KADIN DA ERKEK DE ÖNCE İNSANDIR
Kadınlarla ilgili konular çok işleniyor. Kitaplar, tv programları, sayılamayacak kadar çok yazılar, atıflar, sohbetler, paneller. Acaba bu ilgi, yeterince sağlıklı mı? Sonuçlar çıkarmaya ve mesele çözmeye yarıyor mu? Kadın eziliyor, şiddete mâruz kalıyor, anlaşılmıyor, çeşitli ihmallerle karşılaşıyor, gelişmesine ve bireyselleşmesine engel olunuyor, ekonomik açıdan güçlenmesine izin verilmiyor, aldatılıyor. Tabii ki erkekler adına da çeşitli şikâyetler ve savunmalar ileri sürülüyor. Hemen bir tesbitle konunun ufkunu açmaya çalışalım:
İnsanların, evlilik ve moda tabirle ‘birliktelik’ dışındaki, insanî ilişkileri nasıl? İnsanlarımız; arkadaş olarak, komşu, akraba, dost olarak nasıl geçiniyorlar, nasıl anlaşıyorlar, nasıl diyalog kuruyorlar? Yâni her alanda iyiyiz de, kadın-erkek ilişkilerinde mi kötüyüz? Erkeklerin kendi aralarında, kadınların kendi aralarındaki ilişkiler çok mu iyi?
İnsan ilişkileri; şehre, kasabaya, köye, mahalleye, apartmana, siyasete, iş hayatına nasıl yansıyor? Temel yanlış; kadının ve erkeğin, bütün bu analizlerde, ‘insan’ kimliği geri itilerek ele alınmasıdır. ‘Biz kadınlar’ ve ‘biz erkekler’ ayrımını, genelleştirme temeli olarak kabullenen hiçbir analiz doğru sonuç vermez. İnsan ruhu, insan zekâsı kadında ayrı erkekte ayrı değerlere ve ölçülere bağlı değildir. Kültür, kişilik, karakter, ahlâk, düşünce, sanat değerleri ve ölçüleri itibariyle de öyledir.
Kadının da düşüncesizi olur, erkeğin de; erkeğin de duyarsızı ve zalimi olur, kadının da. Farklılıklar sadece tezahür biçimlerinde yaşanır. Bazı insanlar, yalan söyler, aldatır, vefasızlık eder, bencilce davranır, ince hallerden anlamaz, sevmeyi ve sevgiyi bilmez ve tutkulardan, ihtiyaçlardan ibaret sanır. Bütün bunlar ‘cinsel’ değil, insanî (ruhî-aklî-karakteristik-beşerî) zaaflardır. Sebepleri ve çareleri böyle bir tesbite bağlı olarak aramanız gerekir. İyi insan olmadan; iyi kadın, iyi erkek (koca) olunmaz. Güzel insan olmadan; güzel kadın, güzel erkek (güzel eş) olunmaz. Kadın erkek farkı düşünmeden, muhatapların cinsiyetini bilmeden, bazı sorular sorup doğru cevaplarını alarak; onların, erkek ise nasıl, kadın ise nasıl bir tezahür planında yaşadığı çok kolay anlaşılır! Bunun anlamını, basitleştirerek açmaya çalışalım:
Bireyin insanî özellikleri ne ise, onun bir kadın yahut erkek olarak; bir vatandaş, bir komşu, bir arkadaş, hatta bir meslek adamı olarak nasıl bir tezahür ve uygulama (yaşayış) çerçevesi çizeceği o insanî özelliğinin ışığında rahatlıkla ifade edilebilir. Kabahat cinsiyetimizde değil, unutulup parçalanmış insanlığımızda. Aslında insanı ve insanın özünü unutmak, sadece kadın-erkek meselelerinde değil, her alanda görülebilir.
