* FANİ DUNYA FORUM HABERLER


Gönderen Konu: Milletiyle Sevinemeyenlerle Uzlaşma Olmaz  (Okunma sayısı 125 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

fanidunya

  • Ziyaretçi
Milletiyle Sevinemeyenlerle Uzlaşma Olmaz
« : Ağustos 27, 2020, 05:46:07 ÖÖ »
Milletiyle Sevinemeyenlerle Uzlaşma Olmaz
   
Milletiyle sevinemeyen ve üzülemeyen kitleyi, son yaşadığımız sevindirici olaylar bir daha gösterdi. Elbette milleti sevindiren ve milletiyle sevinebilenleri sevindiren olaylar... (Ayasofya’nın tekrar asliyetine dönmesi, doğalgazın kendi ülkemizde bulunma müjdesi, terörü kurutma mücadelesindeki başarı, kendi silahlarımızı kendimizin yapması, zalimlere ‘dur!’ diyen, mazlumların yanında duruşuyla ümmetin umudu, emperyalist devletlerin ABD’siyle, Rusya’sıyla, İsrail’i ile her türlü bize sözlü ve fiili hareketlere karşı koyan Lider Türkiye...)

Mukaddesler olmazsa değerlilik ve düşünce diye bir şey de olmaz. Manevi değer ölçüleri ve hükümleri buharlaşır. Hiçbir manevi değer hükmünü tanımayan bir insana menfaatten başka düşünecek şey kalmaz. İnsanın maddi-akli kabiliyetleri bir güçlülük silahı gibidir. Nefsin emrinde olursa daha çok şerre hizmet eder.

Ateist akılcıların tasavvurundaki insan budur. Böyle bir insanın neresi, niçin değerli olur? Fıtraten değerlidir ve akıl, bazı doğruları bulmaya yatkın biçimde yaratılmıştır. Öyledir ama biz bunu mukaddeslerimize olan bağlılığımızdan dolayı biliyoruz. Materyalist akılcı zaten bunu kabul etmez. ‘İnsan hakları’ düşüncesi, insanın mukaddeslere bağlılığından ayrılamaz. Dahası var; İnsanın mukaddesleri olmasaydı, ‘akılcılık-maddecilik’ türünden düşünceler dahi olmazdı. Medeniyet hiç olmazdı. “İnsan Hakları’nda uzlaşalım. Başka her şeyi bırakalım.” İkinci cümle birinciyi yok eder. Her şeyi bırakan; insandan da, insanın değerinden de, insanın şerefinden de, insanın sorumluluğundan da, insanın dengesinden de ve tabii ki insanın haklarından da hiçbir şey anlamaz. Uzlaşma, var olan iki şey arasından meydana gelir; kendi kendini reddettiğin zaman senin bir şeyin kalmaz ki. Kaybolur gidersin. ‘Uzlaşalım’ diyenin, önce kendi mukaddesleri, kendi dünya görüşü, kendi şahsiyeti, kendi düşünceleri olmalıdır. Onlara göre uzlaşılır ve üzerinde uzlaşılan şey de bundan dolayı ayrı bir değer kazanır, farklılaşarak gelişir. Bizde taklit var, uzlaşma yok. Batı’yla uzlaşma; Batı’yı taklittir, Batı’ya teslimiyettir. Batıcının içte istediği uzlaşma da öyledir. Seni yok sayıyor, inançlarını yok sayıyor, düşüncelerini yok sayıyor; ‘gel benim taklidimde sen de yok ol’ diyor. Reddedince de zulme başlıyor. Eriyerek, tükenerek, hiçleşerek. Zaten bu uzlaşmayı da Batı’nın kendisine verdiği rol gereği istiyor; kendisi için değil. Uzlaşmayı elbette kabul ediyoruz ve biz hazırız. Şartımız manevi-fikri şahsiyetimizin tanınmasıdır. Haklarla, statülerle, teminatlarla ve bunun yanı sıra saygıyla, dürüstlükle tanınmasıdır. Türkiye’nin önündeki asli değişim işte budur. Bunu yapmazsanız yalnızca oyun oynamış olursunuz, kendinizi kandırırsınız; sadece bize ve kendinize değil, bütün millete ve insanlığa kötülük etmenin vebalini üstlenirsiniz. Biz yozlaşmadan uzlaşmayı savunuyoruz. Akılcılar; uzlaşma adına yozlaşmayı dayatıyorsunuz. Aramızdaki fark bu.

Akılcılar! Akıl erdirebiliyor musunuz? Erdiremiyorsunuz, çünkü aklınızı nefsinizin esaretinden kurtaramıyorsunuz.

