* FANİ DUNYA FORUM HABERLER


Gönderen Konu: Bu Millet Unutmaz  (Okunma sayısı 111 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

fanidunya

  • Ziyaretçi
Bu Millet Unutmaz
« : Ağustos 31, 2020, 06:14:30 ÖÖ »
Bu Millet Unutmaz
   
Milletin dinine imanına tahammül edemeyenlerin hırçınlığına inat, insanlar hâlâ dinlerine değer veriyor, dinsiz bir hayatı imkânsız görüyor. Malum kişiler bu durumu “tehlike” olarak algılıyorlar. Bir bakıma doğru.

Ama kim için tehlike? Milletin dininde ısrar etmesinin kimler için tehlike oluşturduğunu tahmin edebilirsiniz.

Allah’ın kullarını kendi ideolojilerine ve sahte ilahlarına kul etmek isteyen özgürlük düşmanları için. Bu ülkeyi babasının çiftliği gibi kullanan kumarbazlar, madrabazlar, hokkabazlar, düzenbazlar için. Alkol, kadın, uyuşturucu ve bilumum günah tacirleri için.

Mazbut bir aileye sahip olamadığı, böyle bir aile ortamından mahrum kaldığından, aileye ve aileyi ayakta tutan bütün değerlere düşman olan ahlaksızlar için.

Nefsine kul şehvetine esir olduğundan dolayı, milleti millet yapan değerler (onlar için) hep tehlike! Sigarasını yakmak için bütün bir ülkeyi kundaklamaktan çekinmeyecek kadar bencil ve çıkarcı sapıklar için de. 

Çatlasalar da patlasalar da Allah’ın dini devam edecek. Bunu tehlike olarak görenlerin bu ülkeyi yüz yılın en kötü yönetilen ülkesi yaptıklarını millet ayan beyan gördüğü için sürecek. Onların bu ülkeye verecek hiçbir şeyleri olmadığı için sürecek. Bu milletin cebinden safa sürüp keyif çattığı halde, her seferinde karnını doyurduğu çanağı kirlettiğini, hatta tekmeleyip kırdığını gördüğü için sürecek. Mahut azgın azınlığın hiçbir sahici değerden nasibi olmadığı tecrübeyle sabit olduğu için sürecek. Bu ülkenin başına örülen çoraplardan dindarların sorumlu olmadığı, sorumluların hep özüne yabancılaşmış, dinden imandan kopmuş zümreler arasından çıktığı için sürecek. Hepsinden öte, Kur’an gibi bir rehber, Hz. Peygamber gibi bütün çağlara bir model olduğu için sürecek. Bu süreci Allah ve Resulünün ölçülerine, edille-i şer’iyyeye (Kitap/sünnet/icmaı ümmet/kıyası fukaha) riayetle;  kaliteli/seviyeli, insanla İslâm’ı buluşturma gayretiyle imtihan dünyasını kazandıracak amellerle devam ettirmek. Kim ne derse desin, Rabbimiz ve Resulü ne diyor, mühim olan odur.   

Din düşmanlarının yaptığı rezillikleri bu millet unutmadı. Diyanet İşleri Başkanı’nın sel felaketine uğrayan kardeşlerimizi ziyaretinden, Ayasofya Camiindeki hutbesine, başkanın ve bakanların verdiği müjdelere varıncaya kadar ne kadar müspet hadise varsa bir kulp uydurduklarını unutmuyoruz.

Allah için, insan ve insanın hiçbir meselesi problem teşkil etmez, edemez. Ediyorsa -ki ediyor- insan yine kendisi için sorundur. Bu memleket de dahil, mevcut dünyanın meselelerini (sorunlarını) başlıklar halinde alt alta sıralayın bakalım. İnsânî, imânî, felsefî, ilmî, iktisâdî, siyâsî, askerî ve ekolojik sorunlarının tamamında yatan sebep ne? Tabii ki, ‘haddini-değerini bilmeyen’ insan.

