* FANİ DUNYA FORUM HABERLER


Gönderen Konu: HABİRE SAVRULDUK VE HALA SAVRULUYORUZ  (Okunma sayısı 365 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

fanidunya

  • Ziyaretçi
HABİRE SAVRULDUK VE HALA SAVRULUYORUZ
« : Temmuz 08, 2018, 01:48:39 ÖS »
HABİRE SAVRULDUK VE HALA SAVRULUYORUZ

Yalnız kalmak aciz kalmak demek. Cenab-ı Hak çareler halk etmiş, imkanlar lütfetmiş, kader çerçevesinde imkanlar ihsan eylemiş. Dayanışırsanız, dayanışmanın düzenini kurarsınız, ‘esbaba tevessül’ün yolları açılır. Aksi halde, hicran duvarları çevirir etrafınızı, çırpınır durursunuz. Herkes kendi yalnızlığında bir başka türlü çırpınır. Hayat bunun için zorlaşıyor. Maddeten de, manen de zorlaşıyor. Herkes mehil kaçamaklarının gölgelerine sığınmaya çalışıyor; vakti gelince, normal akış başlayınca aynı şeyleri herkes yaşıyor. Önemsiz sayılabilecek farklarla… Yardımlaşamayanlar, zulümde nöbetleşme turnikesinde birleşiyor. Sosyal hayatımız işte bu. Teknoloji ve parayı kullanamayan, paranın ve internetin kuklası, robotu, esiri olmuş bir insanlık. İnsanı, insan yapan değerleri kaybeden bir toplum.

   Paranın henüz bir virüs hali! Eğitimde ticaret, tıpta ticaret. Para, çeşitli biçimlerde bir ihtiras virüsü gibi cemiyetin dokularını harabiyete uğratmış. Bazen, maddi farklılık (onun da dış görünüşü) dikkate alınarak ‘Müslümanlar güçlendi’ deniliyor. Müslümanlar güçlendi de (yaşanan) İslam güçlendi mi? İslam her ortamda yaşanır. Harpte, sürgünde, yolculukta, benzeri durumlarda dâhil. Kendine zulmedene, başkaları daha çok zulmeder.

   Yerimizde değiliz, kendimizde değiliz. Ruh irtibatsızlığı ile gurbetlenmişiz. Biz, bizi sömürenleri bile kurtarmak durumundayız. Belki onların hali bile bizden (gafletimizden) sorulacak. Kendimizi aldatmayalım. Maddeye mağlup olanın hiçbir kazancı hayır getirmez.

Bütün baskı çeşitlerini geride bırakan bir ‘kuşatma’ teknolojisi sistem haline geldi/getirdi. Her şey, varlık iddiası altında yok’laşıyor! Dert, dünyanın derdidir.

Bilgi çağındayız ya! Bilgileri sayacağız, uygun programlarda tasnif edeceğiz, onlarla çeşitli biçimlerde uğraşacağız. Gidiş, bu gidiştir. Sonlarına gelinen açmaz budur. Müspet değişim, ‘düşünce çağı’nın başlamasıyla yol bulabilir. İnanç ve düşünce çağı... ‘İman-akıl, din-ilim, kültür-medeniyet’ dengesinin yeniden kuruluşu. Önümüzde bu var.

İslam; bütün zamanların ve mekanların hakikatidir.

İmkanlar arttıkça, o imkânlarla bir şeyler yapabilme heyecanı-şuuru zayıflıyor. Öyle bir noktaya geliniyor ki bütün imkânlar önüne serilse kendi nefsinin prangalarından kurtulmadığı için insanoğlu o imkanların birini bile kullanamıyor.

Kendimiz ne haldeyiz? İnsanlığa beklediğini verebilecek miyiz? Böyle bir mükellefiyetimizin olduğunun farkında mıyız? Fikren kalben-fiilen yürüyecek gücü olmayana, ne yapacağını düşünemeyene-bilmeyene ilmin açtığı ufuklar hiçbir şey ifade etmez/etmemiştir. İslâm, bütün zamanların ve mekânların hakikatidir. ‘Evrensel’ tâbiri yetmez. Bir tarih dönemi gösterilemez ki ‘İslâm’sız’ izah edilebilsin. Bir değişim gösterilemeyecektir ki “İslâm’sız” izah olunabilsin. Münasebetin mahiyeti çok farklı olabilir; ama doğru izahın ışığı hep aynı yerden gelmiştir, öyle de gelecektir. İslâm’dan uzaklaşmaların ve yakınlaşmaların çok yönlü bir haritasını çiziniz, insanlığın medeniyet atlasını elde edersiniz. Dolaylı-dolaysız, hakikatin bütünlüğüne bağlanmayan ve ondan nasip almayan hiçbir fikir insanları tatmin edemez, huzur veremez, geçici teselliler ve yardımlar dahi sunamaz. Bu karanlık dünyanın vahyin ışığına ihtiyacı var. Uyuşmuş, uyuşturulmuş insanımızın vahyin inşa ettiği insana ihtiyacı var. İslâmî şuurdan ve bu istikametten yükselecek mesajları bekliyor dünya… İnsanlık, acılar, hasretler, tezatlar içinde kurtuluşu bekliyor, farkında olsun veya olmasın… Artan Sancılar ve Bitmeyen Buhran

 Manevi müeyyidesi olmayan bir sistemi hiçbir maddi müeyyide ile işletemezsiniz. Bir noktaya gelir, tıkanır. İslâm’ın ana kaynaklarının, her türlü şüpheden uzak bir biçimde korunmuş olması, onun büyük şansı ve son din olduğunun delilidir. Kitap tartışmasız bir sıhhatle insanlığın elindedir; sünnet bütün genişliği ile istifadeye açıktır. Sadece bu tesbitler bile İslâm Medeniyetinin yeniden filizlenmesinin imkânını açık bulundurmaktadır.

