HER HAL VE ŞARTTA DİNİMİZİ YAŞAYALIM
Herkesin kendi menfaatini düşündüğü bir cemiyette hak-huzur kalmaz. Öylesine, ‘Orman Kanunu’ bile denilemez. Çünkü hayvanlar dar bir menfaat çerçevesinde hareket ederler. Tatmin olmaları kolaydır. Acıkınca ve korkunca saldırır, o’nun dışında zarar verici olmaz. Ya insan?! İhtirası ve ihtiyacı sonsuz; zekası var, gelişmiş aletlere sahip! Kendi menfaatinden başka bir şey düşünmeyen böyle bir varlık, vahşet duvarını aşar. Engel-sınır tanımaz! Arslan-kaplan, kurt-çakal o’nun yanında kuzu gibi kalır.
İktisadi (ekonomik) sıhhat, denge’yi gerektirir. Herkes sürünecek, sen köşeleri birer birer döneceksin! Dönecek köşeler bir gün yok olur ve çorak-kavruk bir zeminde kendini ihtirasınla baş başa bulursun. Emsali çoktur ve biraz bir şeyler okumuş herkes bunun böyle olduğunu bilir. Hakikat bir bütündür. ‘Efendim, tam olarak yaşamak mümkün değil’ deniliyor. Tam olarak yaşanabilmesi ayrıdır, bütünlük şuûru içinde şartlara göre dengeyi korumak ayrıdır. Tamlığı-bütünlüğü, ruhundan-zihninden çıkarmışsan, senin için kullanılacak imkan kalmamış demektir. İtiraf et, otur yerine. Kimseyi de şaşırtma! Öylelerini görüyorum ki, hayretlere düşmemek kabil değil. Hayatı bir parselasyona tâbi tutmuş, her parselde başka bir insan olarak yaşıyor. Hiç olmaz, hiç olmuyor. Nerede bulunursan bulun, şahsiyetinle farklılık göstereceksin, hüviyetini kaybetmeyeceksin. Bu farklılığı oluşturmana yetecek imkan, her hâlükarda vardır. Sıkıntının derinliğini kabul etmek durumundayız.
Herkesin işe kendi nefsinden başlaması büyük faydalar sağlar. Aksi halde, sistematik şikayetler hem inandırıcılığını kaybeder, hem de gayeyi mâzeret kalıbına döküp bir nevi istismar malzemesi olarak kullanma vebâli doğar. Hayatta zor günler vardır. Mü’minler dayanmalıdır. Zora gelmeyen, kolayda da işe yaramaz deyip yürürüz, yolumuzu buluruz. Dar imkanlarla olabilirin en iyisini yapıp küçük şeyleri büyük mutluluklara dönüştürmenin yolu salih amellerle bulunur. Günümüzde yaşlılardan kaçılıyor. Eşya yığınlarıyla doldurulmuş dairelerde kimseyle bir şeyi paylaşmadan yaşamak hayal ediliyor. Para kazanma, idealsiz bir boşlukta bir yük gibi taşınıyor. Ondan sonrasının şartlarını para tayin ediyor.
Maddeyle ruh, dünle bugün arasındaki münasebetler sarsılmış. Hem iç dünyamızda, hem müşterek hayatımızda dengesizlik, uyumsuzluk hali bizi hazin bir savrukluk için sürüklüyor. Kaide malûmdur. Mevcut imkanları iyi değerlendiremeyen, daha fazlasından mahrum bırakılır; yeni imkanları iyi kullanmanın yolu, eldekileri en iyi biçimde değerlendirmektir. İmkanlar Seviyesi’nin çok altında yaşıyoruz. Bu hayatı, mümkün gayretler ile her açıdan daha iyileştirmek ve güzelleştirmek, elimizdedir. İktisattan siyasete, kültürden sosyal münasebetlere kadar her mesele, bütünlük şuûruna sahip bulunanların gayretine muhtaçtır. Bu gayret, esirgenir veya gösterilmezse; vahim sonuçlar doğar, buna da hep beraber katlanırız. Unutmayalım ki; son zamanlarda yaşadığımız bütün sosyal olaylar, sonuçtur. Müsebbibi olduğumuz, hadiselerden müşteki olmaya hakkımız yoktur.
Nasılsak öyle idare olunuruz, iç halimiz nasılsa dış (sosyal) halimiz ona göre takdir edilir. Peki bazı öncülerin doğruları söylemesi ve yön göstermesi gerekmez mi? Elbette ki bu gerekli kılınmıştır ve buna muhtacız. Peygamberlik ve tebliğ bunun için var. Peygamber varisleri bunun için var. İrşad ve ‘hakikatleri naklen ve izahen bildirme öncülüğü’ bunun için var. İnsanlık hiçbir zaman yardımsız ve yalnız bırakılmadı. Fıtratıyla (ruhuyla, aklıyla, kalbiyle) meyyal yaratıldı. Yerin göğün taşıyamayacağı emaneti insan üstlendi. İnsan olmak zor. Emanet; iradedir, akıldır, iradi-akli sorumluluktur. Emanete layık olmaktır insan olmak. Nefsini bilen, Rabb’ini bilir; Rabb’ini bilen, haddini ve sorumluluğunu bilir; iradesiyle ve aklıyla karşılık beklemeden O’nun rızası için sevgiyle vermeyi ve paylaşmayı bilir. Değişmez ölçüler, değişim ölçülerinin hayatiyetidir. Değişim ölçüleri de değişmez ölçülerin devamlılık teminatıdır.