Allah’ın yeryüzüne açtığı en büyük kredi olan insan, haddini-değerini bilsin, sorunun değil çözümün parçası olsun diye Peygamberlik kurumu vardır. Allah tarafından ihdas edilmiş ulvi bir kurumdur. Hiçbir zaman eskimez, pörsümez; hep ter ü tazedir. Allah’ın sunduğu bu sahici modelleri göz ardı edenlere cilalı/makyajlı dünyanın sunduğu ‘fotomodellere’ itibar etmekten başka çıkar yolu gözükmemektedir. Kılavuzu karga olanın varacağı yeri söylemeye gerek yok. Âlemlere rahmet Hz. Muhammed de ‘model’ misyonuyla (usvetun hasenetun) gönderilmiştir. Bu misyonu ona Allah yüklemiştir. Onun alemlere rahmet olması, gayr-ı irâdî ve ‘vehbî’ bir oluş değil, irâdî ve kesbî bir oluştur. Fânî bedeniyle değil, bâkî misyonuyla alakalıdır. Bu misyona sahip çıkıp onu hayatlarına taşıyanlar, bunu yapabildikleri oranda Allah Rasulünün rahmet olduğu âlemlere dahil olurlar. Aksine, peygamberin misyonuna ihanet etmenin dünya ve ahiretteki bedelini öderler. Unutmamalı ki, bir peygamberin insanlığa getirdiği soluk o peygamber ruhunu Allah’a teslim ettiği zaman değil, misyonunu sürdürenler bulunmadığı zaman biter. Şimdi, her mümin, Kur’an’ın hayata dönüşmüş biçimi olan Allah Rasulüyle ilgili tasavvurunu yoklasın. Biz Peygamber misyonunun yaşatıcısı mıyız tüketicisi mi? Daha dobra soralım: Peygamber balına konmuş sinek miyiz, yoksa o petekte bulunan arı mı? Şahsiyet olabildik mi?

Allah’a karşı savaş açanlar, tanrılıklarını ilan etme safhasına gelmişlerse, cami duvarına pislemeyi marifet bilmeye başlamışlarsa, ben bundan ecellerine doğru yol aldıkları sonucunu çıkarırım. Allah’ın, düşmanlarına galip geleceğine imanım tamdır. Çünkü Allah büyüktür; güç ve kudret sahibidir. Ona savaş açanlarsa zavallı birer ölümlüden başkası değildirler. İnsanın önce şu soruyu kendisine sorması gerekiyor: “Ben çözümün bir parçası mıyım, yoksa sorunun bir parçası mıyım?” Bu soruyu dürüstçe cevapladıktan sonra içinde bulunduğu yapıyı sorgulaması gerekiyor.

“Benim cemaatim ümmetin sorunlarının çözülmesinde sorunun bir parçası mı, çözümün bir parçası mı?” diye. Bundan sonrası kolay. Bu bir şuur meselesidir. Şahsiyet olmak, kendi olabilme, kendi kalabilme, kendini gerçekleştirme, kendi başına var olabilme direnci ile başlar. Kulluk sorumluluğunun farkına varmış, Müslüman şahsiyet olabilmişse, kesinlikle çözümün bir parçası olacaktır.

İnsan kumaşının kalitesini artırıp mesuliyet şuuruna varmasını sağlamak. İnsanlara sorun: ‘Sen kendini ne sanıyorsun?’ diye. Bilmem kaç milyardan biri demeye gelen düz, kimliksiz, kişiliksiz bir birey mi, yoksa kimliğini, kişiliğini bulmuş bir şahsiyet mi? Kendisini ne sandığını kendine gösterip ne olması gerektiğini öğreteceksin. Bunu yapabildiğimiz oranda başarır, yapamadığımız oranda da kaybederiz ve hatta başkaları tarafından kullanılırız. 

Her Müslüman ‘Elimi uzatabileceğim halde uzatamadığımdan dolayı ateşe yürüyen her bir insanın manevi katlinde benim de sorumluluğum var’ diye düşünmeli.

Herkes sorumluluğunu idrak ederse, kötülüklerin olmaması, iyiliklerin olması için gayret gösterir, ‘salih amel’ işlemeyi prensip edinirse ve bunu da sloganlardaki ‘İslami hareket’ olarak görmeyip yaşayışına dikkat ederek örnek olmaya çalışırsa çok şeylerin değiştiğini bizzat görecektir. 

Şahsiyetini peygamberlerden verdiği örneklerle inşa eder. Takva, insanın ‘sorumluluk şuurudur.’ İnsan, Kilisenin dediği gibi, ‘günahkâr’ olarak değil ama sorumluluğuyla birlikte doğmuştur. İnsanın sorumluluğu, yaratılış amacına uygun bir hayatı inşa etmektir. Geçmişimizi ve bugünümüzü, Allah dostlarının ikazları ışığında bir defa daha değerlendirip, Peygamberimizin ‘size iki emanet bırakıyorum’ dediği Kur’an ve Sünnet ölçüsüyle hayatımızı tanzim ederek âcilen bir ‘nefs muhasebesi’ yapalım. Unutmayalım ki din; uygulamadır, pratik hayattır, kaalden ziyade ‘hal’dir. Yoksa yemeğin hayaliyle doymaya çalışan insanların gülünç durumuna düşeriz. 


Yaşar Değirmenci.