* FANİ DUNYA FORUM HABERLER


Gönderen Konu: Ekonomi her şey değildir!  (Okunma sayısı 425 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

fanidunya

  • Ziyaretçi
Ekonomi her şey değildir!
« : Temmuz 29, 2018, 09:36:19 ÖÖ »
Ekonomi her şey değildir!

Ekonomi her şey değildir.  Her şeyi ekonomiden ibaret görmek, materyalizmdir. Bu yanlış ne adına yapılırsa yapılsın, hangi ideolojinin hangi terminolojinin kavramlarıyla maskelenirse maskelensin, materyalizmdir.

   Bir hatamız oldu; İnsan’ı unuttuk. Ekonominin insan için olduğunu unuttuk. Ne zaman anladılar insan’ın unutulduğunu? Başımıza gelen musibetler unutulanları, hatırlattığı zaman! Bilgisayar internet çığırtkanları, insanları, düşünceye yer vermeyen deneyler ve gözlemler yapmaya doğru itiyor. İlim adamları Hakikat’in yerine teknik başarıyı koydular. Fikrî gelişme durmuştur ve çöküş yolundadır.

“Sana yapılmasını istemediğini, başkasına yapma” ölçüsünün dışına çıkılması, ayıplanma endişesinin kaale alınmaması; buna karşılık pervasızlığa sınırsız serbesti ve hürriyet tanınması demektir! Bu kirlenişten, sürü haline gelmekten kurtulmak için kişi ve toplumların önce kirliliğin farkına ve idrakine varması, sonra da kimlik ve kişilik sahibi olması gerekir. Kendi kültür dilimizle söylersek “şahsiyetli olmak”. Bu da ancak, değişirken “biz” kalarak değişmekle mümkün olabilir. Pergelin sabit ucu yoksa çizilen şekiller neye yarar.

Bizler de mutlaka sabitelerimizle değişkenlerimizi iyi bilmek mecburiyetindeyiz.

   Kimlik değiştirmek gömlek değiştirmeye benzemiyor. Daha doğrusu kimlik değiştirilemiyor, sadece “kimliksiz” kalınabiliyor. Sadece ‘kimliksiz’ mi?

Aynı zamanda kişiliksiz, omurgasız, koordinatsız, yelkensiz, pusulasız, haritasız. Peygamberlerin bile belki de gönderilme sebeplerinden biri; hidayet üzere müstakim, “şahsiyetli bir toplum” oluşturmak! “Nuh”undan haberi olan bir toplum. Nuh’undan ve Tufan’dan haberi olan. O tufan her an kopmaya hazır. Bir milletin tufanı kimliksiz kaldığında, bir bireyin tufanı kimliksiz-kişiliksiz kaldığında kopar. “Ey kavmim!” diyordu Musa peygamber, “Siz kendinize kötülük ettiniz.” “Ey kavmim!” diyordu İbrahim peygamber, “Siz size yakışanı yapın, ben de bana yakışanı yapacağım!” “Ey kavmim!” diyordu Şuayb peygamber, “Yalnız Allah’a kul olun, (kula kul olmayın, eşyaya kul olmayın)!” “Ey kavmim!” diyordu Salih peygamber, “İyilik dururken neden kötülükte acele edip yarışıyorsunuz?” “Ey kavmim!” diyordu Nuh peygamber, “Sizin başınıza dehşetle imdat dileyeceğiniz (ama kimsenin yardım edemeyeceği) bir felaketin gelmesinden korkuyorum!” Sizin bir kimlik, kişilik tasavvurunuz var mı? Sırf Müslüman çocuklarına çok kültürlü ortamda bir kimlik kazandırmak için “Çocuklarınızın saçını Yahudi çocukları gibi tıraş ettirmeyiniz” diyen Peygamberimizin hassasiyetinden bir hassasiyetimiz var mı? “Kim bir topluma benzeme çabasına girerse, o onlardan olur” diyen Peygamberimizin şu buyruğu bizler için ne ifade ediyor? Hepsinden öte sizin bir “siz”iniz var mı? Yani “siz” var mısınız, siz “kim”siniz? Yoksa yok mu? Tufana bir nevi bir katkı da benden olsun, kabilinden… Etrafındaki ruhu kokuşmuşlara aldırmadan karada gemi yapmayı sürdürenleri, “Sen hâlâ oralarda mısın?” laflarıyla dalgaya alarak kendi tufanınıza doğru yol alabilirsiniz. Nuh’un asi oğlu Kenan gibi düşünüp, “vadileri su basarsa, dağlara sığınırım” diye teselli olabilirsiniz. “Ey hayat süren leşler sizi kim diriltecek?” diye soran şaire cevap vermek zorunda değilsiniz. Dahası, “Ey insanoğlu! Sana böylesine cömert olan Rabbine karşı seni böylesine küstah ve mağrur kılan ne?”

