* FANİ DUNYA FORUM HABERLER


Gönderen Konu: ÖRNEK MÜSLÜMAN OLMA HASRETİ ÇEKİYORUZ  (Okunma sayısı 304 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

fanidunya

  • Ziyaretçi
ÖRNEK MÜSLÜMAN OLMA HASRETİ ÇEKİYORUZ
« : Aralık 04, 2018, 06:24:00 ÖS »
ÖRNEK  MÜSLÜMAN OLMA HASRETİ ÇEKİYORUZ

Dünya sevgisi gönülleri öylesine kaplamıştır ki, zahiren dinî içerikli söylemler bile dünya hayatına getirdiği konfor itibarıyla değerlendirilmektedir. Dünya hayatını küçümseyecek en küçük bir îmâya tahammül gösterilmez; o sevgiliye asla toz kondurulmaz. Dinî yükümlülüklerimizi azaltan, böylece dünya hayatını mümkün olabilecek en geniş ölçüde dinin elinden kurtaran kimse baş tacı edilir. Dünya hayatının kutsallığına herhangi bir şekilde leke konduran, bu hayatın fâniliğini hatırlatan, ölümden söz eden ve dünya itibarıyla herhangi bir fedakârlığı gerektirecek yükümlülüklerimizi önümüze koyan insan hiçbir şekilde makbul addedilmez.

Allah’ın kitabında ve Allah Resulünün hayatında, dünyanın bu kadar yüceltildiğini hiçbir şekilde göremezsiniz. Herşeyin önünde âhıret vardır; dünya ona göre bir değer kazanır. Çünkü bâki olan hayat, âhıret hayatıdır. Bâki olan, fâni olamaz. Bu gelip geçici hayat, eğer bir değer ifade edecekse, yani bizim şu dünya üzerinde nefes alıyor olmamızın bir sebebi varsa, o da bize âhıreti kazandırması itibarıyladır. Kur’ân’ın düzinelerce âyetinde son derece açık ifadelerle vurgulanan şey, sadece dünyayı isteyenin âhıretten hiçbir nasibi olamayacağı, dünya hayatıyla tatmin olanın âhırette cezadan başka bir şeyle karşılaşmayacağıdır. Bu dünya, Sahabenin deyimiyle, bir binektir, bizi menzilimiz olan âhırete ulaştırır; bu hayat bir azıktır, o yolu almak için bize gerekli olan şeyi sağlar.

Mümin için en büyük gaye, Allah’ın rızasını kazanmaktır. Allah’ın râzı olmadığı şeyde hayır yoktur. Hayır, bizim gerçekleşmesinden hoşlandığımız netice değil; doğru uygulamalar sonunda, her ne olursa olsun, meydana gelen neticedir. İmanın kemâli, muhabbetullaha dayanır. Allah’ın rahmetinden ancak kâfirler umut keser. Sıhhatli denge, umut ile korku arasında bulunmaktır. (Biz değişmedikçe Cenab-ı Hakk’ın bizim halimizi değiştirmeyeceği, başımıza gelenlere nefsimizin sebep olduğu ve nasılsak öyle idare edileceğimiz)

