İnsanlığımızı Unutmadan Yaşayalım
İnsan unsuru, bütün toplumsal hareketlerin omurgasıdır. Bir hareketin geleceği, insana verdiği değere bağlıdır. İnsana değer vermek; kendi insanının değerini bilmekten geçiyor.
İşin başı iyi insan olmaktır. İyi insan da millî ve manevî değerlerle mücehhez insandır. Mutlu insandan ne bekleriz? İyi insan, iyi eş, iyi anne baba, iyi evlat, iyi vatandaş, iyi öğretmen, iyi bürokrat, vs. Nasıl bakıyoruz hayata ‘iyi insan’lar olarak?
Beklentilerimiz arayışlarımız, duyarlılık göstergelerimiz nelerdir? Şöyle bir bakalım içimize gönlümüze, halimize. Bozulan bir şeyler var ve biz onları hiç görmek istemiyoruz. İyi insan olma kavramının günümüzde bir özel değişim geçirdiğini görüyoruz. Bu kavram artık eskisi kadar şümullü ve verimli bir nitelik taşıyamıyor. Hayatın bir iyilik yolculuğu olduğu da unutuldu. Aidiyetimizi de. Kavramlar kendi kavramlarımız olmaktan çıkarıldı.
‘Başarı’dan sadece okulu, diplomayı, yabancı dili anlamayalım. ‘Hayırlı evlat’ kavramı da gündemimizde olmalı. Herhalde bir gün cevabı verilmese de ‘İyi insanlar ne oldu size? diye de sorulacak. Taşa-toprağa verdiğimiz önemi insana vermezsek, mal-mülk için ölümü göze alır da insanımızın kurtuluşu için hastalanmazsak idrakimizde sıkıntı var demektir. Maddî denge, manevî denge, mutluluk dengesi. Ferdî denge, sosyal denge, genel mutluluk dengesi. İnsanlığın aradığı bu. Bilhassa yaşadığımız; ‘pandemi belası’ bizler için de tam bir ‘insanlık ölçümüz’ün imtihanı oluyor. Sabır, şükür, kanaat, sadelik, cömertlik, infak, vs. gerektiren vazifelerin ifası. Sebebi olduğumuz problemlerin sonucundan şikayete hakkımız var mı? Değer ölçüleri, insanın ruhuna ve o ruhtaki manaya göre belirlenmeyince vasıtalar gaye oluyor, gayeler vasıta. Bu da ‘kurumlar insan içindir’ düşüncesi yerine, ‘insan kurumlar içindir’ fikrinin yerleşmesine sebep olur. Bu durum insana özel önem veren kültürümüze de terstir.
Eğer insan yetiştirmiyorsak, insana hizmet etmiyorsak, ihtişamlı binalarla, şişkin hesaplarla, vitrin süslemeleriyle bir yere varamayız. Bazı şeyleri çok yapmak, hiç yapılamayanları telafi etmez.
Yapılması gerektiği halde yapılmayan yahut yapılamayan öyle şeyler vardır ki; onların telafisi olmaz, ikamesi ve alternatifi olmaz. Uyuşturucusu, unutturucusu, maskesi, örtüsü olmaz. Onların bırakacağı boşluk, zehir gibi zıpkın gibi işler insanın içine. Neticede tedrici zehirlenme, güle oynaya zehirlenme diyeceğimiz hal meydana gelir. İnsan kaybolur. İnsanın kaybı ise en büyük kayıp.
Modernite, insana sunduğu oyun ve oyuncaklarla insanı ve insanlığı kaybettirdi. Sonuçta insanı kaybederek, insanı harcayarak elde edilecek hiçbir kalıcı başarıya ulaşılamadı. Değerlerden insanı uzak tuttu, tehlikeli gördü, değersizleştirdi. Sekülerizme götürdü.
Unutulmamalı ki kendi insanını, ilkelerini, ideallerini feda edenler, sonunda insansız ve imkansız kalmakla cezalandırılırlar. Hiç bu kadar ihmal etmemiştik insanımızı, onun hayatını.
Hayatın gerçekliğini, özünü, öz anlamını. Sanki nimetlerin de musibetlerin de tam farkında değiliz. Düşünmeyen, şükretmeyen, kaygılanmayan, sevmeyen, üzülmeyen, sevinmeyen, özlemeyen, bir yaşayış paketini mutlak veriymiş gibi uygulayıp gidiyoruz. Gönüllerimizin topraklarımız gibi hızla çoraklaştığı günümüzde; korona ve dijital işgal bireysel ve sosyal hayatı bitirdi. ‘Eve Sığınma’ yerine ‘eve hapsolma’ konuşulur hale geldi. Işıltılı, pırıltılı âletlere esaretin ve zihin işgalinin sonuçları yaşadıklarımız. Evinizde yaşanan huzursuzluk, hastalık ve sıkıntıları tevbe etmek ve Allah’a yönelmek için bir vesile ve fırsat bilme zamanının farkında değiliz. Bir Müslüman’ın en önemli özelliği kendisine veya ailesine bir sıkıntı, bela ve musibet isabet ettiğinde hemen Rabbine yönelmesi, ona iltica etmesi, davranışlarını gözden geçirmesi, hatalarına tevbe edip Rabbine yalvarmasıdır.
