* FANİ DUNYA FORUM HABERLER


Gönderen Konu: Örnek bir Peygamberin Ümmeti Olduğumuzu Unutmayalım  (Okunma sayısı 338 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

fanidunya

  • Ziyaretçi
Örnek bir Peygamberin Ümmeti Olduğumuzu Unutmayalım
« : Ekim 30, 2018, 09:17:24 ÖS »
Örnek bir Peygamberin Ümmeti Olduğumuzu Unutmayalım

Örnek insanlar, rehber insanlar vardır. En mükemmel örnek (nümune-i imtisal) Resûlullah’tır. Sonra, O’nun yolunda olan, dereceli örnekler vardır.

Hiç kimsenin hayatı, Resûlullah aleyhisselamın hayatı kadar bilgi ve belge aydınlığı içinde değildir. Mübarek hayatının öyle safhaları hakkında bilgi sahibiyiz ki; hiçbir tanınmış insanın hayatı hakkında o kadar geniş bilgilere sahip olmamız mümkün değildir. Bu okumalar/öğrenmeler, okuduklarımızı, öğrendiklerimizi yaşamalar/yaşatmalar hem tahammülü ayarlar, hem de huzurlu bir hayat yaşamamızı  kolaylaştırır.

Ümmeti, küçük yaşta yetim kalmış bir çocuk; ana rahminde altı aylıkken babasını kaybeden, altı yaşında annesinin ölümünü gören, bütün hayatı anasız babasız geçen, fakat daha sonra insanlığın övünç kaynağı, Allah’ın en çok sevdiği insan, “inci gibi bir yetim” olarak sayılıp sevilen Hz. Muhammed aleyhisselamı örnek alabilir.

Bir öğrenci; Allah tarafından Kur’ân ayetlerini vahiy yoluyla getiren Hz. Cebrail karşısında oturup Kur’ân’ı can kulağıyla dinleyen, onu öğreten, her vesileyle tekrarlayan ve uygulayan Hz. Muhammed aleyhisselamı hayatına örnek alabilir.

Bir genç; gençlik yılları boyunca iffet, doğruluk, haya, edep timsali olan, amcası Ebû Talib’in koyunlarını otlatarak hayatını kazanan genç Muhammed aleyhisselamın hayatını kendisine rehber edinebilir.

Gerçek bir insan hakları savunucusu, Mekke’de haksızlığa uğramış, ezilmiş garip ve güçsüz mazlumları himaye için kurulmuş Hilfu’l-fudûl teşkilatına üye olup bu yolda canla başla çalışan, daha sonra da böyle bir organizasyonu övgüyle yad edip, “Böyle bir şey bulunsa yine üye olurum” diyen bir Peygamberi kendisine örnek alabilir.

Haklı bir dava adamı ama değeri bilinmeyen, sahipsiz, çaresiz ve kimsesiz bir kimse; Mekke hayatı boyunca akla hayale gelmeyen işkence ve baskılara maruz kalıp yalnızlığa terk edilen, ama hiçbir biçimde davasından ve inancından taviz vermeyen ve sonunda başaran bir Peygamberi kendine rehber alabilir.

Halka nasihat eden bir vaiz; mescidde sahabesine en güzel bir dille yol gösterici hakikatleri anlatan, tavsiye ettiklerini bizzat kendi şahsında mükemmel manada yaşayan, tek bir sözüyle kitlelerin hidayetine vesile olan mürşid Peygamberi hatırlayıp örnek alabilir.

Bir öğretmen, onun ilim ve irfanına muhtaç sahabileriyle arkadaş gibi yaşayan, öğrettiklerini bizzat yaşayarak gösteren, ihtiyaçlarıyla ilgilenen sevecen ve hoşgörülü tutumunu örnek alabilir.

Bir tüccar; Hz. Hatice’nin ticaretini işleten, ticari seyahatlere çıkan, alıp satarken doğruluktan ve dürüstlükten ayrılmayan o zatın yaşayışını, ticari ahlakını rehber edinebilir.

Bir aile reisi, ailesi ve çoluk çocuğuyla yakından ilgilenen, kendi ev işlerinde kimseye yük olmak istemeyen, adil, sevecen ve şefkatli Peygamberi rehber tutabilir.

Başarılı bir komutan; Her zaman barışı esas almakla beraber, zafer yolunda şartları çok iyi değerlendiren, bir avuç mücahidiyle Bedir ve Huneyn gibi büyük zaferleri kazanan, bozgunu tadarken bile bunu zafere ulaşma yolunda bir ders kaynağı yapan; on sene terk-i vatan etmeye mecbur kaldığı yurdu Mekke’ye büyük bir fatih olarak geri dönerken mütevazı halinden hiçbir şey yitirmeyerek engin gönüllü ve vakûr davranarak ‘savaş ahlakı’nı öğreten bir komutan. En büyük hesaplaşma ve intikam gününü, genel af ilan ederek bizzat kendi ifadesiyle ‘Sevgi günü’, yakınların buluşma günü haline getiren o büyük komutana bağlanabilir.

