Kadın-erkek bu tesettür yazısını okur musunuz
Tarih boyunca insanlara en ağır gelen dini hükümler, tesettür’le, içki’yle, ve fâiz’le ilgili olanlarıdır. Sıhhatli tesbitlere göre bu hükümler, Musevîlikte de, İsevîlikte de vardı. Fakat insanlar, ne yapıp edip, bu hükümleri uygulanmaz hâle getirmeye çalışmışlardır. Niçin? Çünkü nefse ağır geliyor. Neden ağır geliyor? Çünkü bu hükümler hayat tarzı ile doğrudan ilgilidirler. Dinin diğer icaplarını yerine getirip getirmediği, insanın hayat tarzı içindeki fotoğrafıyla anlaşılmaz. Yaparsın yapmazsın uzak görüntüden kimse bir şey anlamaz. Ama tesettür öyle değil, fâiz öyle değil, içki öyle değil! Görülüyor ki, nefsin ve onun esiri olmuş insanlığın, her devirde ve her çağda ‘tesettür’den ve içki yasağından zoru olmuştur. Tesettür ve içki, hayatın sosyal yönüyle; fâiz, iktisâdî yönüyle; meşveret, siyâsî yönüyle doğrudan ilgilidir. Diğer bir ifade ile hayat tarzı ile ilgilidir.
Tesettürle ilgili bazı genel esasları ortaya koyarak dinimize ters düşmeyen ilke ve prensip ölçüsüyle değerlendirmede bulunabiliriz. Bu genel esaslar hemen herkesin kabul edeceği şekilde ifade edilebilir. İlkeleri ortaya koyduğumuzda ifrat ve tefrite düşmeyen, itidalli insanların kabulleneceği hususlar olduğu görülecektir.
1- Sadelik 2- Temizlik 3- Dikkat çekici olmaya çalışmamak ve şekli özellikleri şahsiyet değerlerinin önünde tutmamak. 4- Teşhir kastı gütmemek ve bu türlü yorumlanabilecek aşırılıklardan kaçınmak. 5- Tabiilik, sâdelik ve uygunluk şartlarını mümkün olduğunca gözetmek. Bütün bunlar tesettürde dikkat edeceğimiz prensiplerdir.
Bunlar her zeminde savunulabilen esaslardır. Dolaylı mesajlar vermek istiyorsak böyle verelim, ‘modacı’ kesilerek değil. Maddeleştirdiğimiz esaslarla:
1- Yeteri kadar uzunluk (kısalığın zıddı)
2- Yeteri kadar genişlik-bolluk (darlığın zıddı)
3- Yeteri kadar kalınlık (şeffaflığın ve inceliğin zıddı)
4- Çarpıcı-acayip renklerden kaçınmak. (Sâdeliğin zıddı)
Bu hususlar her estetik düşünce zemininde kendine yer bulabilir. Dikkat edilirse aradaki mesafe küçülür, tezatlar yumuşar, zararlar azalır, faydalar çoğalır. ‘Biz de modacılık yapalım, modaya önem verenleri bu yolla etkileyelim’ deniliyor. Bu düşünce yanlıştır. Böyle bir yaklaşım bizi, belki tesettürün zahiri ölçülerinden değil, ama onu da şümulüne alan giyimle ilgili esasların ruhundan uzaklaştırır. Mesela şunlar olur:
İsraf başlar. Ben öyle Müslümanlar tanıyorum ki; üzerindekilerin maddi değerini hesaplasan, küçük bir işletme sermayesi olur! Gösteriş ve dikkat çekme arzuları yayılır. (Ki bu, tesettürün hikmetine aykırıdır.) Şahsiyetlilik dengesi bozulur. Vakara, ciddiyete, saygı, telkin edici olmaya aykırı durumlar baş gösterir. Komik olmak tehlikesi bile doğar. Böyle bir çerçevede estetik tutarlılık zaten kalmaz. Tabiilik ve sâdelik içinde bulunma, gösterişten sakınma-kaçınma, görmemişlikten sakınma-kaçınma, dikkat çekmekten sakınma ve kaçınma! Bütün bunlarda “başörtü”lü olanların kaale almaları gereken önemli noktalardır. Ayrıca insanı sevgiyle koruyup canlı tutabilirseniz, bu sâyede verilmesi gereken hizmetleri verebilirsiniz. Her başörtülü direkt veya dolaylı inancı-dini-imanı hatıra getirir. Sanki sembolik bir hatırlatmada bulunur. Bu durum da klişeleşmiş kelimeleri her zaman dile getiren kitleyi hayatlarına müdahale olarak gördüklerinden rahatsız olurlar.
