Durun Kalabalıklar
Toplumsal travma hali yaygınlaşıyor. Şiddetin herkesi boğmaya başlaması hali. Bu, ölümün, kanın, kan dökmenin sıradanlaşmasının neticesidir. Coğrafyada cinayetin sıradan bir iş olmaktan çıkması lazım. Toplumsal travmayı atlatmak zor olsa da bugünden başlayalım ruhlarımızın tamirine. “Mahrem” diye bir şey kalmadı. Kötü örnek teşkil eden tavırlar hayatın günlük akışı içinde her tarafa vıcık-vıcık yayılmış durumda. Bütün bunların arasında; Sen diyeceksin ki, ‘Oku, düşün, inceliklerin derinliklerin duyarlı ve sorumlu insanı ol.’ Zihin işgali altındaki insanımız dinlemez bile. Bilim-teknik ilerler, insan hatırlanmaz ise sevgisiz, saygısız, şefkatsiz, merhametsiz bir toplumun üyesi olarak hak-hukuk gözetilmeden, ehliyetsiz-liyakatsız adamların elinde yaşamaya devam ederiz.
Tabi bu yaşadığımıza hayat denirse! Kim dinleyecek? Bütün bunlar sonuçtur, sebep değil. Sancın olacak, sızın olacak, çilen-ızdırabın olacak. Fedakârlığın, diğergâmlığın, basiretin, ferasetin, uykusuz gecelerin, yürek sızın, gözyaşın, duan olacak. Başı dara düşenin aradığı adam olacak. İnsanımızın üzüntüsünü, sıkıntısını, sevincini paylaştığı olacak. Derdi, sancısı, sızısı olan, derdini seven adam olacak. Bu beklenti ve umut sönmeyecek. Yaşanacak ve yaşatılacak.
“Zamana uyma” propagandaları yanında, Müslümanları İslam dışı hayat tarzına zorlayıcı sosyo-ekonomik kurumların bol miktarda kurulmuş ve kurulmakta olduğu gerçeği, bu konudaki tehlikenin büyüklüğünü en açık ve en acı şekliyle gözler önüne sermektedir.
Müslümanın Müslümanca yaşamakta kesin kararlı olması ve inançlarının kurtarıcılığına inanmasıdır. Müslüman, bu çalışmasını ikmal edemese bile, yapabildiği kadarıyla yapmalı, fakat asla bu şuur ve gayretten uzak kalmamalı. Hayatın gayesi, tek kelimeyle “Allah’a kulluk”tur. Kulluk ise hayatı, Allah’ın emirlerine uydurmak demektir. “Dünya sevgisi” ve “ölüm korkusu” gibi, İslam’ın dünya-ahiret dengesinin iki azılı düşmanına dikkat etmek şahsiyetli mü’min olmanın gereği.
İmanın mü’mine yüklediği yüke (sorumluluğa) rağmen mü’min, kötülüklerin yayılmasına karşı tepkisiz kalamaz. Allah katında önemli olmayan bahanelerin arkasına sığınamaz.
Şartları, siyasi menfaatleri, kişisel ihtirasları, menfaatlerini kollama gibi gerçeklerle Allah’a isyanın yayılmasına karşı sessiz kalamaz; hatta isyanın yayılmasına imanın gerilemesine karşı aktif görev sorumluluğunu “din görevlileri” adı altında resmi vasıflı bir kitleye de terk edemez mü’min. İman bir nimetse her mü’min o nimetin külfetine katlanmak zorunda olduğunu bilmelidir. Ahlaksız ve manasız “Cinnet uygarlığı”nın krizden krize sürüklediği insanlığın bu krizden kurtarılması, teknolojinin, paranın, şanın, şöhretin, şehvetin insanlığın dengesini bozduğu asrımızda yerinden koparılan değerlerin yerine konulması şarttır.
Ailelerin dağılmaya yüz tuttuğu, içkinin, kumarın, fuhşun alabildiğine yayıldığı bir devirde “Durun kalabalıklar!” diye haykıracak? İnsanlara ihtiyacımız var. “Tuz koktu” dedirten bir dünya, zeminin kaydığı bir dünya. Her şeyin hercümerc içinde olduğu bir dünya. Kadının teşhir metaı olarak görüldüğü bir dünya. Dünya imtihanını kazandıracak ‘salih ameller’ işleyerek ahiret yolculuğumuzun hazırlığı içinde yaşadığımızı unutmayalım. Her şeyden kaçan bir toplum haline geldik. Şayet “Kendin için istediğini başkası için de iste, kendin için istemediğini başkası için de isteme” şeklindeki ahlaki esas yaşanmaya başlasa, sadece bu haslet kazanılsa, hayata yansısa sistematik tersliklerin hepsi aşılır.
