* FANİ DUNYA FORUM HABERLER


Gönderen Konu: Devletimiz-Milletimiz-Medeniyetimiz  (Okunma sayısı 176 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

fanidunya

  • Ziyaretçi
Devletimiz-Milletimiz-Medeniyetimiz
« : Ekim 11, 2020, 07:00:10 ÖÖ »
Devletimiz-Milletimiz-Medeniyetimiz
   
Çağımızda dünyada, batıda ve doğuda bir takım süper güçler oluşmuştur. Bunlar, insanlığın geleceğini karartmaktadırlar. O yüzden, mutlaka, tekrar geçmişte (Abbasi ve Osmanlı döneminde) olduğu gibi, Müslümanlar da kendi süper güçlerini oluşturmalı ve büyük devletlerini kurmalıdırlar. Bizim bir toprağımız bir vatanımız var; o vatan İslam ülkesidir; dar-ül İslam denir İslam literatüründe. İsterseniz biz ona bir isim verelim, ülke adı olarak, İslamiye diyelim. Bir milletimiz var. O milletin adı İslam Milletidir. Ve bu İslam milletinin bir medeniyeti vardır, o medeniyetin adı İslam medeniyetidir.

Bu ülkenin, İslam ülkesi; milletinin en temiz, en saf ve en yüksek derecede İslam Milleti olarak kalması için ve İslam Medeniyeti’nin en yüksek dereceye çıkıp diğer medeniyetlerle yarışması, onları geçmesi ve onlara insanlık medeniyetinin en büyük katkısını yapması için, mutlaka Ortadoğu’da, kadim İslam topraklarında bir süper İslam devletinin olması gerekir. Hangi rejimi denesek neden tutmuyor? Tutmuyor, çünkü bütün bu rejimler kendi medeniyetimizin ürünü değil de ondan.

Daha doğrusu, şekil önemli değil, asıl önemli olan ruh.

Bu rejimlerde kendi ruhumuz yok. Biz her ne kadar kendi medeniyetimizi terk ettikse de, medeniyetimiz bizi terk etmedi. Şuuraltımızda yaşıyor. Bizim bir rejimi beğenmemiz için onun mutlaka şuuraltımızda yaşayan kendi medeniyet modellerimize uygun olması gerekir.

Kendimize mahsus modeller vardı geçmişimizde. Hz. Ömer’i, Ömer bin Abdülaziz’i misal gösterirdik, Selahattin Eyyubi ile iftihar ederdik.

Çocuklarımıza devlet adamı örneği olarak Fatih’i, Yavuz’u misal gösterirdik. Ulu Hakan Abdülhamid’in siyonizme geçit vermeyişini, Yahudi devletinin kurulmasına müsaade etmeyişini, ‘yıkılmaya çalışılan Osmanlı’yı iç ve dış güçlere rağmen otuz üç yıl ayakta tutuşunu anlatarak misal gösterirdik. Ve hakkıyla misaldiler bunlar. Geçmişi olmayan, her alanda gösterilecek örnekleri bulunmayan rejimleri deneyip durmakla ne kazanacağız? Örnek olarak kendisine kimi alacak bizim devlet adamımız? Kendi büyüklerini artık örnek alamıyorsun. Başkasına da gönlümüz uzak duruyor. Bu durumda ne ileri, ne geri, yerimizde kalakalıyoruz. Devletle rejimi aynı gören bir anlayış yerleşti. Ne çabuk unutuldu Rusya’nın rejimi feda edip devleti kurtardığını. Bizde hâlâ Devlet feda ediliyor rejimi yaşatmak uğruna. Sekülerizm yerleşiyor/yerleştiriliyor farkında olalım veya olmayalım. Ayrıca putlaştırma kutsal’ın yerini alıyor/aldırılıyor.

Milliliğin temelini unutmayalım! Rum’un Osmanlılığı ne ifade etmiştir? Yahudi’nin Ermeni’nin Osmanlılığı ne ifade etmiştir? Çok istisnai birkaç örnek dışında hiçbir şey ifade etmemiştir. Cemaatleriyle mabetleriyle daima Osmanlı Devleti aleyhine çalışmışlardır. Güçlü olduğun zaman tâbidirler, zayıfladığın zaman hasımdırlar.

