* FANİ DUNYA FORUM HABERLER


Gönderen Konu: Dinimizi Parçalamaktan Kurtulalım  (Okunma sayısı 119 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

fanidunya

  • Ziyaretçi
Dinimizi Parçalamaktan Kurtulalım
« : Kasım 02, 2020, 06:56:31 ÖÖ »
Dinimizi Parçalamaktan Kurtulalım
   
Dinin parçalanması insanın da parçalanması sonucunu doğurmuş. Bir hizip insanın yalnız düşüncesine yönelip duygu ve eylemini boş verirken, bir başka hizip de mensuplarının sadece duygu boyutunu öne çıkarıp düşünce tarafını ihmal etmiş. Buna paralel olarak, hizipler yaptıkları tercihe göre, ya toplumu feda edip ferdi öne çıkarmışlar, ya da ferdi feda edip toplumu öne çıkarmışlar. Vahiy ile başlayıp insanla devam eden parçalama süreci, doğal olarak hayatın diğer bütün alanlarına da yansımış. Tabii yalnız dini parçalamakla kalmamışlar. Bu cürmü işleyen bütün hizipler dinin kendi ellerinde bulunan parçasını ‘dinin kendisi’ olarak tanıtmaya çalışmış, hepsi de dinin ellerindeki parçalarını göstererek ‘din budur’ demişler. Dini ahlakileştirenler, ‘ahlak olmasa din olmazdı’ iddiasını savunmuşlar, tabii bunun ardından ‘biz olmasaydık ahlak olmazdı’ iddiası gelmiştir. Bu ve benzeri cümleler idraklerini bozmuş, ‘biz olmasaydık’la başlayan cümleler dini hayatı olan herkesin gündemine girmiş.

‘Şu zat olmasaydı ‘dini hizmet’ biterdi.’ sözleri söyleyenler ‘Bir kâfirle, bir fâsıkla bile dini kuvvetlendiren Rab’lerini unutup, kendi büyüklerini ‘Rab’ yerine koymuşlar. 

Bu ‘kendini âlemlere rahmet sanma’ yarışına dinden elinde bir parça bulunduran herkes katılmış ve herkes dinin elindeki parçasıyla, dinin diğer parçalarını taşıyanlara karşı başlamış övünmeye. ‘Efdaliyet hastalığı’ndan kurtulan, üstünlüğü ‘takva’ da gören bir bakış açısına ne kadar muhtacız. 

Mizaçlar, meslekler, meşrepler, akrabalıklar, mektepler/ekoller, mezhepler, metot farklılıkları çerçevesinde oluşturulan Müslümanların meydana getirdiği topluluk; dini oluşturan her hangi bir rüknü dinin bütününden koparıp kendi malı ilan etmediği ve dinin sabitelerini topyekûn kabul ettiği müddetçe bir problem olmaz. Akide planında tevhide, İslam ümmetinin birliğini doğrudan tehdit etmediği sürece de sosyal planda ‘vahdete’ aykırı değildir. 

Şayet dinin sabitelerini parçalıyor, değişkenlerini sabite haline getiriyor, varlığını tevillerle, kendi ölçüleriyle izah ediyor, dini oluşturan ana rükünleri birbirinden ayırarak kendisini bunlardan biriyle tanımlıyorsa, bu yapılanma akide planında ‘tevhid’ e, sosyal planda ‘vahdet’ e aykırıdır. Bunun adı; cemaat değil, ‘tefrika’dır.   

Cemaat-tarikat-siyaset-ticaret ilişkisi; ölçüsüz ve dengesiz faaliyetleri yüzünden hem kendilerini, hem de temsil durumlarından dolayı dini değerlerimizi yıpratmışlardır.   

Toplumu korumak, topluma kol kanat germek, Müslüman toplumun İslâmî hassasiyetlerini pekiştirmek için gayret göstermekle mükelleftirler. ‘Cemaat’ kavramı tertemiz, kökleri İslâm’ın kurucu kaynaklarına kadar giden önemli bir kavramdır. Tarih boyunca bütün Müslüman toplumlar ‘İslâm cemaati’, diğer dinlere mensup topluluklarsa ‘ümmet’ olarak adlandırılmıştır.

Cemaat, bütünleşmenin adıdır. Fitne, fesat, dedikodu, gıybet, vs. Semtine bile uğramaz/uğrayamaz. Yusuf Kaplan’ın bu husustaki cümleleriyle:

‘Cemaat, müşterek bir şuur yeşertmek, müşterek bir dünya kurmak demektir.

