Düşünce Notlarım/Çarpıklıklar Her Yanda
İbret almayan, ders çıkarmayan, iradesini iyi/faydalı/güzel salih amellerde değil; zararlı/haram/şerli amellerde kullanan insanlarla aynı toplumda beraber yaşamak çok zor bir imtihandan geçtiğimizi gösteriyor. Tam bir hercümerç içindeyiz.
Öyle bir hal ki İslâm’ı hayata sokmama hastalığı. İmanlı olanlarda da bu hastalık var. ‘O başka bu başka’ çok duyduğumuz sözlerden. (Namazın yeri ayrı, yalanın dolanın yeri ayrı gibi.) Tabii ki her Müslümanın uygun bir usul ve üslupla da ‘emri bil maruf, nehyi anil münker’i yapması gerekiyor. İslâm’ı insanla buluşturma vazifesinin ifası!
Kendi düşüncesini din haline getiren dinsiz Kur’an-ı Kerim’de Nur sûresinde geçen ‘tesettür’ emrini ‘siyasi simge’ olarak ifade eden ‘irticai faaliyetlerin, şeriat isteyenlerin üniforması’ olarak gören bir kişi bu ülkede (hem de kültür Bakanlığı) yapmışsa; ‘Noel bu coğrafyanın kadim bayramı’ diyerek hangi ülkede olduğunu bile bilmediğini ispatlamış bir belediye başkanını nereye koymak/göndermek lâzım. ‘Evet, bu ve benzerlerinin cenaze namazları kılınmaz’ diyorum. İnanmayanların böyle bir derdinin olmamasını anlıyorum, bu bize dokunmuyor. Ama acı olan; bazı Müslümanların da hayatlarına İslâm’ı sokmamaları. Sizin namazınızı Diyanetin imamları kıldırır mı bilmem? Ama bir Müslüman olarak sizin cenaze namazınızı ‘laik devlet memuru’ kıldırabilir ama ‘Allah’ın memuru’ kıldıramaz! Demokrasi diyorsanız, laiklik diyorsanız, gazeteniz paçavra da ‘Ayasofya’nın cami hüviyetine geri döndürülmesi’ni felaket olarak yorumluyorsa ve sizin Şeriat’ınız da buysa ‘Canınız cehenneme…’ Bunların yanında olan, paçavraya gidip röportaj veren, manşetlere çıkan, Belediye Başkanını seçtirten, katliamın, zalimin, vatanı, milleti bölmenin cezası olarak hapisteki teröriste özgürlük isteyip sömürgecilerin hukuk katliamını yapanların kararına uyulmamızın şart olduğunu söyleyebilen dindar, muhafazakâr geçinenlere, parti, patırtı kuranlara ne demeli? Utanılacak yüzleri kalmamış (köseleye dönmüş, tükürsen ‘yağmur yağıyor’ diyecek hale düşmüş olanlara) 28 Şubat Zulmünü kaldıran, 17-25 Aralık iç ve dış şer güçlerin planlarını bozan, 15 Temmuz Destanı’nı yazan/yazdıranlara (şehidi, gazisi, lideri, milleti, devleti) nefret kusanlara ne yapılabilir ki…
Hangi biriyle uğraşalım? Müslümanlara karşı şu özellikleri taşıyamayanların kalbine ancak Allah hükmeder. O hidayet verir. ‘Faydalı olamıyorsan, zarar verme! Sevindirmezsen üzme! İyilikleri hâkim kılmayı ve kötülükleri ortadan kaldırmayı her Müslümanın görevi bil! Allah için sev, Allah için buğz et!’ Bu güruha sadece şu âyet meallerini hatırlatmak yetmez mi?
