Din Yaşanmadan Olmaz
Din bir ışık, önüne tutarsan, yolunu istikametini aydınlatır. İçinde ne var diye kendi gözüne tutarsan, hem ne olduğunu anlayamazsın, hem gözlerin kamaşır eskisi kadar bile göremezsin; hem de, yolunu önünü aydınlatmak imkânından mahrum kalırsın. Bir şeyin kullanılması için de onun yapısını öğrenmek gerekebilir; ama o bilgiler genelde sınırlıdır ve asıl öğrenilmesi gereken bilgiler, ondan nasıl faydalanacağı ile ilgilidir.
Bir insan var, din hakkında birçok şey öğrenmiş. Hangi dinî konuyu açsanız hem de iddialı biçimde söyleyecek sözleri var. Fıkıh, kelam, tasavvuf, siyer, her konuda. Birtakım kitapları da okumuş.
Ve hep bu bilgilerle uğraşıyor. Düşünceye pek yer verdiği yok. Aslen öğrenmenin usul ve disiplinlerinden de çok uzaklarda. Peşin hüküm ve yargılama hâkim. Malzeme var, malzemeleri karıştırıyor, fakat bir türlü yemek yapamıyor.
Dolayısıyla faydalı olamadığı gibi çoğu zaman da zararlı oluyor istese de istemese de.
Bir başka insan var, az ama sağlam bilgilerin sahibi. Fakat edindiği bilgileri hayatının ışığı gibi değerlendiriyor. Tevekkülü yerinde, tedbir gayreti ve dengesi yerinde. Gösterişi sevmez. Dedikodu yapmaz. Sevgiyle bakar. Yardımseverdir.
İnceliklidir, mütevazıdır. Hayatın acıları karşısında sabır göstermeyi sevinçlerin karşısında şımarmamayı bilir. Yani, az biliyor ama bildiğini bir bütünlük şuuru içinde yaşıyor. Ve düşünmeyi de biliyor. Bizim örnek insanlarımız öyleydi. Toplum içinde ârif kişiler vardı. Şimdi ‘bilge adam’ dedikleri şahsiyetler. Ne kadar ihtiyacımız var bu şahsiyetlere. Yerleri kartvizitlerle, pâyelerle, makam-mevkilerle doldurulmuyor. Toplum, onların hasretini çekiyor. Zor geçitlerde vecize gibi sözler söyler, metanet ve istikamet gösterirler, hayatımıza ve birikimimize çok şey katan insanlar. ‘Maya insanlar’. Üstünde dinî motif var mı? Konusu önemli değil; ruhunda zihninde şuurunda kişiliğinde dinin istikamet denge ve tefekkür ışığı var mı? Önemli olan bu! Bu var ise, o insan düşünerek yaşar, sorumluluk şuuruyla yaşar, hayata geniş ve derin bakar; duruşu, hâli, tavrı, sevgiyle vakarı birleştiren bir güzellik taşır. Bizim ana düşünce meselemiz de, insanın böyle bir insan olmasını amaçlayan bir mantık yapısını gerekli kılar. Işığı gözüne tutma; gözünü ışığa dikme; onu kendi ruhuna, zihnine, yoluna, ufkuna yansıt.
Gözün görmesini sağlayan şey, ışığın bakılan yeri aydınlatmasıdır. Manevi ışığın yayılması düşünceyle olur, düşüncenin onu içselleştirmesi yoluyla olur. Düşünce eğitimi veremiyorsak, bu eğitimle kişilik ve sorumluluk şuuru veremiyorsak; bilgi aktarımıyla hiçbir şeyi başaramayız. İmtihan dünyasında olduğumuz, özgürlüğün Allah’a kullukla başladığı, elimizdeki her şeyin emanet olduğu şuuru, geçici bir dünyada ebedî hayattaki cennetin kazanılacağı, dünya-ahiret dengesi, “Allah’ın Rızası’nın her şeyden büyük ve üstün olduğu hususlarını düşünerek yaşamak. Mesele bu!
