* FANİ DUNYA FORUM HABERLER


Gönderen Konu: Kandil Sonrası Duygularım Düşüncelerim  (Okunma sayısı 92 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimiçi fanidunya NET

  • Administrator
  • *****
  • İleti: 7241
Kandil Sonrası Duygularım Düşüncelerim
« : Şubat 04, 2022, 09:46:39 ÖÖ »
Kandil Sonrası Duygularım Düşüncelerim

Cenab-ı Hakk’a sonsuz hamd-ü senalar olsun. Bize iman ve İslam nimetini verdiği için. Bize; Hz. Muhammed aleyhisselamı, Kur’an-ı Kerim’i gönderdiği için hamd-ü senalar olsun. Bize; nimete erdiklerinin yolunu nasib eylediği için, Yüce Rabbimize hamd-ü senalar olsun.

Kandil sonrası öncelikle yapmamız gereken şey, nefis muhasebesidir. Yani kendimizi hesaba çekmektir. Her şeyin para ile ölçüldüğü, insanlar ve toplumlar arası ilişkilerin bozulduğu, huzurun yerine kargaşanın hâkim olduğu bir dünyada; insanın ruhunu derin acılardan koruyabilmek için, nefis muhasebesine her zamankinden daha çok ihtiyacımız vardır. Dinimizin ısrarla bize tavsiye ettiği bu nefis muhasebesi ihmal edilirse, insanın varlığı anlamını kaybeder.

Bunun toplumdaki yansıması da; arsızlık, hayâsızlık, ahlaksızlık, haksızlık, hırsızlık, yolsuzluk, kin ve intikam duygularının yaygınlaşması, merhametsizlik ve sevgisizlik biçiminde ortaya çıkar. Nefsiyle muhasebesini hakkıyla yapanlarda ve iç dünyasına yönelenlerde görülen ilk değişim ise; bütün kötülükleri terk edip insanlığın sıkıntı ve ıstıraplarını yüreklerinde hissetmeleridir. Dinimizin hayat tarzımız olduğunu gösterelim.

İbadetleri belli günlere tahsis etmeyelim. Her günümüz dinimizin yaşandığı yaşatıldığı günler olsun. Sadece bir ayet veya bir hadisle amel edilse toplumun huzur bulacağını unutmayalım. Bazı hadis-i şeriflerin ışığında düşünelim.

 “Kim bir Müslüman’ın dünya sıkıntılarından bir sıkıntıyı giderirse, Allah da onun kıyamet günündeki sıkıntılarından birini giderir. Kim darda kalan bir kimsenin işini kolaylaştırırsa, Allah da dünya ve âhirette onun işlerini kolaylaştırır. Kim bir Müslüman’ın ayıbını örterse, Allah da dünya ve âhirette onun ayıplarını örter. Kul, kardeşinin yardımında olduğu sürece, Allah da onun yardımcısı olur.”

Sistematik bir dejenerasyonla karşı karşıya olunca Peygamberimizin yaşadığı şu olayı günümüzle irtibat kurarak düşünelim. Medine yılları…

Şiddetli kıtlık ve pahalılığın Müslümanları etkilediği günler. Sıkıntıların insanları sarstığı o süreçte günler geçmesine rağmen ticaret kervanlarının da hâlâ Medine’ye gelmediği bir dönem. İşte bu zor günlerden bir gün Mescidi Nebevi’de Cuma namazı için ashabı ile birlikte ayakta hutbe okumak ile meşgul. Tam o sırada bir ticaret kervanı Medine’ye ulaşıyor. Kervanın Medine’ye girişi develerin boynundaki çıngırak sesinden ve karşılayanların def ve çalgı sesinden anlaşılıyor. Günlerdir yoklukla sarsılan bu insanlar kervana doğru harekete geçiyorlar.

