Dinimiz hayat tarzımızdır!
Dünya nimetlerine kavuşan Müslümanların, refah ve konfor içinde yaşamaları, dünya ahiret dengesini kuramayışları, lüks ve israf içindeki hayat tarzlarının tabii hale getirilmesi, çağımızın hastalığıdır.
Algı/idrak değişimi kişilik ve kimliği unutturmuş, dinî aidiyetini hayat tarzına karıştırmaz, dine uyma yerine dini kendine uydurur hale gelmiş/getirilmiştir. Toplumdan uzaklaşmaları, ‘kast sistemi’ gibi bir dünya kurmaları, fakir/fukaradan uzaklaşmaları, milletin ve ümmetin dertlerini duymaz/dinlemez hale gelişlerinin farkında olmayışları da ayrı bir hicrandır.
Peygamber Efendimiz: “Hayırlınız, ahireti için dünyasını, dünyası için ahiretini terk etmeyip her ikisini birlikte yürüteninizdir. Zira dünya, ahirete ulaştırıcı bir vasıtadır” buyurur. İslam’a göre dünya ve ahiret birbirini tamamlayan iki ayrı merhaledir. İnsan hayatındaki bu iki aşamayı ilahî bir ahenge sokmak ve ince bir dengeye sahip kılmak, İslam şeriatının ana hedefidir. Kur’an-ı Kerim’de genellikle birlikte geçen “Namazı dosdoğru kılın, zekâtı verin” emirlerinin birincisi rûhânî ve ahirete ait, ikincisi maddi ve dünyaya dönüktür. Fakat her ikisi de vazgeçilmez iki ibadettir. İlk Halife Hz. Ebu Bekir’in ifadesiyle “zekatla namazın arasını ayıran, ‘Namaza evet, zekata hayır’ diyen kişiler, aynı şekilde cezaya lâyıktırlar, kendilerine harp edilmeye müstahaktırlar.”
İslam’da dünya iman ve amel (hareket), ahiret ise hesap ve adalet yurdudur. Bunun içindir ki Kur’an-ı Kerim’de çok defa dünya işlerini ahiretle ilgili hareketlerin, ahirete ait işleri de dünyaya bağlı faaliyetlerin izlediği görülür. Ahiret hesabını düşünerek meşru yollarla ailesinin geçimini temin için çalışmak, ibadet hükmündedir. Çalışma imkanları varken insanların sırtından geçinme, dilenme ve başkalarına çeşitli metotlarla yük olma, İslam hayat anlayışına göre yüzkarasıdır, cinayettir. Atalet, meskenet, pislik, duygusuzluk ve ilgisizlik, İslam dünya düzeninde olmayan kavram ve davranışlardır. Hareket, aksiyon, temizlik, hassasiyet, dikkat, şuur, olaylarla ilgilenme ve her olaya dini bir değer hükmü verme, Müslümanların hayat felsefeleridir. Çünkü İslam’a göre, ahiretteki hesapta dünyanın mal, evlat, makam gibi değerleri değil, bunların kullanılışları etkili olacaktır. Ne imansız-ibadetsiz ahlâkla, ne ahlaksız-ibadetsiz imanla, ne de içeriği boşaltılıp şekle indirgenmiş ibadetle iyiler safına dahil olabiliriz. İçi boşaltılmış bir ibadet, sahibinin sırtında bir yüktür.
Hayat tarzımızdan ‘günah mı, sevap mı? Helâl mi, haram mı? Meşru mu, gayrimeşru mu?’ soru ve cevaplarını çıkaramayız. Suudi Arabistan’ın Veliaht Prensi, ülkesinin ‘radikal düşünceleri derhal yok ederek ılımlı İslam’a’ döneceğini söylemesi, değişmeyen hastalığın ifadesinden başka bir şey değil. Bu ‘ılımlı ve radikal İslâm’ ifadelerinin kullanılması tamamen yanlış olduğu gibi, hayat tarzlarını din haline getirenlerin tutanağı olmuştur.
