İman Meselesinde Deneme Olmaz
Bilinenleri dile getirmek, yazmak bile cesaret ister hale gelirse hiç hassas davranmayanları tenkite hakkımız olur mu? Yanlışın içinde yaşayan insanımıza, bizim konuşamayacak, dile getiremeyecek hiçbir meselemiz yoktur ve olamaz.
Peygamberlerin bile ikaz edildiği âyetleri hatırlarsak edep dahilinde iyi niyetle, faydalı olma düşüncesiyle her türlü fikrî ve ilmî meseleleri konuşabiliriz. O devirde cereyan eden hadiselerden ibret alıp, ümmetin vahdetini düşünüp, o zatlar için de rahmet ve taksiratlarını affetme dualarında bulunalım. Herkes bir türlü yorumlar, sonra da ana görüşüne monte eder; istikamet vericilik ortadan kalkar. Farklılığı belirleyen; Tebliğ Çerçevesi’dir, Tebliğ Ölçüleri’dir.
Kalıcılık oradan gelir. (Fatiha’daki “Doğru yol” sırât-ı müstakîm’i unutmayalım) İnsanlar maddî ve mânevî hayatlarını düzenlerken doğrunun yanında yanlış da yapmışlar; hatalı, çıkmaz, saptırıcı yollara da yönelmişlerdir. Sapmanın ve yanılmanın baş sebebi insanın kendini yeterli sanması, bilgi ve güç almak için Allah’a yönelmeyi reddetmesidir.
“Gerçek şu ki insan, kendini kendine yeterli görerek ille de azgınlaşmaktadır! Oysa (kuldaki) her şey yalnız Rabb’ine aittir (O’na dönecektir)” (96 Alak 6-8). “Bize doğru yolu göster” duası aynı zamanda Rabb’in, kullarına bir irşad ve uyarısıdır.
Eğer insan kendine yeterli olsaydı, doğru yolu görmesi ve bulması için bir başkasına ihtiyacı olmazdı. Kula düşen, ilâhî irşada kulak vermek, insanî bilgi ve kabiliyetlerini bu irşad doğrultusunda kullanarak her adımını doğru atması için O’nun tarafından sağlanan imkânları gerektiği gibi kullanmaktır. “Doğru yol” (sırât-ı müstakîm) İslâm’dır. Allah’ın peygamberleri ile kullarına gönderdiği dinlerin genel adı da İslâm’dır.
Yaratan ile yaratılan, Allah ile kul, akıl ile vahiy, hürriyet ile esaret, haksızlık ile adalet, iyi ile kötü; ancak İslâm’da yerli yerine konmuş, doğru ilişkiler ve dengeler kurulmuş, kurulma yolları gösterilmiştir. Bu yol İslâm’dır, Allah’ın koyduğu sınırlara riayet şarttır. Dünyevi ve uhrevi huzur; helal-haram, günah-sevap dikkat ve hassasiyetidir.
Allah’ın kitabı; Kur’an-ı Kerim; sadece ölülerin arkasından okunan bir kitap değil, bir hayat nizamı, bir huzur kaynağı, bir ebedî hayat kurtuluşunun da reçetesidir. İslâm’da vahiy, vicdan ve akıl birlikte işletilerek doğru yol bulunmaktadır.
Muhataplarımıza şunları hatırlatalım. İslam’a dayanarak düşüneceksen, tefekkür edeceksen; İslâm’ın aslına yeni şeyler katma gafletine düşmeyeceksin. İslam’a dayanan değil; yamanan düşüncelere dikkat şarttır. İslam üzerinde düşünüp fikir yürütüyorsan, bu kâideye uyacaksın. İslam’a dayanarak, İslamî itikadın ışığından faydalanarak düşünüyorsan, ‘yol gösterici’ ölçülere sımsıkı sarılacaksın. Tevazu ve ihtiyat olgunluğuyla büyük vazifenin birikimini oluşturmaya nasibince katkıda bulunacaksın. Yanlış yaparsan senin yanlışındır, İslam’ın değil. İslam’a bağlı olmak hassasiyeti ve gayreti içinde olacaksın. İslam’ı temsil etme ve O’nun adına konuşma şaşkınlığına kapılmayacaksın. İman ışığında sosyal ve maddi ilimler sahasıyla ilgili fikir-düşünce faaliyetinin çerçevesi böyledir.