Öyle ki, Cuma namazı için mescitte bulunanlar da kervanın geldiği tarafa yönelip, sıkıntılarını sonlandırmak istiyorlar. Hutbe okumakta olan Rasulullah’ın yanında sadece 12 kişiden başka kimse kalmıyor. Ve şu ayet nazil oluyor: “Onlar bir ticaret ve eğlenti gördükleri zaman, seni ayakta terk ederek oraya yöneldiler. De ki: Allah’ın katında olan, eğlentiden ve ticaretten daha hayırlıdır ve Allah rızık verenlerin en hayırlısıdır.” (62 Cuma,11) Bunun üzerine Rasululllah buyurdu:

‘’Nefsim kudret elinde bulunan Allah’a yemin ederim ki, sizden bir kişi kalmayacak derecede hepiniz terk edip gitmiş olsaydınız, vadide üzerinize ateş akardı.’’

İşte insanoğlunun dünya sıkıntıları ile sınavı. Rasulullah’ın dizinin dibindeki ashabı nasıl etkilemiş? Peygamberimizi ayakta bırakıp kervana doğru gidenler, geçim kaygısı ile çözülenler. Allah’ın kitabına konu olan bu durum acaba bugün bize nasıl bir mesaj veriyor? Uhud savaşında da okçular tepesine yerleştirilen askerlerini Peygamberimiz tembihlememiş miydi? “Yırtıcı kuşların cesetlerimizi parçaladığını görseniz bile benden ikinci bir emir gelmeden bu tepeyi terk etmeyeceksiniz.” Bu nebevi uyarıya rağmen savaşın başında gelen galibiyet ve ganimet görüntüsü nöbetteki okçuların ayaklarını kaydırdı. Mevziiyi terk edip ganimete meylettiler. Savaşın seyri değiştiği için fatura ağır oldu. Ganimeti göreve tercih edenler, sorumluluk alanını terk edenleri düşünerek bugüne bakalım.

Bu terk edişler sadece son ümmetin sınavı değil, insanlık tarihine baktığımızda bütün sınavların en çetin sınavı. Bugün de benzer imtihanlarla başbaşa değil miyiz?

Her kandil günleri bize bunları hatırlatıp kendimize çeki-düzen verdirtmeli, ‘imtihan dünyası’nda olduğumuzu unutturmamalıydı.

Şimdi bu yaşanan örnekler üzerinden kendi terklerimizi ve tembelliklerimizi sorgulamak gerekmiyor mu? ‘Terki de terk’ etmeliyiz. Hayat boşluk kabul etmiyor. Fetret günlerinde miyiz yoksa gaflet mi üstümüze çöktü? Bize sirayet eden ataleti, nefsimizin arzu ve isteklerine kulluktan ne zaman, nasıl kurtulacağız? Özgürlüğün “Allah’a kulluk” ile başladığını hiç unutmayacağız. Dünya metaına, hayatın hız ve hazlarına meylettikçe zihnen, ruhen, kalben birbirimizden koptuk, değerlerimize uzak düştük. Yalnızlaşlaşıp yabancılaştık. İyiliği gereğince emredip kötülüğü yeterince engelleyemeyip (emir bil maruf nehyi anil münker) yapmayınca dualarımız da kabul olmaz hale geldi. Egoizm, nemelazımcılık hayatımıza hakim oldu.

Fedakârlık, cömertlik, digergâmlık sözlükten bakılan kelimeler oldu. Kur’an’la temasımızı gözden geçirmek mecburiyetindeyiz. Rasulullah vahyin iniş sürecinde yaşadığı fetret döneminden dolayı tedirgindi. Yoksa Rabbim beni terk mi etti? Rabbimiz Peygamberini şu ayetle teselli ediyordu. “Rabbin seni bırakmadı, terk etmedi, sana darılmadı da.’’ (Duha,3) Yeter ki Allah bizi terk etmesin, gerisi ne gam! Biz Allah’ı terk etmezsek, Allah bizi terk etmez. Haram-helal hassasiyetimizi kaybediyoruz.