Ama şüphesiz ki herhangi bir hasletin topluma yayılması, kazanılması, elverişsiz ortamda mümkün olmaz. Ne var ki, aradaki münasebetin böyle olacağını bilmek ve görmek, manevi-fikri yapısı güçlü insanlarla neler yapılabileceğini anlamaya ve anlatmaya yarar. İnanan insan, inanarak düşünen insan, başka amaçlar için konulmuş vasıtaları ve malzemeleri, kendi amacı için kullanmayı başarır. Nerede olursa olsun o imkân ve şartları “hizmet yolu”nda kullanır. Yeter ki, nefsî düşünerek, kendine göre hesaplar yaparak mesuliyet ve mükellefiyetlerini unutup gaflete düşerek, kendini akıntıya bırakma rehavetine kapılmasın. Dünyevîleşme, bir hayat tarzını da beraberinde getirir. Size nasıl yaşayacağınızı, nasıl harcayacağınızı da telkin eder. İhtiyaçlarınızı siz değil; onlar belirler.
Sizin de onlar nezdindeki durumunuz “tüketici” olmaktan başka bir şey değildir.
Zaafımız derindir, esasen imtihanımızın mal ile (maddi cazibeyle) olacağı da malumdur. O zaman da bizi şaşırtan maddenin cazibesi, bugün fevkalade mücehhez hale gelmiştir. O zaman ki; halka intikal etmemiş bir heveskârlık bir kısmi sirayet olayıydı. Bugün, çarkların içindeyiz. Çıkamadığımız, kıramadığımız çarkların. Şu maddeyi yenmek o kadar zor değil aslında. Hem sahip olmayı bileceksin, hem kullanmayı. Bugün Müslümanlar maddeyi yenecek güçtedir. Fakat o işi başarabilmenin ruhi, fikri kıvamından mahrumdurlar. Sistem meselesi ayrıdır, önce bu meseleyi halletmeliyiz. Bu mesele halledilmezse, fikri gayretler havada kalır, hayata intikal etmez. Hakikatin bütünlüğü, aynı kalpte, aynı ruhta yaşanmalıdır. İmkâna ulaşan gaflete düşerse, çile imkânsızlığın dostu olursa, herkes ve her şey yarım kalır. Ortaya bir yalnızlar kalabalığı çıkar. Kalabalıklar içinde yalnızlık! Kapitalizm, içten içe çürütme seansına devam eder. Tıpkı uyuşturucu müptelaları gibi. Çağın bugünkü noktasındaki ikilem şudur: Ya siz maddeyi yeneceksiniz, ya madde sizi! Maddeyi yenemezseniz, öylesine yenilirsiniz ki: ibadet sıhhatinden bile mahrum kalırsınız. Böyle bir imtihan karşısındayız. Bunu kavrayamazsak, hiçbir fikri meselenin üstesinden gelemeyiz.
Secde sıcaklığını duymayan insanın üşümesini ne önleyebilir? İnanç ve ahlak buhranına maruz kalan “kalbî buzlanma”yı “iman-amel güneşi”nden başka ne eritebilir? Mevsimleri, mevsimler içinde geçen olayları, değişim ve gelişmeleri, kendi bünyemiz içinde düşünebiliyor muyuz? Meselâ imanımız çiçek açıyor, meyve veriyor mu? Bahar mevsimini mi yaşıyor, yoksa farkında olmadan kuruyup dökülüyor, sararıp soluyor mu? Daha düne kadar “yeryüzü mescid” diye inanılırken bugün “yeryüzü Pazar” oldu. Gördüğümüz hınca hınç kalabalıklar, yan yana yürüyen bir “yalnızlar ordusu”nu hatırlatıyor. Kalabalıklar içinde yalnızlıktan kurtulmaya ne dersiniz? Evet, her insanın hesaba çekileceği bir gün vardır.
Bugün, yarın. Bugünkü hesaplara da hazır olmak lazım, yarınlardakine de. Bir Allah dostu: ‘Ne mutlu yüz akı ile ahirete gidebilene...’ Söz bu. Yüz akı ile son noktayı koyabilmek.
Rabbim! Hepimizi nefsin elinde oyuncak olmaktan muhafaza buyursun.
Yaşar Değirmenci.