* FANİ DUNYA FORUM HABERLER


Gönderen Konu: İslâm Hayat Nizamıdır  (Okunma sayısı 154 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

fanidunya

  • Ziyaretçi
İslâm Hayat Nizamıdır
« : Aralık 06, 2020, 07:55:24 ÖÖ »
İslâm Hayat Nizamıdır
   
Dinimizi sevme/sevdirme hidayetlerine vesile olma, fâsık ve fâcir hallerinden onları kurtarma gibi bir sürü vazifeleri varken dinimizi ‘magazin programı’ durumuna düşürmelerinin hesabını vermek çok zor. Bu sebeple zihinlerde, kafalarda karışıklık meydana getirerek zaten alt yapısı olmayan ‘seyirci Müslümanları’nı da yaşanan/yaşatılan bir dinimiz olmaktan uzaklaştırıp bir felsefe tartışması seyrettirerek ‘tartışılan bir din’ seyircisi haline getirdiler. İnançlarına, imanlarına göre farklı itikatlarda bulunan bir sürü insan var. Bize düşen onlara doğruları, sıratı müstakimi göstermektir.

Sahabe arasında, Kur’an-ı Kerim’in ayetlerini anlamakta zorluk çekenler olsaydı, bunlar kısa açıklamalarla yetinilebilecek şeyler olmayıp ciddi ihtiyaçlarla ilgili bulunsaydı, Resulullah’a sorarlardı. Resulullah Efendimiz, kendisinden bir şey yazılmamasını istemiştir ama kendisine soru sorulmaması gibi bir talepte bulunmamıştır. Zat-ı İlahi, kader, ruh konularında derinlere dalmamak gereğini bildirmiştir o kadar. Bu çerçeve içinde ashab her şeyi sorabilirdi. Fıkıhla, ibadetle ilgili bahislerde sormuşlar ve cevaplarını da almışlardı.

Fiilî-takriri sünnet ve hadis bilgilerinde bunlar vardır.

Her şey bilinmez, bildirilmez; her şey sorulmaz, sorgulanmaz.

Buna bu hayatımızın yapısındaki denge zaruretleri sebebiyle ihtiyacımız vardır. Öte yandan, hayatımızı denge içinde yürütmemizi sağlamak için ihtiyacımız olan önemli bilgiler de mutlaka bildirilir.

Yorum ve ilham delil olmaz; dikkate alınır, değerlendirilir ama delil ve hüccet olarak değil. Ayrıca yorum ve ilhamın da genel sıhhat ölçüleri vardır. Kesinlikle itikadî delil ve hüccetmiş gibi değerlendirilmemelidir. İtikadî delil olmaya ahad haber bile yeterli değilken, ilhamî bulgunun yeterli olması tasavvur edilebilir mi?

İlmî tefekkürün beş önemli şartı vardır: İstikamet, ilim, itidal, ihtiyat, ihata.

Bu şartları yerine getirecek durumda olmayanların birer ekol kürsüsü açıp rehberlik etmeye çalışması, akademik unvanları ne olursa olsun yanlıştır, yanıltıcıdır. Deneme edebiyatta olur, ilahiyatta değil.

Manevi-fikri yapısı güçlü bir insanı, sistematik hale getirilmiş toplum bünyesini bozan olumsuzluklar bozamaz. Şayet bir iyileşme meydana getirmek arzu ediliyorsa, işe örnek insanların sayısını artırmakla başlamaya mecbursunuz. Örnek insan bulamayınca insanlar ümitsizliğe düşer. Burada, ruhun-ruhi hasletlerin üstünlüğü hatırlanmalıdır.

“Kendin için istediğini başkası için de iste, kendin için istemediğini başkası için de isteme” şeklindeki ahlaki esas yaşanmaya başlasa, sadece bu haslet kazanılsa, hayata yansısa sistematik tersliklerin hepsi aşılır. Ama şüphesiz ki herhangi bir hasletin topluma yayılması, kazanılması, elverişsiz ortamda mümkün olmaz. Ne var ki, aradaki münasebetin böyle olacağını bilmek ve görmek, manevi-fikri yapısı güçlü insanlarla neler yapılabileceğini anlamaya ve anlatmaya yarar.

İnanan insan, inanarak düşünen insan, dinini hayat tarzı olarak görüp yaşamaya çalışan insan, başka amaçlar için konulmuş vasıtaları ve malzemeleri, kendi amacı için kullanmayı başarır. Nerede olursa olsun o imkân ve şartları ‘hizmet yolu’nda kullanır.

Yeter ki, nefsi düşünerek, kendine göre hesaplar yaparak mesuliyet ve mükellefiyetlerini unutup gaflete düşerek, kendini akıntıya bırakma rehavetine kapılmasın. Elbette ki, bu iş için aradığımız insan, ‘öncü’ insandır. İçinin sesini her zaman duyabilen dinleyebilen insandır. Bir nevi; ‘kahramanlık’ nasibine erişmiş insandır.

Ekonomiyi her şeyin üstüne çıkaran bir materyalizm tutkusu, bütün sosyal hayatımızı yüksek voltajlı bir elektrik cereyanı gibi kavradı.

Dünyada öyle bir gelişmenin var olduğu ve bize de sirâyet ettiği söylenebilir; ama bu tatminkâr bir izah tarzı değildir. Bizdeki bambaşka bir hal.

Toplumun en iyi gizlenmiş ve korunmuş dokularını dahi manevi-kültürel değer ölçülerinin belirleyici önderliğinden mahrum bırakan bir sosyal sarsıntı, benzeri görünmeyen bir hadisedir. Medeniyet tarihindeki örnekler, ferdin iç dünyasını bu derece etkileyen ve mukavemet zenginliklerini böylesine uyuşturan bir anafora şahit olmamıştır.

Şu yaşadığımız zor imtihan günlerini bile Rabbimizin razı olacağı amelleri işleyerek kazanmaya çalışmıyoruz. İnsanımız; egoizme ve fırsatçılığa gidiyor, götürüyor.

‘Efendim, yardımsever olalım, bencilliği bırakalım, maddeye çok önem vermeyelim’ nasihatleri, mevcut hayat tarzı ve ‘onu doğuran, onu zorlayan’ sebepler değişmedikçe, havada kalır. Sosyal-iktisadi-siyasi ve fikri tercihler manzumesi sabit kalındıkça, konfor ve refah rağbet gördükçe, Batıcılık yoluyla Batı’da dahi benzeri bulunmayan ve her şeyi paraya bağlayan garabet modelleri üretilip uygulandığı halde sessiz kaldıkça; bu toplumun hayatına neyi nasıl yansıtabilirsiniz?

Bırakınız toplumun hayatını, ferdî hayatımıza bile bütünlük sıhhati kazandırmamız mümkün olmaz.

İyilikler, güzellikler fikir ve düşünce planında kalmayıp, hayatımıza yansıdığı hayat tarzımız, kendi değerlerimiz mecrasında yürüdüğü müddetçe yaşanan ‘sosyal deprem’den kurtulabiliriz. Maddi-manevi sıhhat dengesi gözetilmeden ışıltılı, pırıltılı teknolojik oyuncaklarla oynayarak ‘vakit geçirme/vakti öldürme’ hâlimizin perişanlığının ifadesi. İnsanı öncelemeyen hiçbir yapı toplumu bunalımdan kurtaramaz.

Yaşar Değirmenci.