Basiretli insan, değişen şartlar içinde de, kendi dengesini bulur ve korur. Genel esaslara göre bulur ve korur. Farkında olmadan düşülen hatalardan biri de İslâm’ın sadece ‘başörtüsü’ne indirgenmesidir. Bir hayat nizâmı olan İslâm’ı; inancın bir cüz’ü, bir parçası olan tesettürden veya başörtüsünden ibaret görmemeli, ‘bütün içindeki cüz’ ihmal edilmemeli. İslam’dan hareketle belirlenmiş genel esaslara aykırı olan, İslam’a da aykırıdır. Bir yere gideceksin; tanıyan tanımayan herkes, (kıyafetin dolayısıyla) sana bakacak. Bu bir kıstastır. Eğer böyle olursa, senin mantıken de İslami açıdan da bir yanlışın var demektir. Bazı uygulamalar, kurallar, dış görünüş olarak zahiren uygun bulunsa bile, hikmete aykırı olabilir. Unutulmamalıdır ki her şey, hayatın bütün içindeki yeri kadar önemli ve değerlidir.
Her hal ve şartta şuur tarafımız önde olmalı. İslâmî hassasiyet taşıyan her başörtülü, bembeyaz elbise giymiş demektir. Beyaz elbise leke kabul etmez! Tamircinin tulumundaki lekeleri gören, onlarla uğraşan var mıdır? İnsanın, kıyafetiyle dikkat çekmek istemesi ve o haliyle tatmin bulması, İslam’ın küllî hayat görüşüne aykırıdır. İstenen ne? Ağzında sakız çiğneye çiğneye yürümek mi, sigara içerek dolaşmak, eteği klasik giyim olarak görüp kot veya diğer pantolon, başında başörtü! Âdeta aksesuar! Yemekte garnitür gibi.
Bilhassa başörtülü gençler sâdelik ve tabiilik içinde genel esaslara uygun bir seçmecilik tercihinde bulunurlarsa doğru hareket etmiş olurlar. Tavırla, tutumla, yaşama üslubuyla, hanımların kıyafeti uygunluk içinde olmalıdır. Zarf-mazruf meselesi! Alış-verişleri, etkileşimleri, komşuluk ilişkileri, lüzumlu değişimleri, kendini aşma tavırları, kadınlarımızın davranışlar olmalı. Hassasiyetleri, ‘örnek olma şuuru’, insânî münasebetleri, zarafetli, nezaketli, nezâhetli hâlleri, lâubalilikten uzak ciddîyeti; hep bu zarf-mazruf meselesi içinde mütalaa edilebilir. Dengesizliğin güzeli-doğrusu yoktur. İfratı, tefriti seviyorsanız; neyin ifratı ve tefriti olduğu önem taşımaz. Oradan oraya savrulursunuz. Lehinize ve aleyhinize olanları ayırt edemezsiniz. Kimlik-kişilik-şahsiyet tavrı, itidal hâli sizi vakurlu itibarlı bir konuma getirir. Haliniz konuşur, hâliniz etkiler. Sıradanlaşmaktan kurtarır sizi.
Farkında olunmayan bir diğer ısrar ve hata ise; ihtiyaç duyulsun-duyulmasın kadının çalışmak mecburiyeti ve diplomalı olma hayali! İsterse 40. asırda olalım; aslen, kadının yeri evidir. Kadının topluma yapacağı en büyük hizmet, her şeyden önce zevcelik ve annelik vazifeleriyle alakalıdır. Bir ‘eve kapanma’dır tutturmuşlar. Evinin kadını evinde mahpus değildir. Şâyet vaktinin çoğunu evinde geçirmesinden dolayı böyle denilmekte ise; çalışanlar da iş yerinin mahpusudur.
Ev kadınının evde yaptığı iş, verimlilik bakımından hiçbir işle kıyaslanamaz. İnsanı aileyi toplumu inşâ eden kadındır. Toplum, annenin ve zevcenin boşalttığı evi hiçbir şeyle dolduramaz. Ne hizmetçiyle, ne kreşle, ne bakım müesseseleriyle, ne şununla, ne bununla. Boşalan ev; üşüyen aile demektir. Nesiller arasındaki iletişim zenginliğini kaybetmiş toplum demektir. Kadının cehâletini kim savunabilir? Kadın cahil olursa aile cahil olur. Okulun verimli olabilmesi dahi onunla mümkündür. İslâm’ın öngördüğü hedef; ‘inançlı-bilgili-düşünceli-duygulu-dengeli’ bir hayat yaşamaktır. Kadın için de öyledir, erkek için de. ‘Kadın’ yerinde değildir. Huzurlu ve mutlu da değildir. Çünkü fıtratına aykırı bir hayat tarzının baskıları altındadır. Kadının yerinde olmayışı toplumların en büyük meselesidir. Peki açılıp-saçılmadan ihtiyaç nispetinde okuyup çalışsalar? Olmaz! Çünkü ‘batıcı’ların amaçları, hedefleri kadının açılmasında, okuyup çalışmasında değil. Böyle olmadığını kimse iddia edemez. Kadını ile erkeği ile batasıca ‘Batıcı’ olmayalım.
YAŞAR DEĞİRMENCİ.