Rahattılar, Türklerden çok daha rahattılar. Ama ‘milli ideal’leri farklıydı. Adaleti biz İslam’ın yüklediği bir vazife olduğu için uyguluyorduk; onları kazanamayacağımızı bilmez değildik. Devlet zayıflayınca başkaldıracakları besbelliydi. Nitekim fırsat çıkar çıkmaz; bayrakları açmışlardır, art cepheler oluşturmuşlardır. ‘Tehcir’ olayından önce Talat Paşa Ermeni önderlerine adeta yalvarmıştır: ‘Çanakkale’de yedi düvelle savaşıyorum. Doğu’da asayiş için bile yeterince kuvvetim yok. Bizi arkadan vurmayın. Tedbir almak zorunda bırakmayın bizi’ diye yalvarmıştır.

Osmanlı, Rumeli fütuhatında, ‘Müslüman Türk’ mihverli bir iskân politikası uygulamıştır. Bunu çok akıllıca ve çok titizlikle koruyarak gerçekleştirmiştir. İslam’ı, Rumeli’ye, Balkanlar’a Osmanlılar götürmüştür. Gayeleri, İslam’ı yaymak idi; ilay’i kelimetullah idi. Osmanlı, kendi Türklüğüne yük taşıtmıştır sadece; ona ‘yük taşıma’ önceliği vermiştir. Övünme ve fiyaka yapma sahnesine çıkarmamıştır. Bilakis, o sahneye diğerlerini daha çok çıkarmıştır ki; nefisleri hoşnut olsun da huzursuzluğa kapılmadan kaynaşmayı tercih etsinler. ‘Şerefli kavim, necip kavim; sadık kavim’ gibi övgüler hep diğerleri için kullanılmıştır. Rumeli’de ‘Türk’ ile ‘İslam’ özdeş hale gelmiştir. Batılılar, ihtida edene ‘Türk oldu’ demişlerdir.

Türk adı, içte değil, dışta telaffuz ediliyordu daha ziyade. İçte, Müslümanlıkta özdeşleyen bir milletleşme süreci yaşanıyordu. Etnik mesele olarak bakılmaz, aidiyetimiz olarak bakılır. Tarafsız, yalansız-dolansız, son derece hoş bir milletleşme süreci. Rumeli tam istediğimiz gibi mayalanıyordu. Değişik açıdan söylüyorum: Millet, kavimle ümmet arasında bir kavramdır. Millet, kavmin-kavimlerin manevileşmesiyle oluşur.

Millet, çift akışlı bir köprü gibidir. Aynen dolaşım sistemimiz gibi fonksiyon icra eder. Maddi unsurlar bir potada eriyip yukarı doğru gider, oradan besleyici zenginlikler kazandıktan sonra, aşağıya inip hücrelere, uzuvlara hayatiyet götürür. Osmanlı Devleti, ‘milliliği’ bugünkü aydınlarımızdan daha iyi kavramış, daha iyi uygulamıştı. O denge ‘batıcılıkla’ bozuldu. Milliliğin manevi temeli, batıcılık yanlışına kaydırılınca işler karıştı. Milliliğin manevi temeli İslam’dı. O temele İslam harcı yerine başka unsurları koyanlar, hatalarını anlamışlardı. Ancak iş işten geçmiş, koca devleti hırslarıyla, ihtiraslarıyla bitirdiler. Sonra da çekip gittiler arkalarına bile bakmadan…

Eğitim sistemimizin her tarafına kendi medeniyetimiz girmeden, kendi mukaddes değerlerimizle yoğrulmadan, din-dil-tarih şuuru ile bezenmeden iflah olmayız.

Sizin kendi inancınız için ne dediğiniz değil, Allah’ın sizin inancınız için ne dediği önemlidir. İnancında eğrilik olan ve bunu bilen, bir gün düzelebilir; fakat inancında eğrilik olan ve doğru inandığını sanan asla düzelemez.

Gitgide ilkesizleşen, gücün ve güçlünün zorbalıkla sözünü dinlettiği bir dünyada zulmün, ahlaksızlığın, güvensizliğin yayıldığı bir ‘cinnet toplumu’nun oluşturulduğu karanlıklardan ancak bir peygamberi solukla, vahyin inşa ettiği insanla aydınlığa çıkabiliriz.

Yaşar Değirmenci.