Bütün medeniyetler belli bir iman çevresinde gelişir ve bu imanın zaafa uğraması ile çökerler. Bir medeniyetin yeniden canlanması, o medeniyetin bağlı olduğu imanın yeniden alevlenmesi ile yani tecdîd-i iman ile mümkün olur.

 ‘Toplumsal-ekonomik-kültürel-siyasi’ değişimler, darbeler sebebiyle sıhhatli bir biçimde gerçekleşemedi. Nesiller heder oldu. İnsanlarımız acılı bedeller ödedi. Umutlar ertelendi, gelişmeler gecikti, müjdeler ertelendi, idealler yozlaştı. Her dönemeci, savrulup devrilen otobüs yolcuları gibi, kayıplarla ağır hasarlarla ve yaralanmalarla dönmek zorunda kaldık.

Fark edilmese de herkesin ruhunda darp izi var. Birtakım çelişkiler, tutarsızlıklar, izahı zor tuhaflıklar, bundan kaynaklanıyor. Alın terinin, göz nurunun önemi azalırken, birdenbire gayrimeşru yollardan başarıya ulaşma özendirildi. Alın teri ve çalışma enayilik sayılmaya başladı. Bu bir yozlaşmadır; ekonomi politikalarının, faizin bunda büyük bir etkisi var. Bir taraftan tüketim güdüsü yükseltiliyor, öte yandan bazılarının imkânları daralıyor ve stres meydana geliyor. Toplumu ayakta tutan manevî ve kültürel değerle, orta sınıfla beraber etkisizleşiyor. Öğrenmek için okumak kalktı, yerini etiket ve diploma aldı. Çabuk tarafından köşeyi dönme ideal haline geldi. 

   Enflasyon ahlâk dokularını çürütüyor. Bulanıklık meydana getirip, insanları ufuksuz bırakıyor, ileriye bakamaz duruma düşürüyor. Onları maddîleştiriyor. Sevgileri dostlukları bozuyor, katlı-yatlı arayışlara yol açıyor. İnsanın, kendisini satılık bir metâ haline getirmesine sebebiyet veriyor. Lüks tüketim artıyor. Hâkimiyet rantını ellerinde tutanlar bunu ezici, imrendirici, güdücü bir kuvvet olarak kullanıyor. Aynı durumda olmayanlar, eğiliyor küçülüyor… İnsan kendine, dostlarına, öz değerlerine yabancılaşıyor. Önce siyasi şuur bozulur, sonra bir alt kattaki sosyal hayat, sonra daha alttaki ahlaki değerler. Vasıtalarla gayeler arasındaki bağı, (ölçülere göre) İNSAN kurar-işletir-yaşatır. Gayeyi unutmanın cezası, vasıtaya mahkûm edilmektir. Vasıta mesabesinde olması gereken ekonomiye mahkûmiyetin cezası da bu olsa gerek. “Sana yapılmasını istemediğini, başkasına yapma” ölçüsünün dışına çıkılması, ayıplanma endişesinin kaale alınmaması; buna karşılık pervasızlığa sınırsız serbesti ve hürriyet tanınması demektir! Bu kirlenişten, sürü haline gelmekten kurtulmak için kişi ve toplumların önce kirliliğin farkına ve idrakine varması, sonra da kimlik ve kişilik sahibi olması gerekir. Kendi kültür dilimizle söylersek “şahsiyetli olmak” Bu da ancak, değişirken “biz” kalarak değişmekle mümkün olabilir.Pergelin sabit ucu yoksa çizilen şekiller neye yarar. Bizler de mutlaka sâbitelerimizle değişkenlerimizi iyi bilmek mecburiyetindeyiz. Kimlik değiştirmek gömlek değiştirmeye benzemiyor. Daha doğrusu kimlik değiştirilemiyor, sadece “kimliksiz” kalınabiliyor. Peygamberlerin bile belki de gönderilme sebeplerinden biri; hidayet üzere müstakim, “şahsiyetli bir toplum” oluşturmak! Her meşru faaliyetin amacı, insanlara bir şey kazandırmaktır. İlim de bunun için yapılır, sanat da, tefekkür de. Belli kesimler, sanat adına düşünce adına insanlarımızı istismar ettiler. Yozlaşma sömürüsü yaptılar. Gerçek bu. Ve bilerek yaptılar bunu. “Para için” olanı anlamak kolay. Fakat kolay yoldan bir konuma gelmek ve orada keyif sürmek bencilliği uğruna yozlaşma sömürüsü yapanları herkes anlayamıyor. Asıl bunlar etkili olma direnişini sürdürüyor, değişik motifler ve örtüler kullanarak .

Habire savrulduk ve hâlâ savrulmaya devam ediyoruz. Her kazandığımızı ruhumuzdan verdiklerimizle ödettiler. Yakamızı paçamızı bırakmadılar. Sevgiyi-saygıyı reddeden hayat tarzlarının icbarıyla bağrımızı taş ettiler. Ne merhamet kaldı, ne şefkat ne de sevgi ve hoşgörü… Böyle hallerde şöyle dua ederim:

“İstikamet ve itidal üzere bulunma takati bahşeyle Ya Rabbi!”

Yaşar Değirmenci.