Değerlerimizle Oynanmasına Müsaade Etmeyin
Peygamberlerin bile ikaz edildiği âyetleri hatırlarsak edep dahilinde iyi niyetle, faydalı olma düşüncesiyle her türlü fikrî ve ilmî meseleleri konuşabiliriz. O devirde cereyan eden hadiselerden ibret almak, ümmetin vahdetini düşünmek, o zatlar için de rahmet ve taksiratlarını affetme dualarında bulunmaktan başka elimizden ne gelir? O sahabîlerin, velilerin ve diğerlerinin sözlerinden, Kur’an’ı Kerim ile ve Hadis-i Şerif ile doğrudan ilgili olan atıfları çıkarınız, tebliği de bir tarafa bırakınız, gerideki sözlerden ‘kalıcılık’ elde etmek imkanı bulunamaz. Herkes bir türlü yorumlar, sonra da ana görüşüne monte eder; istikamet vericilik ortadan kalkar. Farklılığı belirleyen; Tebliğ Çerçevesi’dir, Tebliğ Ölçüleri’dir.
Kalıcılık oradan gelir. Ayrıca pek çok ahlâkî vasfın zâyî edildiği ve mânevî hassâsiyetlerin yitirilerek maddenin esâretine girildiği mahzun devirlerde yapılan sâlih amelleri Cenâb-ı Hak, husûsî ecirlerle mükâfatlandırır. Bunları “Karz-ı Hasen: Kendisine verilmiş güzel bir borç” olarak kabul eder.
Karşılığını da, tıpkı zor ve tehlikeli yerlerde memuriyet yapan kişilere verilen “mahrûmiyet zammı” gibi kat kat fazlasıyla lutfeder. Bu sebeple günümüzde de insanların İslâm’ın nûru ile şereflenmesine gayret etmek, mânevî eğitim ve hizmetlere koşmak, bu bereketli ecre nâil olmak bakımından çok ehemmiyetlidir. Şu da ayrı bir hakîkattir ki Allah Teâlâ, dinine hizmet eden ve kullarının sıkıntılarıyla meşgul olan kimselerin hususî sıkıntılarına kefil olur. Bütün meşguliyeti kendi derdinden ibaret olanları ise dertleriyle baş başa bırakır.
Peygamber Efendimiz, tebliğ hizmetinin ehemmiyetine dâir Hazret-i Ali’ye:
“−Bir kimsenin senin vâsıtanla hidâyete ermesi, senin için en kıymetli dünya nîmeti olan kızıl develere sâhip olmandan daha hayırlıdır” buyurmuş ve her fırsatta ümmetine de, tebliğ vazife ve mes’ûliyetini hatırlatmışlardır.
Zira tebliğ vazifesinin ihmali, kişiyi hem bu dünyada hem de âhirette pek çok sıkıntılara dûçâr eder. Bu hususta Ebû Hüreyre şöyle buyurur:
“(Ashâb-ı kirâm arasında şu hakîkati) duyardık:
Kıyâmet gününde bir kişinin yakasına, hiç tanımadığı biri gelip yapışır. Adam şaşırarak:
– “Benden ne istiyorsun? Ben seni hiç tanımıyorum ki!” der.
Yakasına yapışan kişi ise:
– “Dünyada iken beni hata ve çirkin işler üzerinde görürdün de, ikaz etmez, beni o kötülüklerden alıkoymazdın diyerek ondan dâvâcı olur.”
Unutmamak gerekir ki, Allah’ın dinini tebliğ ve talim etmek, peygamber mesleği denilebilecek mukaddes bir vazifedir. Allah’ın en seçkin kulları olan peygamberler, bu uğurda her türlü meşakkate katlanmışlardır. Bunun için kâmil (olgun) bir mü’min de, hizmet ve tebliğ ehlidir. O, nefsin girdaplarında boğulmak üzere olanların imdadına koşan bir yardım eli, günah çukuruna düşenlerin yollarını aydınlatan bir fener, yolunu kaybeden veya şaşıranlara yol gösteren bir kılavuzdur.
Rasulullah Efendimiz, Kur’an’ı Kerim’i hem tebliğ etmiş, hem de tefsir etmiştir. Sahabe, mahfuziyetin teminat halkasıdır. “Veda Haccı”nda yüzyirmi bini aşkın sayıda mümin vardı. İslam’ın etkisi, hayat tarzı oluşturma gücünden kaynaklanır.
Mümininden her hal ve şartta kendine uygun bir tarzda inşa edilmiş hayat talep eder. İfrat ve tefrit dalgalanmalarıyla hidâyet değil, dalalet alanları oluşturur. Makul/Mutedil/Müstakim olmak şarttır.
Sıhhatli düşüncenin yegane yolu; nefsi bir tarafa bırakıp, akıl ve kalp ile düşünmektir. Öğüt vermek kolay, örnek olmak zordur. Asıl problem; dolaylı ama derin sarsıntılarda, boşluklarda, noksanlarda.
Yön verici kapasiteye sahip olanların patinaja kapılmasında. Âlimlerin ‘ilim kılıcı’nı nereye sallayacağını şaşırmasında…
Yâ Rabbi! Yüce dininin galebesi istikâmetinde bize de hizmet ömrü ihsan eyle! Bizi iman, ihlâs, takvâ, tebliğ ve hizmet nimetleriyle rızıklandır!
Amin.
Yaşar Değirmenci.