Peygamber Efendimizin nübüvvet öncesi ve sonrası hali yaşayışı, Mekkelilerce gayet güzel biliniyor, peygamberliğinde onun temel fikirlerine karşı koyarak tevhidi kabul etmemek, şüyuunu engellemek için türlü yollara başvuruyorlar, fakat şahsi hayatı hakkında en ufak bir ithamda dahi bulunamıyor, O’nun “el-Emin”liğini ikrar mecburiyetinde kalıyorlardı. O, insanlara teklif ettiği hususları herkesten önce kendi nefsinde, herkesin yapabileceğinden fazlasıyla tatbik ediyordu. Şüphesiz bu, davet edilenlere önemli bir faktör olacaktı. Umman meliki el Culendi’ye  Rasulüllah’ın İslam’a davet mektubu ulaştığı zaman Hz. Peygamber’in hayatı hakkında bilgiler edinen melikin sözleri şöyle oluyordu: “Allah beni ümmi peygambere delalet etmiştir. O peygamber, hiçbir iyiliği kendisi ilk tatbik eden olmaksızın emretmiyor; hiçbir kötülüğü de kendisi ilk terk eden olmaksızın nehyetmiyor. O, mutlaka galip gelecektir, engellenmeyecektir; mutlaka üstün çıkacak, darda bırakılmayacaktır. O, ahde vefa gösterir, vaadi yerine getirir. Ben kesinlikle kabul ediyorum ki o, bir peygamberdir.” Yaşayışıyla güzel örnek olma kaidesinin müessiriyetini gayet iyi bilen Peygamber Efendimizin kendisi hayatıyla örnek teşkil ettiği gibi, İslam’a davet ettiği insanlar İslami yaşayışı görerek fikir ve kanaatlerini ona göre tayin ve tespit etmelerine imkan ve vesileler hazırlıyordu. Bedr Gazvesi’nde ele geçirilen esirlerin topluca bir yerde mahpus tutulmaları yerine birer birer ashab-ı kirama dağıtılarak misafir edilmeleri, başka birtakım fayda mülahazaları yanında büyük ölçüde, esirler sahabenin İslami yaşayışına vakıf olsunlar diye olsa gerektir. İslam düşmanı Benu Hanife reisi Sümame’nin Müslüman olmasına, Peygamberimizin hüsn-ü muamelesi, karşılıksız affı yanında Mescid’de bir direğe bağlı kaldığı müddet zarfında İslami tatbikatı görerek hakikati idrak etmesi de müessir olmuştur, diyebiliriz. Taif heyeti geldiği zaman, Müslümanların Kur’an okuyuşları, namaz kılışları huşü içinde ibadetleri ve İslam’ı yaşayışları kalblerini rikkate getirsin diye Peygamberimizin onları Mescid’in hemen yanında misafir ettiğini biliyoruz.

Bazı heyet mensuplarının, ashabın evlerine dağıtılarak misafir edilmelerinde, yine bu hususun önemli olduğu da hatırdan çıkarılmamalıdır. Rasulüllahın yolundan giden Allah Dostları da aynı endişeyi taşımışlardı. Meselâ;  Abdullah bin Mübarek Hazretleri, kötü huylu bir kimseyle yolculuk yapmıştı. Seyahatleri bitip ayrıldıklarında Abdullah bin Mübarek içli içli ağlamaya başladı. Bu hâle şaşıran dostları: “Neden ağlıyorsun? Seni böylesine mahzun eden şey nedir?” diye sordular. O Hak dostu, derin bir iç çekti ve yaşlı gözlerle: “O kadar yolculuğa rağmen beraberimde bulunan arkadaşımın kötü hallerini düzeltemedim. O biçarenin ahlakını güzelleştiremedim. Düşünüyorum ki; acaba benim bir noksanlığımdan ötürü mü ona faydalı olamadım? Şayet o, benden kaynaklanan bir hatadan dolayı istikamete gelmediyse, yarın benim halim nice olur!” dedi ve hıçkırıkları boğazında düğümlenmiş bir vaziyette ağlamasına devam etti. Bütün bunların ışığında düşünelim. Bizim hangi ‘ahlakı muhammediye’ halimiz etkilemiş, üsveyi hasene (güzel örnekliğimiz) İslâm’dan uzak olanlara dinimizi sevdirip hidayetlerine vesile olmuşuz? Kaalimiz değil, halimiz tesir etmiş, ‘amelsiz Müslümanlar’ı salih amelli hale getirmişiz. Bizim yüzümüzden dinden soğuyanlara, uzaklaşanlara, özünden kaynağından öğrenmeyip davranışlara bakarak hareket edenlere M. İkbal’in ‘Müslümanlar kusurlu İslâm kusursuz’ sözünü hatırlatmak lazım. Zahmetsiz rahmetin olmayacağını da.

Yaşar Değirmenci