Öyle meseleler vardır ki, kalemi de kelamı da ölçüp tartacaksın. Beyin ameliyatı yapan bir cerrahın elindeki neşter gibi tutacaksın. Hasta ölebilir, sakat kalabilir. Orada deneme yapılmaz. İlim adamı payenizle, aydınlar olarak; kullandığın her kelimeyi seçeceksin, tartacaksın; kurduğun her cümleye bir düşünce meşrûiyetinin disiplinini giydireceksin. Ürettiğin düşünce, hayati sorumluluk mükellefiyetine (yükümlülüğüne) tam bağlı olacak.
Bu millet senelerce dinle- imanla irtibatı kesilmiş bir fetret devri yaşamış. Şifahi kültüre dayanan, örf ağırlıklı bilgileri var. İlmîlik tarafı eksik olanlar var.
Kafasındaki urla yaşamak isteyen var! Onun samimi inancıyla oynayamazsın. Kardeşâne ikaz edersin, tashih edersin, yardımcı olursun. Çünkü ‘milletin inancı’ söz konusudur. İman meselesinde deneme olmaz, deneme yanılma metodu uygulanmaz. Modacılık, kolaycılık, eyyamcılık, kompleks tatminciliği yapılmaz. Kafa karışıklılığına sebebiyet verilmez.
İslam, bütün asliyetiyle mahfuzdur, muhkemdir, münezzehtir. Mahiyetini farklı göstermeye hiçbir kimsenin gücü yetmez. İnsanımızın İslâm ile irtibatını kesmek, onu diniyle buluşturmamak için, denenmedik metod kalmamıştır. Ama Allah, hıfz u himayesini üzerimizden kaldırmamıştır. Yaptığımız her haksızlığın, her kurnazlığın, hangi şekilde söylenirse söylensin, lime-lime, tel-tel dökülüp önümüze sürüleceğini, eriyip işimize, aşımıza, ruhumuza hulûl edeceğini kavrayamıyoruz.
İslam son Hak dindir, mükemmeldir, bütün zamanlara ve mekânlara hitap edicidir. İrtibatlı olunması gereken Kur’an’ı Kerim’dir, sünnettir, onları anlatan birinci derecedeki ilmi eserlerdir. Yorumlar sonra gelir, fikri yorum sonra gelir, tasavvufi yorumlar daha sonra gelir. İlmi şuur ve disiplin, yorumların sıhhat şartını oluşturan bir teminattır. İlim olmayınca, tasavvuf ve tefekkür alakaları, yolu tıkanmış (kesilmiş) durgun bir nehire döner. Bulanıklaşır, bozulur, sağa sola taşan kısımları ayrı mecralara yönelir. Art niyetli bu adamlara da malzeme verilmiş olur. Mecrayı nehrin akışına engel gören, uçurtmanın ipini yükselmesine engel gören, havanın mukavemetini kuşun kanadına engel gören, yerçekimini yürümeye engel gören ‘şuursuz özgürlükçüler’ bunu anlayamıyorlar. Yorumu aslından ayırmamışsanız, o yorum yeni yorumlarla devam eder. Sıhhatini koruyarak, bereketini koruyarak asıl ile yorumu ayırarak kavramları yerli yerine koymalıyız. Hiçbir toplumun tarihsel ve geleneksel pratikleri ‘İslam’ın evrensel hayat tarzı’ adıyla dine dahil edilemez. Rasulullah Efendimiz, Kur’an’ı Kerim’i hem tebliğ, hem de tefsir etmiştir. Yaşayan/yaşanılan Kur’an’dır. İslam’ın etkisi, hayat tarzı oluşturma gücünden, vahyin bugün nazil olmuşçasına tazeliğinden, dirilticiliğinden kaynaklanır. Hayat nizamı olan, hiç boşluk bırakmayan, dinimizi; âdeta ‘felsefe kitabı’ haline getirenler; uyulması gereken vahye dayanan ölçüyü engel olarak görmüşlerdir. Açıktan reddetmemişler, ama gereken ilmi icaplara da riayet etmemişlerdir. Yorumlarıyla ‘yolu belirleyen’ ölçüleri, aşmaya çalışmışlardır. İfrat ve tefrit dalgalanmalarıyla hidâyet değil, dalalet alanları oluşturulur! Bir yanlışı işaretlerken, hemen bir başka yanlışın tehlikesine dikkat çekme ihtiyacıyla karşılaşıyoruz. Öyle bir kaygan zemin oluşturulmuştur ki, bir çukurdan kaçınma hamlesi yaparken diğerine düşebilirsiniz. Aman dikkat!
Yaşar Değirmenci.