Uğrunda eylem yapılan, bedeller ödenen tesettür anlayışımız neredeyse yerle bir oldu. Sınırlarını Kur’an ve sünnetin çizdiği değil, moda defilelerinin, markalarının, sosyal medyanın belirlediği bir tesettür anlayışına geçiş yaptık.

Maalesef dünyevileşme çarkı en çok bizim mahalleyi öğütüyor, Hiç tahmin edemeyeceğimiz kardeşlerimizin, faize, harama, kul hakkına, yetim hakkına bulaştığına şahit oluyoruz. Yıllarca omuz omuza mücadele ettiğimiz kardeşlerimizin bürokrasinin çarkları, siyasetin kulisleri, ticaretin acımasızlığı, hayatın akışı içinde eriyip gittiğini görüyoruz. Şu salgın döneminin sıkıntılı, zor günlerini sevaplı, salih ameller işlediğimiz Allah’ın razı günlere çevirelim. Şu hadis-i şerifle de amel edelim.

Peygamber Efendimiz buyuruyor ki:

“İki kişinin arasını düzeltmek sadakadır. Güler yüzle insanlara selâm vermek sadakadır.

İnsanlara kötülük yapmaktan kaçınmak sadakadır. Ağır duyana söz işittirmek için gayret etmek sadakadır. Müslüman’ın öğrendiği ilmi başkasına öğretmesi sadakadır. Dili muhafaza etmek (gıybet, yalan, iftira, boş sözden korunmak) sadakadır. Bir sadakaya aracılık etmek sadakadır. Sadaka vermekte acele ediniz. Çünkü belâ ve musibetler, sadakanın önüne geçemez. Bir sadaka yetmiş çeşit kötülüğü önler. Güne başlarken sadaka vermek felaketleri giderir.” Parmakla gösterilecek Müslümanlara ihtiyacımız var. Bugün şehrin sokaklarında, üniversitelerimizin kampüslerinde, fabrikalarımızın koridorlarında, devlet dairelerimizde, okullarımızda, adalet saraylarımızda ve hatta bakanlıklarımızda ve meclisimizde yürüdüğü zaman her kesimden insanın parmakla gösterip, hayranlıkla bakabileceği, örnek alacağı, etkileneceği, Müslüman şahsiyetlere ihtiyacımız var.

Gördüğümüzde ahireti hatırlayabileceğimiz Müslümanlara ihtiyacımız var. Bakınca Allah’ı ve ahireti hatırlayabileceğimiz, konuşunca ilmimizi arttırabileceğimiz, ibadet bilinciyle, ahlakıyla, sabrı ve samimiyetiyle, eminliğiyle örnek alabileceğimiz Müslüman şahsiyetlere ihtiyacımız var. Önce, Resûlullah’ın hayatını, gücümüz nisbetinde iyi bilmeliyiz. Bu okumalar, öğrenmeler okuduklarımızı, öğrendiklerimizi yaşamalar, yaşatmalar hem tahammülü ayarlar, hem de huzurlu bir hayat yaşamamızı kolaylaştırır. Onları düşünelim. Bugün yaşıyor olsalardı ne yapacaklarını düşünelim. Bunaldığın meseleyi, yaşasalardı ‘nasıl çözerlerdi?’yi düşünelim.? Okumalar yapsak Peygamber Efendimizin hayatından. Her hal ve şartta dinimizi nasıl yaşamış, nasıl öğretmiş, nasıl tebliğ, telkin ve irşadda bulunmuş aile reisi olarak, tâcir olarak, komutan olarak, devlet reisi olarak, arkadaş yoldaş, komşu olarak, kul ve insan olarak hülasa okumaya başlayalım. Peygamberimizin yaşayışı kimlere, nelere cevap teşkil etmiyor ki?

Ramazan-ı Şerif’in rahmet ve bereket rüzgârlarını/esintilerini/aydınlıklarını öyle bekliyoruz.

Yaşar Değirmenci.