak ölçüyü kaçırıyor. Farkında olmadan kaabil-i hitap olmaktan çıkar duruma geliyor. Tenkitler, “İslam kardeşliği”ni zedelememeli, zaafa uğratmamalı. İnsan bindiği dalı, dayandığı temeli, beslendiği kökleri hırpalamamalı. Küstürmemeli, gücendirmemeli. Öz eleştiri, özün tahribine dönüşmemeli. Birbirimizi anlamaya gayret etmeli, “müminler kardeştir” düsturuna riayet edilmeli vesselam.
Verdiğimiz şehitleri, aç-susuz ayakta kalmak için boğuşanları, yetim-öksüzleri, “huzur evleri”ne terk edilmiş yaşlıları, kapısını vuracak bir “himmet eli” bekleyen kimsesizleri bu vesileyle düşünemez miyiz? Şu dakikada binlerce insan ölüyor, binlerce insan doğuyor. Nice hastalar var, her soluk alıp verişte acısını çaresizliğini hisseden. Nice yoksullar, kimsesizler, yalnızlar var. Ayrıca Irak’ta, Filistin’de, Suriye’de, Mısır’da, Afganistan’da, Pakistan’da, Türk dünyasında yaşananlar… Ayılmamız için, yüreğimizin parçalanması, gözlerimizin yaşarması için “kan nöbeti”ne mi tutulmamız lazım? Çok dramatik bir hal içindeyiz.
Bu hal, bu tavır; meselelerin en önemlisi. Çünkü hassasiyet varsa; umut her durumda vardır, her mesele bir gün çözülebilir. Ama hassasiyet kaybolmuşsa, hangi meseleyi kim çözecektir?
Şartlar çok ağır, ciddi bir geçim sıkıntısı yaşanıyor. Dekor değişti ve parlaklaştı. Ama o değişen dekor içindeki sıkıntılar daha da arttı. İç ve dışta yaşadığımız çeşitli bunalım sebepleri var. Düşünülecek çok sarp meselelerin içindeyiz
Rabbim yolundan (sıratı müstakimden) istikametinden basiret ve firasetle hareket etmekten hiçbirimizi mahcup etmesin ve mahrum etmesin.
Yaşar Değirmenci.