Kur’an-ı Kerim’e göre, dini İslâm ile hayat, birbirinden ayrı şeyler değildir. İslam’ın hareket sahası, sadece camiyle sınırlı değildir. Cami/kıble merkezli bir hayattır. Hayatı en yüksek şekliyle kuşatacak kadar geniştir. Allah, insana, tabiat, hayat, dünya ve ahiret hakkında sahih ve doğru bilgiler vererek insanın içini dışını temizler ve böylece insanı yavaş yavaş alçaktan yükseğe, süfli ve hayvani hayattan insani ve kutsal hayata çıkarır. Sıhhat, ilim, servet, iktisat, aile, ev, iş ve iş yeri, vatan, millet, ümmet, harp, sulh, devlet, hükûmet, idare… Kısaca ferdi ve sosyal hayatla ilgili hiçbir şey yoktur ki İslam orada tecelli etmesin, onunla ilgilenmesin.
Müslüman, dünya nimetlerinden hiçbirini küçük görmez. Hayat mücadelesinden yaşama azminden ve ahireti kazanma gayretinden geri kalmaz. İslam dini insanın tabiatına/fıtratına uygun bir hareket ve hayat kaynağıdır. Kuvvetini ezeli iradeden alır ve bununla beşerin tabiatını terbiye eder, harekete geçirir. İslam’ın bütün esasları hayatla ilgilidir. İyi Müslüman olmanın ölçüsü maddi zenginlik değildir. Hele ferdi planda, hiç değil. Cenab-ı Hakk, iyi kullarının hatırına kötü kullarını da umumi musibetlerden uzak tutabileceği gibi; bazı kişilerin seyyiatı sebebiyle umumi helak ve azap cezaları da verir. Ama hikmeti, yine Mutlak Adalet’e bağlıdır. Bazı hadis-i şerifler bu münasebeti pek güzel izah eder. “Ey insanlar! Sizler şu ayeti okuyor ve fakat yanlış anlıyorsunuz: (Ey iman edenler, siz kendinize bakın. Doğru yolda iseniz sapıtanlar size zarar veremez.) İçinde kötülük işlenen bir cemiyet, bu kötülükleri bertaraf edecek güçte olduğu halde seyirci kalır müdahale etmezse, Allah’ın, hepsini saran umumi bir bela göndermesi yakındır. “Ya marufu emreder ve münkerden yasaklarsınız, yahut da Allah’ın umumi bir bela göndermesi yakındır. O zaman yalvar yakar olursunuz da, duanız kabul edilmez.”
Kötülüklerle mücadelenin şartlarına göre, dereceleri ve metotları vardır. Manevi-fikri-irşadi mücadele bunlardan biridir. Kalbi tutum dahi öyledir. Bütün bunları yapamayan, (dolaylı sebeple) külli belaya müstehak olur. Kısmi musibetler (belalar-afetler), mefhumu muhalif metodunun izahıyla, mutlaka ceza olarak yorumlanamaz. Cenab-ı Hakk Hayyü Kayyum’dur, mutlak adalet ve tasarruf sahibidir; ilahi tecelliyatın her hikmetini anlayamayız. Sadece, iman esaslarına göre, bildirilen ölçülere göre, anlamaya ve tefekkür sonuçları çıkarmaya çalışırız.
Müslümanlıkta, din ve dünya ayrılığı, dünya-ahiret aykırılığı yoktur. Din ve devlet işlerinin ayrıldığını ifade eden laiklik; bizde ‘onsuz olmaz!’ denecek hale getirildi. Dini, dinin hükümlerini hayatın dışına çekme ile uğraşılıp durdu. Bu düşünce; mutlak hakimiyeti millete mal etme gayret ve dalaleti; İslam’ın görüşüne dünya-ahiret denge ve ahengine aykırıdır, İslam dışıdır. İnsanı insan yapan, İMAN’dır. Yaradılışımızın hikmeti-sebebi budur. Şuur ve irade ile iman etmek insana mahsustur.
Sekülerliğin panzehiri, sadece İslâm’dır. Batılılar, bunu fark ettikleri için, İslâm’ı tehdit ve tehlike olarak konumlandırmışlardır. İslam karşıtlığı; ruhu yok eder. Millet olma ruhunu da, ümmet olma ruhunu da, insan olma ruhunu da berhava eder.
Dünyanın sancısı, İslam’a, Kur’an’a yaklaşma ihtiyacının sancısıdır. Beşeri kültürünün her dalında meydana gelen tıkanmanın-kararmanın-soğumanın ve bundan dolayı da teknolojik oyuncaklarla idrakleri uyuşturmaya çalışmanın sebebi aynıdır.
Unutmayalım, İslâm’sız hayat olmaz. Hayat İslam’dır çünkü… (Devamı yarın İnşaallah…)
Yaşar Değirmenci.