DİNDARLIĞIMIZI GÖZDEN GEÇİRELİM!
Din kardeşliğini önceleyip grupçuluğu ötelemek dolayısıyla Müslümanlar arası kaynaşmayı teşvik etmek, bu yönde bir anlayış ve davranış geliştirmeye çalışmak gayesi için faaliyetlere ağırlık verilmelidir.
İslâm’ı ve Müslümanları önemseyen herkes; özel bağlılıklarını, ‘din kardeşliği’ çerçevesinde yeniden değerlendirme göreviyle baş başadır. Müslümanlar arası insanî ve sosyal münasebetlerin olmazsa olmaz ilkesi din kardeşliğidir. Bu ilkenin sadece söylem olarak değil, eylem olarak ortaya konulması İslâm dünyasının en mukaddes cihadı ve tek kurtuluş yoludur.
Peygamberimiz aleyhisselam bir hadis-i şeriflerinde “Size sıkı sarıldığınız müddetçe asla sapıtmayacağınız iki şey bıraktım; Allah’ın kitabı, Resulünün sünneti” buyurarak takip edilecek yolu göstermiştir.
Bugünün Müslümanları, dünyevî imkânlarının ellerinden çıkacağı endişesi, dünya hayatını ahiret hayatına tercih etmeleri sebebiyledir ki amellerini (her türlü işlerini) Allah ve Resulünün ölçülerine vurarak değerlendiremediler. Hıristiyanlar da bilgisiz amel etmeleri yüzünden sapıtmışlardır. Vahiyden, sünnetten/hadisten uzak bir inanç ve amel dünyası oluşturdular. Bu ise, onların sapıklığının esas sebebi olmuştur. Kendi düşünce ve yetişme tarzlarını din yerine koymuşlar, Şeriat’ın emir ve yasaklarına uymamışlardır. (Hadid Sûresinde 27. Âyete, Mâide Sûresinde 77. Âyete, Tevbe Sûresinde 31. Âyete bakılabilir.)
Kur’an-ı Kerim’de yapılan bu ilahi ikazın şimdilerde Ümmeti Muhammed’i kapsadığını unutmayalım. Geçmiş ümmetlerin sapıklıklarıyla ilgili bu tesbitlerin bizimle olan irtibatını Süfyan bin Uyeyne Hazretleri ‘Âlimlerimizden sapıtanlarda Yahudiler’e benzerlik, âbidlerimizden sapıtanlarda da Hıristiyanlara bir benzerlik vardır’ diyerek belirtmiştir. Bunun içindir ki ‘Bildiği ile amel etmeyen (ilmiyle amil olmayan) âlimin, bilgisiz âbidin fitnesinden sakının. Zira bunların fitnesi, her sapığın sapıklık sebebidir’ denilmiştir. Müslümanların ‘bildiğiyle amel etmemek’ ve ‘ilimsiz amel etmek’ yüzünden ne hale düştüklerini Peygamberimizin şu hadisinde bütün açıklığı ile görmekteyiz.
“Benden önce gönderilmiş bulunan her Peygamberin ümmetinden mutlaka sünnetine sarılan ve emrine uyan yardımcıları ve dostları olmuştur. Ancak bunlardan sonra,yapmadıklarını söyleyen ve emir olunmadıklarını yapan birtakım gruplar zuhur etmiştir. Bu tür insanlarla, eliyle mücadele eden Mü’mindir. Diliyle mücadele eden Mü’mindir. Kalbiyle mücadele eden Mü’mindir. Bundan ötesinde bir hardal tanesi ağırlığınca bile iman söz konusu değildir.” (Müslim, Müsned)
Böylesi gerçek dışı, uydurma ve yetki tecavüzü niteliğindeki tasarrufların kabullenilmesi, dinin emriymiş gibi yaşanması, bunu yapan kişilere bağlı kalınması âdeta bu rezillikleri yapanları Rabb edinmeleri manasına gelmektedir. Nitekim Tevbe Sûresindeki 31. âyette “Hahamlarını ve rahiplerini, Meryem oğlu Mesih’i Allah’ı bırakıp rabb edindiler…” Bu mealdeki âyeti Resulüllah’tan dinledikten sonra:
‘-Ehli kitap, haham ve ruhbanları rabb edinmezler ki?’ diyen Adiy b. Hâtim’e Resulüllah Efendimiz, ‘rabb edinmenin’ ne manaya geldiğinin cevabını şöyle belirtiyor:
“Hahamlar ve papazlar, Allah’ın helal kıldıklarını onlara haram, haramları da, helal kıldılar. . Onlar da bunları kabullendiler. İşte bu, onları (haham ve papazları) rab edinmektir.”