Dıştaki manzara, içimizden taşandır. İslam’ın hitabı, ferdedir, ferdin (bireyin) aklına ve iradesinedir. Aslen böyledir. Umumi bela neden gelir? Engelleme sorumluluğu ifa edilmediği için. Biz sağlam isek; uyumsuzluklar kabuk gibi düşer; gerçek doku, kendini yenilemiş olarak mevcudiyetini izhar eder. Nasılsak, öyle olacaktır o! Biz böyle bakmaya pek alışkın değiliz. Birileri gelir bizi iyi eder, birileri gelip kötü eder! Hep böyle sanmışız. (Beşeri planı kastediyorum) ‘Asli muhatap’ olma sorumluluğunu üstlenmekten kaçınmışız. Bir tek ayet-i kerime, bir tek hadis-i şerif, ‘alıcılık kıvamına’ sahip bulunsak, yeni bir hayatı yaşamamıza yeter. O kıvama zor eriştiğimiz için; ‘beyan’lar tekidlidir, tekrarlıdır, lütufkârdır, müsamahalıdır, yardımlıdır, misallidir.
La ilahe illallah... Ne demek? Allah’tan başka ilah yok. Tevhidi Hakikat. Bütün hayatın sırrı burada. Kimseye, hiçbir şeye uluhiyet sıfatını nisbi-cüz’i olarak dahi izafe etmeyeceksin. Nefsine tapmayacaksın, dünyaya tapmayacaksın, paraya tapmayacaksın. Her dalaletin ve gafletin kökü, haddi zatında, nefse tapmanın bir tezahürüdür. Çocuklarını, malını, makamını, elindeki dünya nimetlerini, vs. sadece kendini düşünerek sevmek.
Bu, sevgi değildir; nefsaniyettir. Bir sevgi türü ki, seni menfiliklere ve karanlıklara sürüklüyor, ölçüleri çiğnemene sebep oluyor; onun gerçek adı sevgi değil, ‘nefsani tutku’dur. Gerçek sevgi, halis sevgi, tevhidi hakikatten kaynaklanır; insanın kalbini ve gönlünü, bütün cihanı içine alacak kadar büyütür. Eldeki imkanlar, nefs’in malıdır. Kavmini yahut etnik mensubiyetini severmiş! Nasıl? Zulümde destekleyerek! Böyle sevgi mi olur? Zulme destek olmak zulümdür ve zulme destek olan, zulmün tasallutundan kurtulamaz.
Nefs, hırs, dünyevileşme. Asıl ‘şeytan üçgeni’ işte bu! Bir tarafta tevhid ummanı, bir tarafta şeytan üçgeni... Şeytan üçgeni içinde çözüm yok, hiçbir meselenin çözümü yok. Bilakis, her çözüm oradan kurtulmaya bağlı. Ondan kaynaklanan yanlışları yaşamanın, hayat tarzı haline getirmenin, ona dayanmanın hiçbir faydası yok. Yok oğlu yok!
Şehirleşme ve teknik ilerlemiş, bilgisayar ve internet ağıyla her taraf donanmış, yepyeni düşünce konuları doğmuş, tesir vasıtaları değişmiş. Bütün bunlar, imtihanı keskinleştirir ve İslam’a duyulan ihtiyacı artırır. Hayattan korkmaya ve de kopmaya lüzum yok. Cenab-ı Hak hayatı vermiş, İslam’ı da o hayat için vermiş. Yanlışa yaslanarak bile bile yanlış yaparak varabileceğimiz hiçbir doğru yoktur. Bütün doğrular İslam’ın özünden gelir. İslam’ın özünü yanlış bilen, doğruları da öğrenemez, kendini de hayatı da öğrenemez. Helaka uğrayan bütün toplumların dünyevi refahın zirvesine çıkıp iyice şımardıktan sonra cezalandırıldığını unutmayalım. Aslında bu yok olan bütün geçmiş medeniyetlerin tabi olduğu sosyal bir yasadır. Her Müslüman ‘gönül adamı’dır. İbadetin verdiği şuur, bizi diri tutar. Etrafa ışık saçar, bulunduğu topluma bir güzellik katar. Başı dara düşenin arandığı adamdır Müslüman! İnsanımızın üzüntüsünü, sıkıntısını, sevincini paylaştığı adamdır. Derdi, sancısı, sızısı olan adam. ‘Adam gibi adam’dır . Ne mutlu o hayatı İslamileştirenlere…
Yaşar Değirmenci.