Zengin bir insan, hicretten birkaç sene sonra bütün Arap Yarımadasına hakim olup çok büyük servetlere sahip olan ve hepsini ihtiyaç sahiplerine dağıtan o zâtı kendisine örnek alabilir. Öyle bir örnek ki, ona uyduğumuz zaman hayatımızın karanlıkları kaybolup yolumuz aydınlanır, işlerimiz yoluna girer, yaşantımıza bir düzen ve disiplin gelir.

Her devirde, hayırlı bir topluluğun, toplumu yaşatma görevini üstlenmesini istiyor Mukaddes Kitabımız Kur’an. İyiyi emredip kötülüğü ortadan kaldırmasını istiyor bu topluluğun. İyilik buyruğunun ve kötülüğü ortadan kaldırmanın sürekli, kesiksizce devam etmesi, İslam’ın temel ilkelerindendir.

Peygamberimiz de: “Bir kötülük görürsen onu elinle düzelt, gücün yetmezse dilinle düzelt. Ona da gücün yetmezse, içinden onu kötü gör.” Yani, “yok etmeye gücün yetmedi diye bir kötülüğe alışma” demektir bu! Kötülüğe karşı mücadele, kalpte, düşüncede ve toplumda olacaktır. Kötülüğü bilfiil ortadan kaldırma gücü varken, ya da kötülüğe karşı birlikte hareket etme imkânı varken, bundan kaçan, sorumlu olacaktır, bu dünyada tarih önünde, öte dünyada, Allah huzurunda. Son gelişen ve değişen olayları fikir-düşünce zemininde tahlil ederek muhataplarımıza soralım:

Adaletin tecellisine katkıda bulunsana. Konumu, itibarı ne olursa olsun adalet önünde herkes eşit değil mi? Zaafları, kabiliyetleri, aklı, “en hayırlı ve en şerli” olmaya meyilli hâli, kompleks (şumullü) bir varlık oluşu. Sizlerle anlama ve anlaşma problemimiz var! Genel kültür seviyesinde de olsa kendi değerlerinizi bilmiyorsunuz, onun cahilisiniz! Hastalığınızı kabullenemediğiniz için tedavi olmaya da yanaşmıyorsunuz. Adaletten anladığınız farklı muamele! Bu hususlarla ilgili Rasulüllahın bir tavrını ortaya koyup düşünelim. İtibarlı bir ailenin kızının cezadan kurtulması için tavassutta bulunmak üzere Peygamber Efendimizin çok sevdiği Üsâme bin Zeydi gönderirler. Rasulüllah Efendimizin, Üsâme’ye cevabı, eskimeyen, pörsümeyen bir serlevhadır.

“Geçmiş kavimlerin helakına, itibarlı insanlar suç işlediğinde suçları örtbas edilip ceza verilmez.

Zayıflar suç işlediğinde hemen ceza verirlerdi. Üsâme! Sen bu cehâlet âdetini mi yaşatıyorsun. Vallahi kızım Fâtıma da suçlu olsa mutlaka onu da cezalandırırdım.”

Bir diğer misal. Zengin bir sahabi ziyafet vermektedir. Kesilecek hayvan, yemek pişirme diğer hizmetler. Birisi “ben güzel yüzerim.” Diğeri “ben güzel pişiririm.” Bir başkası ziyafet esnasında yapılacak farklı hizmetlere talip olur. Peygamberimiz de “Ben de odun toplayıp ateşinizi yakayım” der. Sahabe O’na hizmet ettirmek istemez. “Siz oturup istirahat edin, biz hizmetleri görürüz” derler. Bu duruma Rasulüllah’ın cevabı gecikmez. “İmtiyazlı (ayrıcalıklı) idareci olmaktan Allah’a sığınırım.” Örnekleri çoğaltmaya gerek yok. Yeter ki “Sünneti çağa taşıyalım.” Bunları idrak edemeyenler sünnetten çocukların sünnet olmasını anlamazlar herhalde! Aslında kuruyan bizim insafımız. Tükenen, düşünce yeteneğimiz.

Kararan, basiretimiz. Bozulan kendi iç (derûnî) dengemiz. Kirlenen, hafızamız. Çarpılan, muhayyilemiz. Eriyen, sorumluluğumuz. Çürüyen, sevgilerimiz. Öyle bir entel kötümserlik var ki, medya bunu öylesine sahipleniyor ki, nefes alıp vermeyi başarmak bile bir hüner sayılır bu toplum için.

Gösterişsiz, cazibesiz, primsiz emeklere sabırlara gayretlere gözümüzü ve gönlümüzü mutlaka açmalıyız. Şükrünü edaya güç yetiremeyeceğimiz nimetlere sahibiz; onları düşünmeliyiz, onların kadrini, kıymetini bilmeliyiz. Bu dünyanın gerçek manası, imanlı yaşamaktır. Ötesi, ona göre derece-derece mana payı alır. Gayelerin gayesi imandır, imanın kemalidir, iman selametidir, iman şuurudur. Allah’ın muhlis kulları olmaktır.

Yaşar Değirmenci.