Şeriata (Dinimize) ters düşen düzenlemelerin, doğru yoldan ayrılıştaki yeri ve sebebi böylece anlaşılmış olmaktadır. En’am Sûresi 56. Âyette geçen “… De ki: Sizin keyfinize uymam. Eğer uysaydım asıl o zaman sapıtmış olurdum. Ve sırâtı müstakîmde (doğru yolda) yürüyenlerden olmazdım.”
Dini, din olarak koyduğu esaslarla yaşamak görevinden hiç kimse kendisini uzak göremeyeceği gibi bu sınırları aşma hakkı da kimseye tanınamaz. Aksi halde sapıklık yolu açılmış olur. Hiç kimse ‘kafasına göre Müslüman’ olma sevdasına düşmemelidir. Şer’î şerif’in ortaya koyduğu emir ve yasaklara dikkat etmemek, hassasiyet göstermemek, kendi düşünce ve yetişme tarzını din haline getirmek bir başka ‘Feto Teröristi’ olma adımıdır. Ölçüsüzlüğün gerek ifrat (aşırılık) gerek tefrit (ihmal) şeklindeki görüntüleri ve kişinin bunları huy edinmesi her türlü sapıklık sebeplerinin kendisini abluka altına alması demektir. Şu âyet üzerinde düşünelim: “Dinlerinden ayrılanlar, dinlerini, düzenlerini, kültürlerini, medeniyetlerini, birliklerini parçalayanlar, tefrika içinde etkisiz, itibarsız yaşayanlar gibi olmayın. Hizipleşerek, gruplaşarak, ayrılık davası güderek, birbirlerine düşmanca davranan, dinî ve insanî ilişkilerini kesen bölünmüş, baskıcı, zorba, medeniyetten nasiplenmemiş, Allah’ın kitabından, sünnetten ve ümmetten ayrılan kapalı cemaatler, toplumlar haline gelmeyin. Bütün Müslümanlar, İslâm’a, Kur’ân’a, sünnete, müşterek ilkelere sarılarak Allah’ın lütfunu bekleyecekleri yerde, her hizip Kur’ân’dan, müşterek ilkelerden ayrılarak, kendi düşünceleri ve anlayışlarıyla, sahip oldukları geçici menfaatlerle övünürler, sevinirler.” (Rûm Sûresi 32. Âyet)
Peygamber Efendimiz de “…Herkesin kendi görüşünü beğendiğini gördüğün zaman sen onları bırak da kendini kurtarmaya bak!” buyurarak bizlere tedbirde usul öğretmektedir. Bu hadis-i şerif gösteriyor ki, tefrika ve peşinden gelen kendini hak bilme hastalığına düşen kişi ve toplulukların uyarılma imkanı hayli zorlaşmış olur. Bu âfetten uzak kalmaya çalışılmalıdır. Çünkü böylesi kişilerle uğraşmak, onulmaz hastalığı tedaviye çalışmaktır.
Tefrikanın temelinde yatan, grupçuluk, kendini beğenmişlik, cemaat mensuplarının kendilerini hatasız kabul etmeleri, efdaliyet (üstünlük) hastalığı, içi boşaltılmış bir dindarlığa, makbul ve sahih din anlayışına, salih amellerden uzaklaşmaya götürür.
Kendi gruplarından olmayanlara selam bile vermeyenler veya kerhen verenler, “Müslümanların Allah’a en yakın olanları selamı önce verenlerdir” hadisini unutmasınlar.
Bir kısım insanlar, iyinin, güzelin, doğrunun değil; bunlara sahip olan insanların karşısında tavır almaya düşkündürler. Halbuki mutedil, makul, meşru ve iddia taşımayan, anlama gayretlerine dayalı ilmi yorumlar daima anlayışla karşılanmalıdır. Her konuda ehliyetli, liyakatlı olmak önemlidir. Dini konularda bu husus çok daha önemlidir. Aksi halde önüne geçilemez sapıklık ve mahrumiyetlere düşülür. Güvensizlik yayılır, huzur kalkar ve tam manasıyla hercümerç (karışıklık/fitne/anarşi/terör) başlar. Doğrular kaybolur. Kişiler önem kazanıp ölçü kabul edilir hale gelir. Beğenilen kişinin her fikri kabul görür, karşı çıkan haklı da olsa dinlenmez. Böylece doğrular kaybolur. Dikkat edilecek ve unutulmayacak hakikat; ‘Hakkın kişilerle bilinemeyeceği’dir. Hak ve hakikati tanımadan ehlini/sahih dinini tanımak/öğrenmek imkânsızlaşır.
Müslümanların tamamını kucaklayan, aralarında takva ve hizmet ölçüsü dışında ölçü aramaz. Fırkayı Naciye, itikad ve amelde, kitap ve sünnette yer alan esaslara sarılan, sahabe ve tâbiinin amel ettiği hususları benimseyenlerdir. İslam kardeşliği, her çeşit yakınlık, dostluk bağlarından daha önce/önde gelir.
Yaşar Değirmenci.