Cemaat, kişilik ve şahsiyet sahibi olmak, aidiyet bilincine, emanet bilincine ulaşmak demektir. Emanet bilinci, kişinin yalnızca Allah’a iman etmesi, Allah’ın dışındaki bütün dünyevî, şehevî, kapitalistik, nefsanî putları elinin tersiyle itmesi ve kendinden, çevresinden başlayarak yeryüzünde dalga dalga emniyet, kardeşlik, adalet ve hakkaniyeti yayması, tesis etmesi demektir. Cemaat, kişinin, ‘önce ben’ değil, “önce hakikat” diyerek yola çıkmasıdır.

Cemaat, kişinin kendisini değil kardeşini, ötekini, bütün ötekileştirilenleri düşünmesi, kardeşine ve bütün ötekileştirilenlere kol kanat germesi demektir. Cemaat, kişinin, ekmeğini kardeşiyle paylaşması demektir.

Cemaat, ümmet demektir. Ümmet, hem her bir müminin hem de bütün müminlerin aynı anda adıdır.

Hem her mümin, tek başına bir ümmettir, yani her şeyin anasıdır; hem de bütün müminler ümmettir, güvenilecek, sığınılacak, nefes alınacak yegâne limandır. Cemaatler kendilerine çeki düzen vermek zorundadır. Yapılan operasyonlar, hayırlı sonuçlara yol açar, cemaatlerin de köklü bir muhasebe yapmalarına yol açar inşallah. Ama toplum da bazı fırsatperesetlerin televizyon televizyon dolaşarak cemaatlere / tarikatlere yaptıkları saldırının, bu toplumun Müslüman omurgasını çökertmeyi amaçladığını aslâ unutmamalıdır.’

Devlete elbette ki, adam yetiştirmeli cemaatler. Ama sadece ehliyet, liyakat ilkeleriyle görev yapacak insanlar yetiştirmeli. Cemaat duygu, düşünce ve eylem birlikteliğini gerçekleştirmiş yapılardır. Duygu, düşünce, eylem birliği farklılıkların yok edilmesi demek değildir. Farklılıklarını yok edenler cemaat olamazlar. Eğer öyle olsaydı, kabristan sakinlerine en uyumlu cemaat olarak bakmamız gerekirdi. Çünkü ölüler farklı duyuş, düşünüş ve davranışlar sergileyemezler. Cemaat, farklılıkların insicamıdır. Kesrette vahdet bulmaktır. Farklılıklarını tefrikaya değil, zenginliğe dönüştürmenin yolunu bulmuş erdemli topluluktur. Birlikte yaşamak, birlikte iş yapmak; yalnızca birlikte yaşayarak ve birlikte iş yaparak öğrenilir. Bunun ne okulu, ne kitabı vardır.

Bunun mektebi cemaattir. Daha kendi aralarında dahi birlikte yaşamayı ve iş yapmayı beceremeyenler, hangi toplumsal dönüşüme öncülük edecekler? İster fert planında ister cemaat planında yapılacak olan ‘yanlışın farkında olmak ve doğrusunu öğrenip uygulamaya koymaktır.

Bayramlarda bile bir araya gelemeyen, İslâmî meselerde istişare edemeyen ‘baş’larla ne yapılabilir ki? Her gün gündemi işgal eden olayları; Müslümanları aydınlatıp, fikri bir ufuk açıp sorumluluklarının gereğini yerine getirmeleri, yük olmayıp yük almaları lâzım değil miydi? Cemaate göre din olmaz. Dine göre cemaat olur. Kavramları, ölçüleri kendi inancımızla görebilmemiz ve uymamız şarttır. Kendi kitabımız Kur’an-ı Kerim’i süs gibi kabında tutup okunup amel edilen hayat nizamımızdan habersiz yaşayamayız. Yaşıyor gözükenler ‘meyyit-i müteharrik’tirler. Yaşayan ölü yahut yaşayan cenaze!   

Kur’an anlaşılmak için indirilmiştir. Tefekkür ve düşünmenin en büyük davetçisidir. Onu her gün anlamak, her yeni hadisede yeniden, ona dönmek zorundayız. Kur’an bizim medeniyetimizin anahtarıdır.

Onu anlamadan kendimizi anlamak mümkün değildir.

Ayrıca kâinatın sırlarını açıklayan bir kitap olarak Kur’an, bütün insanlık için de çok önemlidir. Ve Kur’an-ı Kerim, yerine hiçbir şeyin geçemeyeceği tek kitaptır. 

Bu ölçüye göre hareket edilmeli, hasreti çekilen boşluk bu şekilde doldurulmalıdır.

Yaşar Değirmenci.