Allah’tan İsteme Usûlü
Hepimizin çok okuduğu Kur’an-ı Kerim’in önsözü mahiyetindeki Fatiha suresini ele alalım. Bu sure bir “nasıl”a cevaptır. İnsan-Allah iletişiminin insandan Allah’a doğru olan boyutunu temsil eden duayı nasıl yapmalı? İnsanın Rabbi karşısındaki esas duruşunu temsil eden “dua vaziyeti” nasıl alınmalı? Her makamın bir usulü vardır. Dilekçeler usulüne uygun yazılmalıdır. İnsanın Allah’a gönderdiği bir dilekçe olan duanın da elbet bir “nasılı”, yani bir “usulü” olmalıdır. Peki bu usul nedir? İşte Fatiha suresi bu sorunun cevabıdır. Bu cevap şöyle gelir:
l Sen isteyen insan, başvurduğun kapı ise Allah’ın kapısı. O halde o kapıya bir şey istemek için başvurduğunda önce bütün övgünü, hamdini, senanı O’na yönelt. Yönelt ki başvurun, “İlk defa sana işim düşüyor” ya da “Senden ilk defa bir şey istiyorum” anlamına gelmesin. Çünkü zaten her şeyini O’na borçlusun. Yeryüzündeki varlığın, O’nun açtığı karşılıksız kredinin eseridir. O’ndan istediğin dili dahi O’na borçlusun. Bu bilinç, bütün övgülerinle, medih ve senanla, hamd ve şükrünle O’na yönelmeni sağlar. O halde dilekçenin ilk kelimesi (sözcüğü) hamd olsun.
l Başvurduğun kapıyı biliyor musun? Kime başvurduğu bilmiyorsan niçin o kapıdasın? Madem o kapıya dilekçe yazıyorsun, talebine cevap verecek güç ve kudrete malik olduğunu da biliyor olmalısın. O halde, o kapının sahibinin niteliklerini dilekçenin başına kondur. Kimden istediğini bildiğini dile getir. Başvurduğun kapının hükümranlık alanını tanıdığını belli et. “Bütün varlığın Rabbi”, “Rahman”, “Rahim” ve “Hesap Günü’nün biricik otoritesi” olduğunu biliyorsan, mesele yok.
l Şimdi, varoluşsal sözleşmene sadık kaldığını dile getirmelisin. Birazdan bir şeyler isteyeceksin, talepte bulunacaksın. Ama ondan önce kendi sınırlılığını O’nun sınırsızlığını, kendi yetersizliğini O’nun yeterliliğini, kendi aczini O’nun kadrini, kendi ubudiyetini O’nun uluhiyetini dile getirerek söz vermelisin. Bunu verirken de ‘ben’cil bir değil ‘biz’cil bir dil kullanmalısın. Bireysel şuur modundan toplumsal şuur moduna geçmelisin. Yani şöyle demelisin: “Yalnız sana kulluk eder ve yalnız senden yardım dileriz.”
l Şimdi iste! Ama o kadar çok şey var ki isteyeceğin, hangisinden başlayacağını şaşırdın. “Nasıl başarmalı?” sorusunun cevabını nasıl bulmalı? Bütün isteklerini sıralasan ömrün kâfi gelmez. Öyle bir şey istemelisin ki, bütün diğer isteklerini kapsamalı. Hem istediğin şeyin kendi hayrına olduğunu nasıl bileceksin? Belanı istemediğinden nasıl emin olacaksın? En iyisi, bütün bu nasılları O’nun usulüne bakarak cevaplamak. O cevap da açık:
“Bizi dosdoğru yola yönelt; kendilerine nimet sunduklarının yoluna; gazaba uğramışların ve sapıkların yoluna değil”
Bu duaya melekler de dâhil kim âmin demez? Âmin!
Gördüğün gibi hidayet istedin. Hidayet, yani istikamet açısı, rota, yol haritası. O olduktan sonra gerisi kolay. Diğer bütün istediklerine yol boyunca kavuşacaksın. Yol sonunda ise en büyüğüne. Önemli olan yürüyeceğin istikameti doğru tutturmak. Koordinatları doğru tesbit etmek.
Kur’an-ı Kerim vahyi, kendisine yabancılaşan insanı kendisini bilmek, barışık ve tanışık kılmak için gönderildi. Yani Kur’an insanın imha edilen iç dünyasını yeniden inşa edeceğine göre kitabımız Kur’an-ı Kerim’in ilk suresi Fatiha’dan başlayarak kimliğimizi ve kişiliğimizi inşa ve ihya şuurumuzla bize olan hitabı salih amellere dönüştürelim. Tasavvurumuzu, aklımızı, kalbimizi, şahsiyetimizi. ‘Müslümanım’ demek kolay, fakat tasavvurumuzu, aklımızı, şahsiyetimizi Müslüman etmek zordur. Bunu da yapmadan adam gibi Müslüman olmak mümkün değildir. İrademizi kullanmada gerisi bize kalıyor:
Yürümeye ve yol alma yolculuğuna Fatiha ile başlayıp Nas ile bitirelim.
Var mısınız?
Yaşar Değirmenci.