Dinin içine bakıp dünyayı içine sokmaya çalışmak değil; dinin, rehberliğinde ve onunla güçlenen aklın, yüreğin ışığında; hayatı düşünmek, evrenseli düşünmek, insanı toplumu düşünmek… Her hal ve şartta yaşanan dinimi yaşanmaz hale getirenlere, “iyi örnek” olamayanlara, huzur, sükûn, sürur içinde olması ve bu mesajı vermesi gerekenlere duygu-düşünce-hassasiyet-şuur hali nasıl verilebilir? ‘Bu kadar oluyor’a mı sığınmak gerekiyor?
Bu mesele Batı’nın tarihinde de vardı: dünyayı dinin, temsili zahiri varlığının içine mi sokalım; yoksa dini, hayatın dışında mı tutalım? İkisi de yanlıştı. Bu çekişmenin acılarını Batı asırlarca yaşadı. Ve Batı’nın bu serüveni düşünmediğimizden, bizi de etkiledi.
Dinin sadece bazı kuralları ve onlarla ilgili bilgileri değil, aynı zamanda bir ışığı var. İnsanın ruhu, aklı, bütünlüğü o ışığa muhtaç. Bu, sonuçta insanın manevi varlığını ve bütünlüğünü unutup unutmamak meselesidir. Batı, insanı unuttu ve bunu bir çözüm sandı; fakat bunun çözüm olmadığını her aklı başında Batılı da şu veya bu derecede anladı, anlıyor. Kapitalizmin en büyük zaafı; insanı unutması ve insana kendi bütünlüğünü unutturmasıdır. İnsanı unutan insana kendi bütünlüğünü unutturan bu yapıyı dikkate alan ve İslam’ın evrensel hitabını bu dikkat ve gayret içinde derinlemesine anlatabilen, O’nun ışığını yansıtan eserlere, insanın ve hayatın bütünlüğünü esas alan ve İslam’ın bütünlüğünden doğan ışığı tanıtabilen emeklere ihtiyaç var. Bunu gerçekleştirebilmek için evrensel donanımları da olan bir usul ve üslup yardımının gerekliliğini kabul etmeliyiz. Öteki çalışmalar yine yapılabilir, ama onlar bunun yerini tutamaz. Ve şunu da unutmamalıyız ki sadece onlarla yetinilirse, onlardan beklenen de hâsıl olmaz. Bugüne kadar olmadığını hep beraber gördük, yaşadık. “Kemiyetten keyfiyete geçemedik” demiyor muyuz? Güya “dinî hassasiyeti olan, dindar gözükenler bizi daha çok üzüyor” diye dertlenmiyor muyuz? Tarih bunların çeşitli örnekleriyle dolu değil mi?
Işığı gözüne tutma; gözünü ışığa dikme; onu kendi ruhuna, zihnine, yoluna, ufkuna yansıt. Gözün görmesini sağlayan şey, ışığın bakılan yeri aydınlatmasıdır. Manevi ışığın yayılması düşünceyle olur, düşüncenin onu içselleştirmesi yoluyla olur. Ve sen düşünce eğitimi veremiyorsan, bu eğitimle kişilik ve sorumluluk şuuru veremiyorsan; bilgi aktarımıyla hiçbir şeyi başaramazsın. Her zaman İslâm’ı iyi anlayamadığımızdan, yaşayamadığımızdan hep şikâyet edilir. Uydurduğumuz mazeretlere sığınılır.
Her hal ve şartta yaşanan bir dinimiz olduğu da unutulur. Bizim de hayatımızda Mekke dönemi de var, Medine dönemi de…
Yaşanmayan, hayata nüfuz etmeyen, sosyal tezahür imkanlarından mahrum bırakılan her inanç zayıflar, solar, küllenir. Dinin öz bilgileri; düşünceyle, hassasiyetlerimizle hemhal olup, içselleştirilerek şuur hali içinde hayatımıza yön vermelidir. Çünkü hayata müdahale eden bir dinimiz var bizim. Din; ruhu ve zihni ışıklandırmak ve hayatın içinde yaşamak ve yaşatmak içindir.
Yaşanmayan din; yemek yemeyenin, yemeği düşünerek doymasına benzer.
Dinimizi yaşayalım. Dinimize uyalım, dinimizi kendimize uydurmayalım. İslam’a teslim olalım ve onu en güzel (üsveyi hasene) ile temsil edelim.
Peygamberimizi hayatın dışına çekmeyelim. O’nun sahte kutsallarla savaştığını, putları yıktığını unutmayalım.
Yaşar Değirmenci.