Vasıtalarla gayeler arasındaki bağı, (ölçülere göre) İNSAN kurar-işletir-yaşatır. İnsanı atlarsanız, izahlar konusuz kalır. Sevgi de neticedir; hürmet de, huzur da, refah da, saadet de. Bunları istiyorsunuz, ama bu neticeleri doğuracak olan sebeplere karşısınız! Sevgisizlik de netice’dir; huzursuzluk da, mutsuzluk da. Bunları istemiyorsunuz ama bu neticeleri doğurmakta olan sebeplere (temelde) taraftarsınız! Belki de hayatımızın gayesini unutmanın cezasını çekiyoruz. Gayeyi unutmanın cezası, vasıtaya mahkûm edilmektir. Vasıta mesabesinde olması gereken ekonomiye mahkûmiyetin cezası da bu olsa gerek.

İslâm’ın Temel prensipleri hayatımıza yansımalı! 

    Müslümanın paraya ve mala (kısacası “maddi değer”e) bakışı şu olmalıdır: İhtiyacı olduğu kadarını kendi için harcamak; kalanını usûlüne ve icaplarına göre, inançları istikametinde, sosyal meselelerin çözümünde kullanmak. Bu ayetlerle sabit olan, hadislerle de tafsil edilen bir temel prensiptir. Bir ayet değil, birçok ayet var; bütün infak ayetlerinin ruhu budur. Hükmü İlahî neydi? Şuydu: “… Mallar, zenginler arasında dolaşan bir servet olmasın.” (59/7) Öyle olursa ne olur? Servet, urlaşır. Yani: Kanser hücreleri gibi, diğer hücreleri yiyen zararlı şişkinlikler meydana gelir. Nimet, musibet hâline dönüşür! 

Yıllar süren acımasız boykot sırasında bile hiçbir mazlum müslüman zalim boykotçular önünde zillete düşmedi. Onlar, bu hak-hukuk tanımaz zalim güruha karşı mazlumiyeti bir zırh gibi kuşandılar. Toplumdaki insaflı ve vicdanlı insanların bu insanlık dışı boykotu uygulayanları vicdanlarında mahkûm etmesini beklediler. Sabrettiler, sabır direniş demekti. Alçalmaya, küçülmeye, zillete karşı direndiler ve kazananlar direnenler oldu.

  Belki aç kaldılar, tatlı kârları ellerinden gitti, işleri bozuldu, fakat inançlarından ve şereflerinden taviz vermediler. Bu boykot, onlara hak-bâtıl mücadelesinin tabiatını bir kez daha gösterdi. İnancın bedelini ödemeyi öğretti. Bu sayede, kendilerine vaat edilen Bizans ve İran İmparatorluklarının hazinelerine kavuştular. Ve Kur’an’ın hatırlattığı gerçeği hiç akıllarından çıkarmadılar: “Kendi sistemlerine tabi oluncaya kadar sizden asla razı olmayacaklar.” Size kim, “Allah Rasulü’nü örnek alın!” , “Onu çağınıza taşıyın!”, “Onun ahlâkıyla ahlâklanın onu yerde bırakmayın!” diyorsa, onu dinleyin, ona uyun!

Ekonomiyi insana tâbi kılın! Ekonomi insan için, insan ekonomi için değil. Maddeye mağlup olanın hiçbir kazancı hayır getirmez. İnsanı insan yapan da, İMAN’dır. Yaradılışımızın hikmeti-sebebi budur.

Yaşar Değirmenci.