Türkiye’yi iflasın eşiğinden alıp bölgesel güç yapan; küresel güç olma yolunda hamlelerle ülkenin gücüne güç katan; girdiği her seçimden halkın desteğini alarak çıkan Başkan Erdoğan’ın milli politikaları emperyalist çevreleri rahatsız etmektedir. Bu durum artık gizli saklı bir şey değil, gün gibi açık bir gerçek. Biden’ın, Erdoğan’ı darbeyle değil ama seçimle devirmek için muhalefete açıktan destek vermeleri gerektiğini içeren beyanı ortada. Bölgede ve dünyada dengeleri değiştiren Erdoğan, emperyalizm için tehlikedir, tehdittir. Onu zayıflatacak her hareket de emperyalizmin dost göreceği destekleyeceği bir harekettir. Bunu görmek için illa Biden’ın konuşması da gerekmiyor. Kullanılan dil, seçilen kelimeler ve üslup bazen kötüyü iyi, terörü barış, zulmü merhamet gibi gösterebilir. Zalim İsrail’in 6 milyonluk nüfusu, ekonomisi ve askeri gücü değil; arkasındaki ABD ve AB emperyalizmidir. Bu emperyalizme ‘dünya beşten büyüktür’ diyerek itiraz eden tek güç Türkiye’dir. Bizimkiler de bu emperyalizm öncülerinin kuyruğu olmaya devam etmektedirler.

Muhalefet de ‘bizim muhalefet’ değil, dış güçlerin (şer ittifakın) emir eri olmaya devam eder/edecektir. Kendi düşünemeyen, kendi duyup, kendi görmeyenler; başkasının ağzıyla yiyen ve konuşanlardır. Hangi görüş veya düşünce yapısı içinde olursak olalım ‘Lider Türkiye’ olmak bizi rahatsız etmez/etmemelidir. İlim ve fikir adamlarının dediği gibi ‘Türkiye dünyanın ruhudur.’

Zulme destek olanlarla karşı çıkanlara tarih de şahitlik etmektedir, Kirâmen Kâtibin de.

Zulme karşı bütün diplomatik yolları harekete geçirmek; eliyle gücü yetmese de diliyle zulme karşı çıkmak gibi imani düstura sarılmak ne güzeldir. Ne mutlu zulme karşı çıkanlara!

Kendilerini hâlâ devletin sahibi ve milletin efendisi olarak görmeye devam ediyorlar.

Hakikati sadece kendilerine mahsus bir mal gibi sahiplenen, kendi ülkesinin liderinin dile getirdiği hakikati ise peşinen reddeden, tahammülsüz, baskıcı ve dayatmacı bir tutum sergiliyorlar. Başkasına saygılı veya anlayışlı olmayı peşinen reddeden bir tavır alıyorlar. Hayatı dindarlarla uğraşmakla geçmiş, kendini din konusunda da belirleyici zanneden ve bu vesileyle Ayasofya’nın ibadete açılmasına duyduğu öfkeyi yazıya ve söze dökenlere, Türkiye’nin kendi tarihiyle kültürüyle ve medeniyetiyle barışma sürecine alışmaları gerektiğini hatırlatırız.

Devletin sahibi millettir. (Devleti, milleti, ümmeti, mukaddesi, uğruna ölecek değerleri bu insan suretindeki başka varlıklara öğretmek gerekiyor.) En son yaşanan bir iki olayı ibretle hatırlayın yeter. Doğalgaz, iktidar partisinin değil ülkenin zenginliğidir. Millet, enerji bağımlılığımızı sona erdirecek, bu rezervin keşfi için emek sarf eden Cumhurbaşkanından gemide çalışan işçiye kadar herkese millet sevinip teşekkür edip takdirlerini; sözleriyle/halleriyle ortaya koyarken, muhalefetin üzüntüsünü nereye koyacağız? Her yapılanda kusur arayan, Türkiye’nin her türlü nimetinden istifade eden malum zihniyetler; kimi zaman dış mihrakların kalem tutan eli, kimi zaman da söz söyleyen ağızları olmuşlar, bu millete aidiyet hüviyetini kazanamamışlar, milli ve yerli duruş gösterememişlerdir. Milletin arzularının tahakkuk etmesine kendisini demokrat ilan edenler de karşı çıkmaktadırlar. Artık bu zümrenin halkı aşağılamak yerine kendi demokratlıklarını gözden geçirmeleri gerekir. Zira artık söz de karar da milletindir.

Millet söz sahibi oldukça bu güruhun milletten ne kadar uzak oldukları da açığa çıkmaktadır. Sabır ve şükür imtihanı devam ediyor. Ne mutlu bu imtihanı kazanacak amel işleyenlere...

Yaşar Değirmenci.