HAC TAKVAYI KUŞANAMKTIR
Hacda Rasulülah Efendimizin Hacca gitme imkânı olmayan bir sahabeye söyledikleri bizleri de etkilemelidir. Bir adam Allah’ın Rasûlü’ne gelerek:
“Ey Allah’ın Rasûlü! Ben Ramazan ayından başka oruç tutmam, beş vakitten başka namaz kılmam. Zekât verecek ve hacca gidecek kadar da malım yoktur. Bu durumda öldüğüm zaman yerim neresi olacaktır?” diye sordu.
Allah Rasûlü:
“Cennet,” buyurdu. Adam:
“Sizinle beraber mi?” dedi. Allah’ın Rasûlü tebessüm etti ve:
“Evet,eğer kalbini kin ve hasetten, dilini gıybet ve yalandan, gözünü Allah’ın bakmayı haram kıldığı şeylerden ve onlarla bir Müslümana eziyet etmekten muhafaza edersen benimle beraber cennete girersin,” buyurdu.
Hac takvayı kuşanmaktır. Takva, şirke düşmekten, günahkâr olmaktan, harama bulaşmaktan Allah’a sığınmaktır. Allah’a sevgi ve saygıdır.
Zaman tünelinde bu defa âlemin sultanı Rasulülah Efendimizle buluşuruz. Gözlerimizin önünden geçer Peygamberimizin hayatının Kâbe’de yaşadıkları. Müzdelife, Mina, Nur dağı, Sevr Mağarası, Kâbe’nin avlusunda kalan Erkam’ın evinde verdiği eğitim, ettiği sohbetler…
Peygamber Efendimizin Mekke’yi fethi ve “… Hak geldi, bâtıl zâil oldu…” İsrâ Sûresi 81. âyeti okuyarak Kâbe’de putları yıkışı gözümüzde canlanmalı. Bizim bilerek veya bilmeyerek dünyevîleşme hastalığımız var mı, yok mu, içimizde nefsin verdiği putlardan sıyrılıp yıkıyor muyuz putları? Hevâ ve heves putlarını yıkarak, tevhidi doyasıya yaşayarak ibadetlerimizi ifa ediyor muyuz? Hayata ahiret penceresinden bakarak fırsat elde iken istiğfar, tevbe, tazarru ve niyaza başlıyor muyuz? Tevbe, hatayı, acziyeti itiraftır.
Adem aleyhisselam da şöyle diyerek Arafat’ta tevbe etmiştir:
“Rabbimiz! Biz kendimize zulmettik. Eğer bizi bağışlamaz ve bize acımazsan mutlaka ziyan edenlerden oluruz.” (A’raf Sûresi 23. Âyet)
Bizlerin de Arafat’ta ihramlı duruşumuz, vakfemiz, oradaki toplanışımızı ahiretteki toplanışımız gibi düşünmemiz, Haccımızı şuurlu yapmamızın vesilesi olur İnşaallah…
Ubu Cafer hazretleri der ki:
‘- Üç şeyi yerine getirmeyen, üç huyu elde edemeyen kimse Kâbe’nin bereketinden gereği gibi istifade edemez.
Kendisini haramlardan alıkoyacak bir takva duygusuna sahip olmayan insan.
Öfkesini yutan, (kontrol altında tutan) bir Peygamber ahlakını, tevazu ve yumuşaklığı elde edemeyen kişi.
Müslüman kardeşleriyle iyi arkadaşlık yapamayan kimse.’ Bu üç özelliğe, Hac yolculuğuna çıkan herkesin mutlaka ihtiyacı vardır. Rabbimiz cümlemizi bu güzel Peygamber ahlâkının farkında olarak Hac ve umre yapmayı nasip etsin ve muvaffak etsin.
İbadetlerimizle beraber aralarda, dinlenirken, susadığımızda içtiğimiz Zemzem suyunu da düşünürüz. Bilinen kıssasıyla. Hacer validemizi susuzlukla kucağında yavrucuğu İsmail’e su aramasını, evladının ayağının topuğuyla vurduğu topraktan çıkan suyu düşünmeliyiz. Issız bir yere Allah’a teslim olanların, O’nun rızasını kazananların gelmesiyle amellerinin makbuliyetinin oraları nasıl bir mekan haline getirdiğini de... Hac ve umrede Hacer validemizin koşuşturmasının, Sa’y yapmamızın emredilmesini, içtiğimiz suyun Hacer validemizin oğlu İsmail ile buldukları suyun, Zemzem adı verilen bir su olduğunu tefekkür etmeliyiz.
