* FANİ DUNYA FORUM HABERLER


Gönderen Konu: AYETLERİ DÜŞÜNEREK OKUYUP AMEL EDELİM  (Okunma sayısı 332 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

fanidunya

  • Ziyaretçi
AYETLERİ DÜŞÜNEREK OKUYUP AMEL EDELİM
« : Temmuz 01, 2018, 12:28:38 ÖS »
AYETLERİ DÜŞÜNEREK OKUYUP AMEL EDELİM

Bildiklerimizi hayatımıza yansıtmama, üsveyi hasene (örnek insan) olmama hastalığımız her geçen gün artmaktadır. Bu yazımızda âyet ve hadislerle amel etmenin önemine kısaca temas etmek istiyorum. Şu âyetin mealini hatırlayalım.

‘Allah’ın sana verdiği servet ve imkânlar içinde, Allah yolunda faaliyet göstererek, âhiret yurdunu, ebedî yurdu kazanmaya çalış. Ama dünyadan da nasibini unutma. Allah’ın, sana lütuf ve ihsanda bulunduğu gibi, sen de iyiliği, iyi niyetleri, dinin, ahlâkın ve kamu vicdanının emirlerini, devamlı davranışlarına, ilişkilerine, görevlerine, hayatına yansıtan, samimiyetle ibadet eden, aktif olarak iyiliğe, iyi uygulamaya, iyileştirmeye örnek olan, işlerinde mükemmellik, dürüstlük ve başarı için dikkat harcayan bir müslüman olarak hayırlı icraatlar, kalıcı hizmetler yap. Yeryüzünde, ülkede bozgunculuğu, fesadı arzu etme. Allah bozguncuları sevmez.’ (28 Kasas 77)

Gel sen Allah’ın sana verdiklerini doğru yolda harcayarak ahiret yurdunun (mutluluğunu) ara, üstelik dünyadan da nasibini unutma! Allah’ın sana iyilikte bulunduğu gibi, sen de (başkalarına) iyilik yap ve sakın ola yeryüzünde haddi aşarak bozgunculuk edeyim deme: çünkü Allah bozguncuları asla sevmez!”

İslam’ın hayat görüşünü “ahreti aramak-dünyayı unutmamak” diye formüle eden ve dengelendiren bu âyet-i kerimede üç özellik dikkat çekmektedir:

*Allah’ın ihsan ve lütfu olan eldeki –dünyaya ait- imkânlarla ahretin devamlı araştırılması, dünyada iken ahrete uzanılması…

*Dünyadan, dünya hayatı için faydalanmayı ihmal etmemek…

*İyilik etmek, fesat çıkarmamak, hak üzere olan toplum düzenine karşı çıkmamak, haktan yana olmak…

Son iki özellik, bir anlamda “ahreti arama”nın şekil ve usulünü göstermekte, açıklamaktadır. Âdeta şöyle denilmektedir:

Sonlu ve sınırlıdır diye dünya küçük görülmemeli; çünkü sonsuz ve sınırsız olan ahret yurdunun yaşantısı, onu değerlendirmeye bağlıdır.

İslam’a göre dünya ve ahret birbirini tamamlayan iki ayrı merhaledir. İnsan hayatındaki bu iki aşamayı ilahî bir ahenge sokmak ve ince bir dengeye sahip kılmak, İslam şeriatının ana hedefidir. Kur’an-ı Kerim’de genellikle birlikte geçen “Namazı dosdoğru kılın, zekâtı verin” emirlerinin birincisi rûhânî ve ahrete ait, ikincisi maddi ve dünyaya dönüktür. Fakat her ikisi de vazgeçilmez iki ibadettir. İlk Halife Hz. Ebu Bekir’in ifadesiyle “zekatla namazın arasını ayıran, ‘Namaza evet, zekata hayır’ diyen kişiler, aynı şekilde cezaya lâyıktırlar, kendilerine harp edilmeye müstahaktırlar.

Hz. Peygamber (s.a.) bir hadis-i şerifte şöyle buyurur:

“Hayırlınız, ahreti için dünyasını, dünyası için ahretini terk etmeyip her ikisini birlikte (at başı) yürüteninizdir. Zira dünya, ahrete ulaştırıcı bir vasıtadır. Sakın insanlara yük olmayınız!”