Ekonomi’nin insanı, ihtiyaçlarını ve çıkarlarını gözeten bir karar biriminden (öznesinden) ibarettir. O zaman tabii ki ‘insan insanın kurdudur’ hükmü geliyor. ‘Pratik kolaylaştırma’ gibi masum bir mazeretin soyutlama işlemi, gitgide özü unutmaya ve tamamen ihmale varıyor. Ekonomi bu türlü, sosyoloji başka türlü; çeşitli ilim dalları ve düşünce ekolleri, kendi analiz tercihinin soyutlama metotlarıyla aynı işi yapıyor. İnsanın, kendine yakın bulduğu tarafını ve oradaki hayatiyet tezahürlerini çerçeveliyor; özünü teşkil eden bütünlük gerçeğini bir tarafa bırakıyor. Hatta bunu tıp adına ve din adına yapanlar dahi olabiliyor. İnsanın sadece karaciğerini bilmek yetmez, önce insanı bileceksin; özüyle ve bütünlüğüyle…
Dinde dahi aynı ihmaller yaşatılabiliyor. İnsanın özü muhatap alınacağına, onu küçülten daraltan, hakikatinin sadece bir yönünü öne çıkarıp genelleştiren yüklenmelerle yetinenleri görünce hep bir İslâm düşünürünün şu sözü hatırlanıyor:
“Aslî (zâti) tecelliyatın mazharı, insanın kalbidir, herhangi bir mekân değil.” Sevgi, bir içselleştirme alışverişi gibidir. Bir ince yaklaşım gider, içselleştirilip zenginleştirilmiş olarak gelir. Bu gel-gitler sevgiyi kökleştirir, geliştirir, besler. Karşılıksız sevgi, büyüyemez gelişemez. Burada ‘karşılık’tan kastım, maddî-cismani bir darlığa elbette ki indirgenemez. ‘İyi başladı da, arkası gelmedi’, ‘Heyecanı kayboldu, alışkanlığa dönüştü’ denilir. Hâlbuki ekseriya, ne başlayan vardır, ne biten. Doğsaydı ve başlasaydı; doğup başlamasını sağlayan bağlanışlar, onun devamlılığını ve gelişmesini de sağlardı. Aksama sebebi gibi görülen bazı eksikler ve zaaflar; göründüğü yerde değil, doğduğu yerde aranmalıdır. Tezahür planında gördüğünüz olumsuzluklar, sonuçtur sebep değil.
Sonuçların bir kademe gerisindeki görüntüler de öyledir. Sebepler, gerçek halleriyle beyindedir, ruhtadır. Bir Batılı’nın dediği gibi cinsellik dahi öyledir. İçgüdüyle başlayıp biten açıklamalar, insanlar için değil, diğer canlılar içindir.
İslam’ın ahlâki kavramları, tıpkı annelerinden İslam fıtratıyla doğan çocuklara benzerler. İslam fıtratı üzerine doğan gül yüzlü güzel çocukları, başta ebeveynleri olmak üzere, onların zihnini ve kalbini kullananlar yoldan çıkarır. İşte onun gibi, gül yüzlü güzel kelimeler de, onlara en çok sahip çıkması gerekenler tarafından kirletilir, örselenir ve tacize uğrar. Kirletilen ahlâki kavramlarımıza mı yanalım, İslam adına ortaya konan çirkinliklere mi yanalım, Allah adına aldatılan binlere mi yanalım, ‘ihlas’ diye diye ‘diyalog’ diye diye ‘hizmet’ diye diye tüketilen değerlerimize mi yanalım, hoyratça kırılan umutlara mı yanalım, örselenen güven duygusuna mı? Yoksa mağdur edilen insanlara mı yanalım? Söyleyin, hangi birine yanalım?
Bir, kendinizi inkâr ederseniz kendiniz olmaktan çıkarsınız, fakat ‘öteki’ de olamazsınız. İki, dininizden yırtarak dünyanızı yamarsanız, sonunda elinizden dininiz de dünyanız da gider. Üç, insanlarınızın size olan itimat ve sadakatini -yani yüreklerini- ayağınızın altına koyarak yükselme yöntemini seçerseniz, gün gelir o yüreklerin kanında boğulursunuz. Dört, Allah’tan başkasından korkmaya başlarsanız, korktuğunuzun kulu haline gelirsiniz.
Yaşar Değirmenci.