Hassasiyet, duygu ve düşünceler içindeyken okuduğum birkaç âyetin meali:
“Mü’minleri bırakıp da kâfirleri veli edinenler, şeref ve itibarı onların yanında mı arıyorlar? İyi bilin ki şeref ve itibar bütünüyle Allah’a aittir.” (4/139)
“Allah’ın sana gösterdiğini, öğrettiğini esas alıp, insanlar arasında idareci, hâkim ve hakem olarak, icraat yapasın diye sana kitabı, Kur’ân’ı gerekçeli, hikmete dayalı olarak, toplumda hakça düzeni gerçekleştirmen için indirdik. Hâinlerin, haksızların (destekleyicisi ve) savunucusu, taraftarı olma!” (4/105)
“Ey Rabbimiz, bizi doğru yola ilettikten sonra, akıllarımızı, gönüllerimizi haktan ayırma. Bize kendi katından rahmet ihsan eyle. Şüphesiz Sen, bol ihsan sahibi Sensin” (3/8)
Ve Peygamberimizin en çok yaptığı dua:
“Ey kalpleri halden hale çeviren Allah! Benim kalbimi dininden ayırma!”
Not ettiğim bir hadis: “Öyle bir zaman gelecek ki doğru söyleyenler yalanlanacak, yalancılar ise doğrulanacak. Güvenilir kimseler hâin sayılacak, hâinlere güvenilecek.” Doğruluk, bütün peygamberlerin ahlakî özelliğidir. Henüz peygamber olmazdan önce halkı tarafından “Muhammedü’l-Emin” olarak isimlendirilen Peygamberimiz; güvenilirliği, doğruluğu, dürüstlüğü ile sadece kendi ümmetine değil, bütün insanlığa da örnek olmuştur. Bizler de ona layık bir ümmet olmak için, sosyal hayatımızda ahlâk ve yaşantımızla topluma örnek şahsiyetler olmalıyız. Peygamberimiz : “…Rabbim! Girilecek yere doğrulukla girmemi, çıkılacak yerden de doğrulukla çıkmamı sağla, bana tarafından yardımcı bir güç ver!” (17/80) diye dua etmiştir. Süleyman aleyhisselamın oğluna nasihati de başka bir ders:
Dâvud (a.s.) oğlu Süleyman (a.s.) oğluna sordu: “…Allah’tan kork. Çünkü Allah korkusu her şeye galiptir, her şeyin üstündedir. Ey oğlum, hidayete erip doğru yolu bulduktan sonra dalâlete düşmek ne çirkin ve kötü şeydir. Bundan daha kötü olan ise ibadete devam eden bir âbidin Rabbine ibadeti terk etmesidir. Gündüz malını satmak için yemin edip gece rahat uyuyan tüccarın nasıl kurtulacağına şaşarım. Ey oğlum, nemîmeden (laf taşımaktan) sakın. Çünkü o, kılıcın keskin ağzı gibidir.” İmâm Gazâli, İhyâu Ulûmi’d-dîn Kitabından bir notum: Sabır ile şükrün bir yerde birleşmesi. Sabır ile şükür zıddır. Nasıl bir araya gelirler? Çünkü sabır üzüntüye, şükür de sevinmeye karşı olur? Bir şey bir yönden üzüntü, bir yönden de sevinme vesilesi olur. Bu bakımdan sabır üzüntü cihetinden, şükür de sevgi cihetinden gelir. Fakirlik, hastalık, korku ve dünya belasında bazı şeyler vardır ki akıllı bir kimse onlarla sevinmeli ve onlara karşı şükretmelidir.
Birincisi: Her musibet ve hastalığın, daha büyük olması düşünülebilir; zira Allah Teâlâ’nın kudreti dahilinde olanların sonu yoktur. Eğer Allah o musibeti kat kat verseydi kim onu reddeder, önüne perde olurdu? O halde kendisine daha büyüğü verilmediği için şükretmelidir. İkincisi: Musibetin dininde olması mümkündü. Bir kişi Sehl Tüsterî’ye şöyle dedi: “Hırsız evime girip eşyamı götürdü.” Sehl, “Allah’a şükret.” dedi. “Eğer şeytan kalbine girip tevhidi ifsad etseydi ne yapardın!” Bu sebeple İsa (a.s) duasında istiâze ederek şöyle demiştir: “Ey Allah’ım! Benim musibetimi dinimde kılma!”