Peygamber Efendimiz şöyle buyurmuştur:

 “Aç insanların yemek kabının başına üşüştükleri gibi, gün gelir, milletler de sizin başınıza üşüşürler.” Bir sahabi sorar:

“Sayıca azlığımızdan mı bu hale düşeceğiz?” Cevap:

 “Hayır. O gün çoksunuz. Ancak sel süprüntüsü gibi olacaksınız. Allah, düşmanlarınızın kalbindeki sizden korkma hissini kaldıracak, buna karşılık sizin kalbinize bir vehn bırakacaktır. Bir sahabi yine sorar:

 “Vehn nedir, ey Allah’ın Resulü? Cevaben buyurdu ki:

 “- Dünyayı sevmek, ölümden korkmak!”

Habire savrulduk ve hâlâ savrulmaya devam ediyoruz.

Her kazandığımızı ruhumuzdan verdiklerimizle ödettiler. Yakamızı paçamızı bırakmadılar. Sevgiyi-saygıyı reddeden hayat tarzlarının icbarıyla bağrımızı taş ettiler. Ne merhamet kaldı, ne şefkat, ne de sevgi ve hoşgörü… Böyle hallerde şöyle dua ederim:

“İstikamet ve itidal üzere bulunma takati bahşeyle Ya Rabbi!”

Her şeye gücü yeten, her şeyi bilen, her şeyi gören, her şeyi işiten, her şeyi yaratan; size şahdamarınızdan daha yakın olan; rahmeti sonsuz, adaleti mutlak; hayra rızası olup şerre rızası olmayan; kıyamet sonrasında hesap soracak olan; zerre kadar hayrın da zerre kadar şerrin de karşılığını verici; Kur’an-ı Kerim ile Peygamberi ile doğru yolu gösteren, bütün âlemleri ölçüye bağlayıp her an kudretinin tasarrufu altında bulunduran, ezeli ve ebedi olan, “ol” demesiyle olduran, tekamül etmemiz için bize cuz’i irade ile birlikte sayısız nimetler ihsan eyleyen, kendisine cüz isnad edilemeyen, benzeri-ortağı olmayan; kullarına takvalarına göre muamele eden ve “kalb-i selim” sahibi olmaları ölçüsüne göre amellerini mükafatlandıran; tek bir Allah... Lailahe illallah... Asıl başlangıç buradadır. Bu safha “imanın inkişafı” safhasıdır.

Fırsatlar, çoğu kez, içinde bulunduğumuz şartların ve konumların mahsulüdür. O şartların hazırlanmasında ya da o konuma gelinmesinde bir payımız varsa, doğan fırsatlara bir liyakatimiz, onlarda bir hakkımız var demektir. Allah’ın bir lütuf ve nimet olarak bağışladığı fırsatları cimri ruh itimatsızlığıyla kaçırırsak, O’nun sonsuz hazinelere sahip mutlak kudretine karşı gereken inanç ve saygıyı taşımadığımız anlaşılır. Bu da ne büyük bir mahrumiyet ve zavallılık olur.

Hâlimize bakalım. İnsanımızın Dinî inanışı, anlayışı, dinle ilgili olarak dünyayı ve insanı yorumlayışı algılayışı “fikir ve düşünce açısı”ndan değişmiş mi, değişmişse ne yönde nasıl değişmiş? Dinin anlaşılması ve yaşanmasıyla ilgili veriler değişmedikçe, pozitif veya negatif bir ciddi ve öz değişimden söz edilemez.

İslam, hayatın uzağında veya dışında birtakım dar alan alışkanlıklarıyla veya merasimleriyle yaşanabilecek bir din değildir. Benim eğitimimi, sağlığımı, ailemi, vicdanımı geçimimi, gelişmemi, maddi- manevi sıhhat dengemi mahrumiyetlere uğratıcı baskılar ve müdahaleler varsa, rızkımı helal yönden (inancıma göre) sağlamamın önüne engel konuluyorsa, çoluk çocuğumun ihtiyaçlarının karşılaması zorlaştırılıyorsa; bütün bunlar İslâm’ı yaşamamın engellenmesi kapsamına girer.

Yaşar Değirmenci.