Allah’a açılan ellerin, yaşanan ‘infak ahlakı’nın, çözemeyeceği bir problem yoktur. Çünkü Allah kendine açılan elleri asla boş çevirmez. Yeter ki maddi manevi, fiili kavli dualarımızla yaşayalım.
Birey, aile ve sosyal hayatımızı televizyona sosyal medyaya göre değil İslâm’a göre yaşamak tek kurtuluşumuzdur. Bir toplumun, bir evin ve bir ailenin huzuru, mutluluğu, bereketi kaybetmesinin en önemli sebebi, o toplumun ve ailenin Allah’ın kitabını ve Resulünün sünnetini terk etmesidir.
Eğer bir evde ve ailede televizyonun, internetin, çevrenin etkisi Kur’an ve sünnetin yaşanmaya çalışılmasından daha etkili ve belirleyiciyse o ev sıkıntılara hazır olmalıdır. Kur’an-ı Kerim’de: “Kim de Benim uyarıcı mesajlarımdan, benim zikrimden/Kur’an’ımdan yüz çevirirse, artık onun için sıkıntılı bir geçim vardır. İyi bilsin ki onun hayat alanı daraldıkça daralacak” (20 Taha, 124) Şikâyet etmeye hakkımız yok.
Çünkü biz; örnekliğimizi ve etkileyiciliğimizi kaybettik. Savunduğumuz değerleri önce kendimiz yaşamayı ihmal ettik. Kulluk şuurunu Peygamberimizin ahlakını hayata taşıyarak “üsveyi hasene” izini süremedik. Dinimizi yaşanılabilir bir Müslümanlıktan ziyade mazeretleri, içinde bulunduğumuz şartları öne sürerek savrulduk. Dik duramadık.
Örnek Müslüman şahsiyetlere ihtiyacımız var. Milletin vicdanına terk edilmiş yıkık gönüllü insanları bulmanın, onları gönül dünyamıza almanın, yaralarına merhem olmanın görevimiz olduğunu unutmayan Müslümanlara ihtiyacımız var. Dünyanın gidişatından biz Müslümanlar sorumluyuz. Müslümanların birbirlerine karşı görev ve sorumlulukları, imanla orantılı bir meseledir. İman amel ihlasla bağlantılıdır.
Müslümanın başına gelenlere seyirci kalınamayacağını bilen/bildiren adamlar şart!
Örnek Müslüman; din kardeşinin derdiyle dertlenip ihtiyaçlarını karşılayan, fedâkârlık ve ferâgat gösteren, elindeki nimetleri, sevinçleri ve hüzünleri onunla paylaşandır. Çünkü gerçek kardeşlik, zor zamanlarda sergilenebilen kardeşliktir. İslâm’ı hayatın her alanında görünür kılmanın şart olduğu günleri yaşıyoruz. İslâm’ı hayattan uzaklaştırıp bireysel bir inanç meselesine indirgemeyelim. Yaşayarak, yaşatarak örnek olup İslâm’la insanı buluşturalım. İslâm’ın hayattan uzaklaştırılması durumunda, İslâm’dan boşalan boşluğu bugün şikayet ettiğimiz her şey doldurur.
Peygamberimiz, Müslüman kardeşlerine karşı hassas olan, onların dertlerine ortak olan mü’minlere şu sözleriyle müjde vermektedir:
“Kim bir Müslümanın dünya sıkıntılarından bir sıkıntıyı giderirse, Allah da onun kıyâmet günündeki sıkıntılarından birini giderir. Kim darda kalan bir kimsenin işini kolaylaştırırsa, Allah da dünya ve âhirette onun işlerini kolaylaştırır. Kim bir Müslümanın ayıbını örterse, Allah da dünya ve âhirette onun ayıplarını örter. Kul; kardeşinin yardımında olduğu sürece, Allah da onun yardımcısı olur.”
Müslüman kardeşlerimizin dertleriyle dertlenmeliyiz. Kimin neye gücü yetiyorsa o nisbette mü’min kardeşlerinin yardımına koşmalı.
Parası olan parasıyla, beden gücü olan bedeniyle, hiç değilse duâsıyla kardeşlerinin derdine ortak olmalı. Örnek Müslüman şahsiyetlere ihtiyacımız var. Bakınca Allah’ı ve ahireti hatırlayabileceğimiz, konuşunca ilmimizi arttırabileceğimiz, ibadet bilinciyle, ahlakıyla, sabrı ve samimiyetiyle, eminliğiyle örnek alabileceğimiz Müslüman şahsiyetlere…
Yaşar Değirmenci.