Zemzem suyunu içerken de şu hadis-i şerifleri hatırlayarak içersek iyi olmaz mı? Peygamber Efendimizin Zemzemle alakalı bazı hadislerini zikredelim. Buyururlar ki:
“Zemzem, Cennet pınarlarından bir pınardır ve yeryüzünde en son kuruyacak bir sudur. Zemzem suyu ile Cehennemin (o kaynar ve berbat) suyu hiçbir kulun karnında bir araya gelmez. Zemzem suyu bütün hastalıklara şifadır. Yeryüzünde suların en hayırlısı Zemzem’dir. Onda açlara gıda, hastalara şifa vardır.”
Hac bir okuldur. Oradan mezun olan hacı, yepyeni bir kimlikle memleketine döner. Tıpkı sahabiler gibi İslâm’ın güzelliklerini kuşanarak. Takva sahibi Müslümanların özellikleriyle mücehhez bir şekilde. Kur’an ve namazı hayatının merkezine alarak. Allah ve Rasulü’nün elçisi olarak temsil kabiliyet ve hassasiyetini unutmayarak.
Çevresine verilen en güzel/en büyük hediye ise, kazandığı manevi güzellikleri bir ömür boyu sergilemek/örnek olmaktır. Böylece ‘üsveyi hasene/güzel örnekliğimizle, Kur’an-ı Kerimde zikredilen Rasulüllah Efendimizin izini süren bir Mü’min olduğumuzu da göstermiş oluruz.
Muaz İbn-u Cebel (r.a.) anlatıyor:
“Bir seferde Resulullah’la beraberdik. Bir gün yakınına tesadüf ettim ve beraber yürüdük.
“Ey Allah’ın Resulü, Beni cehennemden uzaklaştırıp cennete sokacak bir amel söyle!” dedim. Peygamberimiz:
“Mühim bir şey sordun. Bu, Allah’ın kolaylık nasip ettiği kimseye kolaydır; Allah’a ibadet eder, O’na hiçbir şeyi ortak koşmazsın, namaz kılarsın, zekât verirsin, Ramazan orucunu tutarsın, Beytullah’ta Hac yaparsın!” buyurdular
`Lebbeyk Allahümme Lebbeyk` (Buyur Allah’ım buyur! Ortağın yok Senin; emrine âmâdeyim, buyur! Hamd Sana, nimet Senden ve mülk Senin! Eşin, benzerin, ortağın yoktur senin!`) Kâbe’nin çağrısı Allah’ın çağrısıdır. Zira Kâbe Beytullahtır: İnsanlığın ilk mabedi, yeryüzünün atan kalbi.
Mekke, tedavi ederken cömert. Çünkü istikametini şaşıranların yön duygularını geliştiriyor. Kaybettikleri yön yeteneğini, onlara yeniden kazandırıyor. Kula kul olmaya ve kulu kul edinmeye yatkın ruh hastalarını tedavi ediyor. Onları, sadece Allah’a kul olma ortak paydasında tedavi ediyor.
İnsana, Allah’a ait olduğunu ve kâinata mensup olduğunu hatırlatıyor. Vefasızlık illetine, vefa ilacıyla tedavi sunuyor. İhanet hastalığını iyileştirip sadakate tebdil ediyor.
Mekke sadece tedavi etmiyor, aynı zamanda ümmetin hastalıklarını teşhis etmemizi de sağlıyor. Âdeta bir laboratuar orası. Ümmetin manevi, fikri, sosyal, akidevi ve ahlaki hastalıklarını teşhis etmemizi sağlayan bir laboratuvar. Malum, doğru tedavi, doğru teşhisle başlar. Nasıl ki, yanlış sebep üzerine doğru netice bina edilemezse, yanlış teşhis üzerine doğru tedavi de bina edilemez.
Haremeyn’de bütün çıplaklığıyla ortaya çıkan hastalıklarımızın tamamını burada sayamayız belki. Fakat ilk elde göze batanları düşünerek hep ‘nefs muhasebesi’ içinde hareket etmemiz gerekiyor. Sonra da eksikliklerimizi tamamlamamız, ifradımız (aşırılıklarımız) varsa itidal ve istikamet hassasiyeti göstermemiz icap ediyor.
Yaşar Değirmenci.